Ne yazık ki hayat bizleri haklı çıkardı. “Üyelerinin gündelik hak ve çıkarlarını koruma” ve “toplu görüşme sürecine katılma” ile sınırlı bir mücadele ve örgütlenme anlayışı, KESK’i ve bağlı sendikalarını zaman içinde bürokratikleşmeye yöneltti, hareketi durağanlaştırdı ve siyasi iktidarların saldırıları karşısıda direnebilme yeteneğini zayıflattı. Kamu Çalışanları Hareketi bir “memur konfederasyonu” haline getirildikten sonra siyasi iktidarlar tarafından […]
Ne yazık ki hayat bizleri haklı çıkardı. “Üyelerinin gündelik hak ve çıkarlarını koruma” ve “toplu görüşme sürecine katılma” ile sınırlı bir mücadele ve örgütlenme anlayışı, KESK’i ve bağlı sendikalarını zaman içinde bürokratikleşmeye yöneltti, hareketi durağanlaştırdı ve siyasi iktidarların saldırıları karşısıda direnebilme yeteneğini zayıflattı.
Kamu Çalışanları Hareketi bir “memur konfederasyonu” haline getirildikten sonra siyasi iktidarlar tarafından kuşatılmaya, işçi sınıfının diğer kesimlerine göre ücretlerini biraz daha korumalarına izin verilerek gevşetilmeye başlandı. Bir yandan Türk Kamu Sen, Memur Sen gibi devlet güdümlü/güdümüne açık konfederasyonlarla “rekabet” platformuna sıkıştırılabildi; diğer yandan da taşeronlaştırmalar, özel sözleşmelilik, toplam kalite yönetimi, performansa dayalı ücret gibi uygulamalarla hareket ve örgütlenme temeli daraltılabildi.
Kamu çalışanları hareketinin, işveren-devletin sistematik saldırısı karşısında yaşadığı bu zayıflamanın etkisi, kamusal alana yönelik nihai saldırının gündeme geldiği bugün daha da çok hissediliyor. KESK’in 5. Genel Kurulu’na giderken, yaşamakta olduğumuz bu sorunları açıklıkla ortaya koymaya, aşmak için izlememiz gereken yolu saptamaya ihtiyacımız var.
KESK’in kıstırıldığı köşeden çıkarılabilmesi için hareket temeli genişletilmelidir…
Bu günlerde KESK yönetiminin çeşitli kanatlarının sözcüleri, uzun bir zamandan beri yapmadıkları bir şeyi yaparak sendikal hareketin yeniden yapılandırılmasına yönelik çeşitli bakış açılarını ve önerilerini gündeme getiriyorlar. KESK başkanı DİSK ve KESK’in fiilen birleştirilmesi gereğini vurgulayıp, bunun ilk adımı olarak iki konfederasyonun Yönetim Kurullarının birlikte toplanması gerektiğinden söz ediyor. Son olarak KESK Genel Kurulu sürecine paralel olarak tasarlanan “Emek ve Demokrasi Kurultayı”nın bu düşünceleri yaygın bir tartışma düzlemine taşıyacağı anlaşılıyor.
Ancak bu tartışmaların doğru devrimci bir algı ve anlayış çerçevesine oturtulup oturtulamayacağı; KESK yönetimini paylaşan gruplar arasındaki güç dengelerinin yeniden oluşturulması için basit araçlar haline getirilip getirilmeyeceği; büyük beklentiler yaratarak ortaya atılacak “birlik”, “cephe” vb. re-organizasyon planlarının küçük iktidar hesapları için kullanılıp bir kenara bırakılıp bırakılmayacakları konusunda iyimser olmak zor.
Herşeyden önce, “sendikal strateji” tartışmasının, KESK’i esas olarak bir politik vitrin ve destek alanı olarak değerlendiren, bu nedenle de yönetim oluşturmayı koltuk paylaşımına indirgeyen geleneksel sol merkezler için bugüne dek bilinçli olarak ikinci plana itildiğini biliyoruz.
Diğer yandan, Kuruluş Kongresinden bu yana KESK’e egemen olan “Kutsal İttifak” 9 yıl boyunca Kamu Çalışanları Hareketini “memur sendikacılığı” sınırları içine sıkıştırmakla kalmamış, aynı zamanda hareketin kitle dinamizmine dayanan militan ve demokratik niteliklerini önemli ölçüde köreltmiştir. Son olarak 2004 toplu görüşmeleri sürecindeki uygulama, örgütün mücadele çizgisi ve iç demokrasisi açısından ciddi bir deformasyon içinde olduğunu göstermiştir. Örgüt içinde hiçbir ciddi tartışma yapmaksızın, Türk Kamu Sen ve Memur Sen gibi sendikal niteliği bulunmayan örgütlerin, Kamu Çalışanları Hareketinin “meşru bileşenleri” olarak kabul edilmesi ve bunlarla “ortak toplu görüşme siyaseti”nin belirlenmesi; toplu görüşme sürecinde KESK’in bu sürece ilişkin karar ve danışma organlarının düzenli olarak işletilmemesi; görüşmeler boyunca canlı bir hareket merkezi oluşturmak yerine kahve ve aşevi gibi işleyen bir “serbest kürsü”nün yeğlenmesi; Başbakanla görüşme gibi “olağandışı” görüşmelerin örgütün gündemine sokulmaması… gibi olgular KESK’i yaratan hareketin temel karakterleriyle taban tabana zıt bir yola girdiğini göstermektedir. Kamu Çalışanları Hareketi, “Bağımsız, demokratik, fiili-meşru, kitlesel ve militan” bir sendikal hareket olarak doğdu. Oysa bugün KESK’te gelişen yönler, ne yazık ki, uzlaşmacılık, bürokrasi, yasalcılık, daralma ve durağanlıktır.
KESK’e bu gelişme yönünü kazandıran “kutsal ittifak”ın sınırlarını ve güzergahını çizdiği bir tartışmanın büyük pratik değişimlere yol açması beklenmemelidir.
Bir yandan KESK Genel Merkezi’ni Ankara’ya taşıma kararı verip, diğer yandan DİSK ve KESK birleşmesinden söz eden; bir yandan toplu görüşme masasına Türk Kamu Sen, Memur Sen gibi devlet güdümlü sendikalarla ortak tutum belirleyerek otururken diğer yandan da Çiftçi Sendikalarından meslek örgütlerine uzanan geniş bir ilerici emek örgütleri yelpazesini içine alan fiili bir sendikal mücadele alanının tanımlanmasından söz eden bir sendikal liderliğin en iyimser ifadeyle kararsızlık içinde olduğunu söylemeliyiz. Bu kararsızlığın arkasında ise “kutsal ittifak”ı oluşturan ÖDP’liler (DSD), Yurtseverler ve EMEP’in (Emek Hareketi), Kamu Çalışanları Hareketini kötürüm eden, iç dinamizmini boğan, rayından çıkaran özel “siyasi” duyarlılıkları bulunmaktadır.
Bir yanda “yerelleşme”yi savunan Yurtseverler, diğer yandan aktif kitle bağlarını neredeyse tümüyle yitiren ve KESK’in politik bakımdan en durağan üye grubuna dayanan ÖDP’liler, bir başka tarafta Türk-İş’i kıble edinen ve sınıf hareketinde ilerici bir saflaşmayı bir “suç” olarak karşılayan EMEP’lilerin üzerinde birlik sağlayabilecekleri yeni bir mücadele ve örgütlenme taktiği bile yoktur.
Dolayısıyla “yönetici ittifak” aynen korunduğu ve hareket temeli sendikalı işçiler ve memurlarla sınırlı tutulduğu sürece, dile getirilen “yeniden yapılanma hayalleri”nden yalnızca DİSK’le birlikte bir “ortak çatı oluşturma” fikri gerçekleştirilebilir görünmektedir. Ancak tek başına kaldığı sürece bu, yalnızca bir “çatı birliği” olabilir. DİSK’le KESK tarafından oluşturulacak bir “çatı birliği” ile sınırlı bir programın kayda değer tek işlevi ise KESK’in şu anki yöneticilerinin yerlerini korumalarını sağlamak olacaktır.
Bütün bu çekincelerimize karşılık, bu tartışmaların ön plana çıkmasında olumlu dinamiklerin de payı bulunmaktadır. Kamu Çalışanları Hareketinin devletin yeni saldırı programları karşısında direnme yeteneğinin belirgin bir biçimde zayıflaması, ister istemez KESK kitlesi içerisinde, bu dönemi karşılayan yeni sendikal çizgi arayışlarını ön plana çıkarmaktadır. KESK’in mevcut yönetiminde yer alan gruplar da içinde olmak üzere bir çok kesimin tabanında, sendikal alanın yeniden yapılanmasına ilişkin tartışmalar gelişmektedir.
KESK’in yaşadığı sorunları işçi sınıfı hareketi ve sendikal hareketin yeniden yapılanması bağlamında ele almaya çalışan yaklaşımların giderek daha geniş bir çevrede yankı bulmasını, KESK’i ortaya çıkaran temel dinamizmin, kamu çalışanları hareketini yaratan ilerici-devrimci geleneğin, bir ifadesi olarak değerlendiriyoruz.
İşçi sınıfı hareketinin ve sendikal hareketin krizine ilişkin sorunların kilit önemini Kamu Çalışanları hareketinin başlangıcından itibaren kavrayan Devrimci Kamu Çalışanları için bu tartışmaların geç de olsa gündeme gelmesi olumlu bir gelişmedir. Çünkü süregelen bütün olumsuzluklara karşın KESK, “yeni işçi hareketi”nin iç dinamizmine dayanmakta ve köklerini, ülkemizin devrimci sendikal geleneğinden almaktadır. KESK’in yapısındaki bu olumlu nitelikler, tarihsel bir eylemle kazanılmıştır ve izleri kola
yca ortadan kaldırılamaz. Kamu Çalışanlarının proleterleştirilme sürecinin yeni boyutlar kazanarak devam etmesi KESK’in kurumsal yapısı içinde ikinci plana düşmüş olan bu öz nitelikleri canlandıracak yeni bir hareket zeminini yaratabilir, KESK yeni bir hareket zemininde kendi tarihsel kökleriyle yeniden buluşabilir. Biz bu tartışmaların kendi başına KESK’i yenileyecek güçte bir iç dinamizm kazandıramayacak olsa da, bu olanağın halen elden kaçmadığını gösteren bir temelin bulunduğunun bir başka kanıt olduğunu düşünmek istiyoruz.
Bu nedenle, bundan 10 yıl önce Yön dergisi sayfalarında, geleneksel sendikal yapının krizini işçi sınıfı hareketinin tarihsel bir evresinin sona ermesinden kaynaklanan bir olgu olarak değerlendiren; işçi sınıfı hareketinin bütün düzeyleri için bir yeniden oluşum sürecinin başlamış olduğunu ileri süren; Kamu Çalışanları Hareketinin, “işçileşen” kamu çalışanlarının toplumsal eylemi olarak bu yeniden oluşum süreci bağlamında kavranması gerektiğini savunan ve “Toplumsal Hareket Sendikacılığı” deneyimlerine dikkat çeken Devrimci Kamu Çalışanları olarak, Kamu Çalışanları Hareketinin halen geleneksel sendikal yapıyı aşabilecek dinamik bir temel üzerinde bulunduğuna dikkat çekmek istiyoruz. İddia ediyoruz ki, Kamu Çalışanları Hareketinin kurumsal çatısını oluşturan KESK, hareketin kaynağını oluşturan toplumsal dinamizmle yeniden buluşarak kıstırıldığı köşeden çıkarılabilir.
Çözüm, Toplumsal Hareket Sendikacılığıdır…
Yıllar önce Kamu Çalışanları Hareketi, Türkiye toplumuna, 1980’li yılların faşist karanlığı içerisinde yeni ve ilerletici toplumsal güçlerin mayalandığı duygusunu vermişti. 12 Eylül faşizmi ve onun izleyen Özal hükümetleri neo-liberal politikalarıyla Türkiye’yi tarihinin en büyük mülksüzleştirme ve işçileştirme sürecine sokmuştu. Kamu hizmetlerinin metalaştırılması, geçimlik ekonominin yıkımı, serbest mesleklerin ortadan kaldırılması, bu işçileştirme sürecinin somut gelişme kanallarını oluşturuyordu.
Kamu Çalışanları Hareketini ortaya çıkaran temel süreç, “kamusal hizmet üreterek karşılığında gelir elde eden küçük-burjuva memur”un yerini “metalaştırılmış hizmet üretmek üzere işçileştirilen kamu çalışanı”nın aldığı işçileştirme sürecidir. Kamu Çalışanları Hareketi, yeni işçi hareketlerinin Türkiye’deki ilk örneği olarak ortaya çıkmıştır.
Türkiye toplumunun temel evrim çizgisini hala aynı neo-liberal politikalar, daha da derinleşerek ve yıkıcı sonuçlar yaratarak belirliyor. Kamu hizmetlerinin metalaştırılması, geçimlik ekonominin yıkımı, serbest mesleklerin ortadan kaldırılmasıyla Türkiye halkı tarihinin en büyük yoksullaştırma ve işçileştirme sürecini yaşıyor. Kamu Çalışanları Hareketini bir işçi sınıfı gücü olarak ortaya çıkaran bu süreç, şimdi KESK’i geriletiyor.
Bu süreçte, çalışabilir nüfusun büyük yığınları mülksüzleştirilerek ücret gelirine mahkum ediliyor ve esnek üretim modelleriyle, oluşan bu devasa serbest işgücü kitlesinin bütün zayıflıkları rekabetçi bir emek pazarının yaratılmasında kullanılıyor. Kamu hizmetleri alanının piyasalaştırılması, özelleştirilmesi ve kamusal yönünün tasfiye edilmesinde kamu işvereni işte bu “sosyal silah”ı kullanıyor.
Yeni işçi hareketinin Türkiye’deki ilk örneği olan Kamu Çalışanları Hareketinin, bizzat kendisini yaratan toplumsal koşullar nedeniyle gerilemekte olmasının tek nedeni, KESK’i geleneksel sendikal yapının bir parçası haline getiren sendikal politika tercihleridir. Bu politik tercihlerle KESK, mevcut sendikaların yanına “eklenerek” Kamu Çalışanları Hareketini, kendisini yaratan toplumsal sürecin dinamizminden koparmış, böylece asıl güç kaynağını yitirmiştir.
KESK’in yaşamakta olduğu krizi aşmanın yolu, toplumsal kaynaklarıyla yeniden buluşmasından geçmektedir. KESK amaçlarını, işlevini ve kurumsal yapısını, çalışabilir nüfusun büyük yığınlarını mülksüzleştirerek ücret gelirine mecbur bırakıldığı, “esnek üretim modelleriyle” serbest işgücü kitlesinin bütün “zayıflıklarını” değerlendirebilen rekabetçi emek pazarının çarkları arasına fırlatılıp atılan Türkiye işçi sınıfı için yeni ve bütünsel bir direnme hareketinin kuruluşu sürecinde yeniden tanımlamalıdır.
Bunun için;
1- Kronik yoksulluk koşularında işçileştirilen büyük yığınların tümünü, işçileştirildiği ve sömürüldüğü bütün mekanlar ve statüler içinde kucaklayabilecek esneklikte bir heterojen örgütlenmeler dizisinin;
2- “Rekabetçi bir emek pazarı”na temel oluşturan toplumsal “zayıflığın istismarına” karşı tüm “zayıfları”, kadınları, çocukları, göçmenleri toplumsal talep hareketleri içinde bütünleştiren bir mücadele programının;
3- Mal ve hizmetlerin üretiminin esneklik kazandığı koşullarda, bütün kent mekanını “işyeri” olarak kavrayan ve bu mekanı sermaye açısından kullanılamaz hale getiren mücadele yöntemlerinin;
yaratılmasına, koordine edilmesine ve kurumlaştırılmasına ihtiyaç bulunmaktadır.
Böylesi bir direniş hareketi ancak güçlü bir kitle dinamizminin ürünü olarak ortaya çıkabilir. Bu kitle dinamizmi, potansiyel olarak eski geçim araçlarını yitiren, yeni ve güvenceli bir geçim yolunu ise oluşturamamış olan, yani proleterleşme sürecindeki yığınlarda bulunmaktadır. Kamu çalışanları hareketi, bu dinamizmin ilk güçlü ifadesi olmuştur; ancak bu dinamik kamu çalışanlarından ibaret değildir. Bu dinamizmin bir ucunda sözleşmeli çiftçiliğe mahkum edilen küçük çiftçiler, diğer ucunda uluslararası tekellerin üretim zincirine tek göz evlerinden eklenen “ev-işçileri”, bir diğer ucunda bütün bu yelpazeyi en sefil koşullarda çalışmaya zorlayan devasa işsiz ve yarı işsizler yığını bulunmaktadır.
Yeni işçi hareketinin oluşumu süreci, işçi sınıfının içine doğru çözülmekte olan yığınların sermayeye karşı bir sınıf hareketi içerisinde bütünleşmesi sürecidir. Bu bütünleşmenin, çok merkezli, çok eksenli, heterojen ve zamandaş-olmayan bir süreç içinde gelişmesi doğaldır. Ancak aynı işçileşme sürecini yaşayan değişik toplumsal kesimleri biraraya getirecek olan hareket çerçevesinin sermayenin mevcut birikim rejimine ve bu birikim rejimine denk düşen siyasi egemenlik tarzına alternatif bir toplumsal projeye atıfta bulunması kaçınılmazdır. Bu projenin genel çerçevesinin, bizim gibi ülkelerde gelişen bütün yeni işçi hareketlerinde olduğu gibi, IMF’nin, DTÖ’nün, ABD’nin kısacası emperyalizmin mali, ticari ve siyasi dayatmalarını reddeden ve ülkenin kendi öz kaynaklarına ve güçlerine dayanan emek eksenli bir toplumsal özgürlük, eşitlik ve refah projesi olacağı da ortadadır. Kısacası yeni işçi hareketi ancak rejimle ve sistemle hesaplan ilerici bir halk hareketi biçiminde gelişebilir.
Elbette KESK’in bütün bu sürecin merkezi, çatısı ve bütünleştirici omurgası rolünü yüklenmesi olanaklı değildir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi yeni işçi hareketinin gelişme süreci çok merkezli, çok eksenli, heterojen ve zamandaş-olmayan bir süreç olacaktır. Ancak KESK, yeni işçi hareketlerinin gelişme sürecinin önünü açan, cephe çizgisini oluşturan, örgütlenme zeminlerini çoğaltan ve bu hareketlere ufuk kazandıran etkili bir inisiyatif merkezi olabilir.
Devrimci Kamu Çalışanları olarak, bundan 10 yıl önce, bu yaklaşımımızdan hareketle, sendikal mücadele alanının genişlediğini ileri sürmüştük. Bu düşün
cemize bağlı olarak KÇSP’den KESK’e geçiş sürecinde savunduğumuz politikalar nedeniyle, daha sonra ÖDP’ye katılacak olan arkadaşlarımız tarafından “politik iktidar mücadelesi”ni sendikalar vasıtasıyla yürütmeyi savunduğumuz ileri sürülerek, anarko-sendikalizmle suçlandık. (Ne gariptir ki bu yaklaşımı DİSK’te savunan arkadaşlarımız da aynı suçlamayla yüzyüze geldiler. Ama orada bu suçlamayı yöneltenler CHP’liler ve “Çağdaş Sendikacılık” savunucularıydı.)
Biz “sendikal mücadele alanı genişlemiştir” derken, “sendikal mücadelenin ekonomik-demokratik mücadele ile birlikte politik iktidar mücadelesini de içine aldığını” iddia etmiyorduk. Basit bir gerçeğe işaret ediyor, “işçi sınıfının ekonomik-demokratik mücadele alanı”nın içeriğinin genişlediğini söylüyorduk. Bu düşüncemizin birinci elden kanıtı bizzat Kamu Çalışanları hareketinin kendisi idi. Daha önce “işçi sınıfı”nın bir parçası olmayan, “küçük burjuvazi” içerisinde değerlendirilen memurlar, kendilerine “Kamu Çalışanları” adını vererek sendikal bir hareket yaratmışlardı. Kamu çalışanlarının sendikal hareketi, sendikal hareketin tarihindeki büyük temel genişlemelerinden biri olarak gündeme geliyordu. İktisadi devlet kuruluşları işçilerinin şekillendirdiği ilk hareket temeli, 60’lı yıllarda özel sanayii kuruluşlarının işçileriyle ilk genişlemesini göstermiş ve DİSK’i yaratmıştı. Kamu Çalışanlarının işçi sınıfı hareketine katılması da KESK’i ortaya çıkardı.
Devlet memurlarının “işçileşmesi”ni ifade eden bu süreçte, yalnızca nüfusun yeni bir grubu işçi sınıfı saflarına katılmakla kalmıyordu; böylece kamu hizmetlerinin üretimi alanı emek-sermaye çatışmasının doğrudan bir alanı haline geliyordu. Bu, ekonomik-demokratik mücadele alanının çeşitli yönlerden genişlemesi demekti. Her şeyden önce işçi sınıfının bizzat kendisi genişlemiş ve temel sendikal haklarını talep etmeye başlamıştı. İkincisi kamu hizmetlerinin piyasalaştırılması sürecinde gelişen Kamu Çalışanları Hareketi, ücretli bir çalışan grubunun “ücret” ve “sosyal hak” mücadelesini aşarak politik mücadelenin somut ve güncel çatışma eksenlerinden birini yaratmıştı.
Geçen on yıl, sendikal mücadele alanının genişlemesinin altında maddi bir toplumsal sürecin, Türkiye tarihinin en büyük işçileşme sürecinin yaşanmakta olduğu gerçeğinin bulunduğunu tekrar tekrar kanıtladı. Geçmişte mühendisler ve sağlıkçılar gibi ağırlıklı kısmı “küçük burjuvazi” içerisinde yer alan meslek grupları “serbestliklerini” yitirerek işçileşmeye başladılar; geleneksel tarımın yıkılmasıyla büyük kentlerin varoşlarına yığılan yoksullar ve “Kirli Savaş”ın, kitlesel göçe zorladığı Kürtler devasa bir hazır işgücü havuzu haline geldi; tarımsal yıkım ortamında sözleşmeli çiftçilik ve topraksız tarım işçiliği de yaygınlaştı. Toplumsal yapının bu değişimine paralel olarak meslek örgütleri sendikal işlevlere yönelirlerken, çiftçi sendikaları, taşeron ve fason üretim işçilerinin sendikal inisiyatifleri ortaya çıkmaya başladı.
Aynı sendikal hareketin içerisinde kendisine yer bulamasa da bütün bu sendikal inisiyatifler, sendikal hareketin toplumsal temelinin genişlediğini göstermektedir. “Görünen” kısım buz dağının görünebilen, bugünün “serbest emek piyasası” koşullarında su üzerine çıkabilen parçasıdır.
Bu gerçek temeli göz ardı ederek, bir “memur sendikası” olarak oluşturulan KESK, çok kısa bir süre içerisinde “üyelerinin dar ekonomik çıkarlarını” savunmayla sınırlanan bir bürokratik yapıya dönüştü ve adım adım etkisizleşmeye başladı.
Sendikal Hareket Hala Yeni Bir Başlangıç Yapabilir
Siyasi iktidarın uluslararası mali sermaye merkezlerinin direktifleriyle uygulamaya soktuğu emek düşmanı politikaları adım adım ilerlerken emekçi sınıf hareketi de bundan etkilenerek parçalanmaya başladı. 1 Mart 2003, 6 Mart ve 1 Mayıs 2004’te yaşananlar Emek Platformu’nun artık sürdürülemez hale geldiğini gösterdi. Devlet sendikası olarak işlevini yitiren Türk-İş üst yönetimi sürekli bir kararsızlık halinde siyasi iktidarla uzlaşma kanalları oluşturmaya çalışırken, Hak-İş “iktidar sendikası” rolüyle, neo-liberal programın işçi hareketi içindeki beşinci kolu rolünü üslenmekte, özelleştirilen sendikalı işyerlerine “talip olmakta”, kamusal hizmetlerin “yerelleştirilmesi” adı altında tasfiye edilmesine destek olmakta, kamu çalışanlarını güvencesizleştirecek olan Kamu Personel Rejimi Kanunu’na arka çıkmaktadır. Bu sendikaların kamu çalışanları sendikaları içerisindeki izdüşümleri olan Türk Kamu Sen ve Memur Sen ise bu süreçte Türk İş ve Hak İş’in gölgesine gizlenmeyi, ortalıkta görünmemeyi tercih etmişlerdir. Devlet ve hükümet güdümlü sendikaların bu tutumları Emek Platformunu artık sürdürülemez hale getirmiştir.
Bu süreç yalnızca sendikal harekette bir parçalanma ve dağınıklık havasına neden olmadı. Toplumun yeni kesimlerini yoksullaşmaya, işçileşmeye, hak kayıplarına zorlayarak, yeni toplumsal muhalefet dinamiklerinin gelişmesinin önünü açtı; hekimlerin meslek örgütü sendika gibi davranmaya başladı, çifçiler arasında sendikalaşma eğilimleri baş gösterdi, mühendis örgütlerinin tabanında ücretli mühendislerin dinamizmi hissedilmeye başladı; diğer yandan da emperyalist işgal politikasıyla neo-liberalizmin yapışık kardeşler olarak halkın karşısına dikildiği bir ortamda, emekçi sınıfların kitle örgütleri savaş karşıtı hareketin gelişim sürecinde ön plana çıktılar.
Böylece sendikal hareketin iktidarın ve neo-liberal politikaların baskısıyla parçalanmasına, emekçi sınıf hareketinde yeni dinamiklerin ön plana çıkması ve emekçi sınıf hareketinin kitlesel mücadele platformunda mücadeleci sınıfsal güçlerin desteğini alan yeni bir saflaşma eğiliminin baş göstermesi eşlik etti.
İlerici emek örgütlerinin neo-liberal saldırganlık karşısında sol bir toplumsal-politik konumdan geliştirdikleri mücadele inisiyatifi, sermaye saldırısına karşı kitlesel emekçi direnişi için yeni bir mücadele platformunun inşa edilebileceğini gösteren sonuçlar yarattı.
Geldiğimiz bu noktada, kronik bir kriz halinde bulunan geleneksel sendikal yapının krizini işçi sınıfının bütünü için yeni bir sendikal mücadele ve örgütlenme düzlemini üreterek aşabilmenin olanaklı olduğunu söyleyebiliriz.
Bu nedenle Devrimci Kamu Çalışanları, sendikal hareketin sorunlarının çözümüne ilişkin bakış açılarını
1- Kamu çalışanları sendikal hareketinin
2- Genel olarak işçi sınıfının sendikal hareketinin
3- İlerici toplumsal muhalefetin
4- İşçi sınıfının politik hareketinin yeniden yapılandırılmasına ilişkin genel bir mücadele ve örgütlenme stratejisi olarak şekillendirmektedirler.
KESK Mücadele ve Örgütlenme Düzlemini Yeniden Tanımlamalıdır
Artık belirgin bir biçimde görülmektedir ki, uygulanmakta olan neo-liberal program, KESK’in kendisini bir “memur konfederasyonu” olarak sınırlamasına da, mücadelesini “grevli toplu sözleşmeli sendikal hak” mücadelesiyle sınırlamasına da olanak tanımamaktadır.
Temel hizmetlerin piyasalaştırılması, başta emek gücü olmak üzere hizmet üretiminin tüm unsurlarının da piyasalaştırılmasını beraberinde getirmektedir. Hizmet emeğinin tam rekabet koşullarına sürüklenebilmesi için üretim sürecinin “esnekleştirilmesi”ne gidilmekte, taşeron ve fason üretimi
n yaygınlaştırılmasının yanında özel sözleşmeli istihdam, parça başı çalıştırma, kayıt dışı istihdam gibi yöntemler hızla yaygınlaştırılmaktadır.
Bu iş ve çalıştırma biçimleri karşısında 657 sayılı kanuna tabi personelle sınırlı bir örgütlenme düzeneği, tüm “kamu çalışanlarını” kapsayamamaktadır. KESK’e bağlı sendikalar yasanın empoze ettiği üyelik ilişkisiyle kendilerini sınırladıkları takdirde, işveren-devletin saldırı stratejisinin en önemli hamlelerinden biri karşısında silahsız hale düşmektedir. Kamu çalışanlarının tamamını örgütlenmesi kapsamına alamayan, bir kısım kamu çalışanını şu ya da bu “mazeretle” dışta bırakan bir sendikal yapılanmanın “üretimden gelen gücü” kullanamayacağı ortadadır. Bu durumda sendikal örgütlenmenin üye tabanının yasayla sınırlı olmayan, fiili üyelik biçimleriyle genişletilmesi zorunlu hale gelmektedir.
Diğer yandan kamusal hizmetleri tasfiye etmek ve piyasalaştırmak için çıkarılan yasalar karşısında işçi-işveren ilişkileri alanıyla sınırlı bir mücadele düzleminin Kamu Çalışanları sendikalarını sürükleyeceği noktanın “üyelerin hak ve çıkarlarını koruma” alanı olacağı artık iyice belirgin bir hale gelmiştir. KESK ve bağlı sendikalar, bu büyük saldırının karşısına “üyelerinin hak ve çıkarları”nı, toplumun genel çıkarlarıyla bütünleştiren giderek sistemle hesaplaşmayı hedefleyen bir ilerici halk hareketini zorlayan bir dinamik olarak çıkamadığı takdirde, bundan 15 yıl önce Türk-İş’in yapmış olduğu gibi kendi ölüm fermanlarını da imzalamış olacaklardır.
Böylesi bir “toplumsal hareket”in geliştirilebilmesi için KESK, hareket temelini genişletecek, diğer tüm emekçilerle ortak örgütlenmeyi ve ortak mücadeleyi hedefleyen bir kitle mücadelesi perspektifiyle davranmalıdır. Burada kastettiğimiz “kitle” kamu çalışanları sendikalarının üye kitlesi ile sınırlı değildir; yaşamlarını, vahşi kapitalizmin emek pazarında birbirleriyle rekabet ederek sürdürmeye zorlanan bütün toplumsal kesim ve grupları, emekçileri, yoksulları içine alan bir kitlesel hareket temelidir tanımlanması gereken. Bu kitle bugünkü “işçileştirme ve yeniden-işçileştirme süreci”nin hedefindeki kitledir. Kamu hizmetlerinin güvencesizleştirilmesinin toplumsal temeli de bu süreçte oluşmaktadır.
Kamu hizmetlerinin tasfiye edilmesi ve piyasalaştırılmasının en temel unsurlarından birisi, hizmet üretiminin bu rekabetçi emek pazarına açılmasıdır. Dolayısıyla rekabetçi emek pazarı ortadan kaldırılmadan Kamu Çalışanlarının örgütlü gücü işveren devlet karşısında kalıcı bir güç dengesi oluşturamayacaktır. Kamu çalışanları üzerindeki “serbest emek pazarı” baskısını durdurmak için mücadelenin bir yüzünde, “memur-olmayan” kamu çalışanlarının örgütlenmesi ve tüm kamu çalışanlarının eşit çalışma koşullarında hizmet vermesi için mücadele; bir yüzünde metalaştırılan kamu hizmetlerinden yararlanan tüm halk kesimleriyle ortak zeminler oluşturarak temel hizmetlerin ticarileştirilmesine karşı ortak örgütlenmelerin yaratılması; diğer bir yüzünde ise, bizzat serbet emek pazarını yaratan koşulların ortadan kaldırılması için mücadele bulunmaktadır.
Yani KESK, köklerini aldığı Kamu Çalışanları Hareketinin “fiili-meşru-militan-kitlesel-demokratik” sendikal hareket biçimlerine geri dönmeli ve buradan hareketle Kamu Çalışanları Hareketini, Türkiye İşçi Sınıfı Hareketinin bugünkü oluşum sürecinin bir parçası ve öncü-kurucu inisiyatiflerinden biri haline getirmelidir. Böylesi bir KESK’in mücadele programı, memurlar için “grevli toplu sözleşmeli sendikal hak”la sınırlanamaz. Yaratılması gereken, tüm ücretli çalışanlar için eşit ve özgür sendikalaşma, toplu pazarlık ve sözleşme hakkını, yani “Ortak Çalışanlar Yasası”nı; temel kamu hizmetlerin, bütün halk için ve çalışanların doğrudan denetimine tabii kamusal kanallardan sunulmasını, yani “insanı insanın kurdu” olma zorunda bırakmayan bir düzeni talep eden, dolayısıyla sistemle ve rejimle hesaplaşmayı hedefleyen bir halk hareketidir.
Devrimci Kamu Çalışanlarının Görevi KESK’in Hareket Temelini Genişletmektir
Devrimci Kamu Çalışanları, KESK’in “kaynaklarıyla buluşması”nın tek başına bir yönetim değişikliğiyle gerçekleştirilemeyeceğinin bilincindedir. 10 yıldan bu yana “memur sendikacılığı”nın sınırlı ufkuna mahkum edilen ve bürokratik bir daralma yaşayan KESK’in bir yönetim değişikliğiyle bu olumsuz yönlerinden arınması olanaklı değildir. KESK’i bugünkü kısırlığından kurtaracak bir yeniden yapılanma için KESK’in bugünkü mücadele düzlemini ve kitle tabanını genişleten yeni sendikal inisiyatiflere ihtiyaç vardır.
Elbette KESK’in DİSK’le ortak bir sendikal mücadele zemininde buluşması, yeni ve ortak örgütsel formları fiilen yaşama geçirmesi bu yönde atılacak adımlardan biri olarak düşünülebilir. Ancak, sendikal birlik perspektifimizi “mevcut” sendikal hareketle sınırlamamalıyız. Sendikal birlik adımlarımızı, bütün ilerici emek örgütlerini, yani ilerici meslek örgütlerini, çiftçi sendikalarını ve yoksul halk örgütlerini içine alacak bir yeni emek odağını oluşturacak tarzda planlamalıyız. Böylesi bir birliğin, sendikal hareketin örgütsel temelinde belirgin bir özgüven ve dinamizm kaynağı olacağı, 1 Mart, 6 Mart ve 1 Mayıs deneyimleriyle görülmüştür.
Devrimci Kamu Çalışanları olarak bizler, bulunduğumuz bütün birimlerde sendikalarımızın hareket temelini genişletmek için uğraş veriyoruz. Kamu Çalışanları Hareketini yoksul halk hareketleriyle bütünleştirmek için aldığımız mütevazı inisiyatifler; yoksul halkın kitlesel örgütlenme girişimlerine kamu çalışanlarının örgütlü katılımıyla elde ettiğimiz kapsayıcılık, KESK’in örgütsel cihazıyla yoksul halkın ilerici muhalefet inisiyatifleri arasında her ikisini de geliştirecek çok dinamik bir ilişkinin kurulabileceğini göstermektedir.
Diğer yandan DKÇ, neo liberal saldırganlığın iş yerlerimizde her gün yeni mevziler kazanması karşısında atıl kalan bürokratik eğilimleri aşarak yerel düzeyde militan mücadeleyi öne çıkardığı bütün durumlarda işyeri örgütlenmelerinin yeniden hayat kazandığını, kitlesel-demokratik hareket geleneklerinin yeşerdiğini görmektedir. Sendikal aygıtta “yönetim tekeli” oluşturma kaygısını bir tarafa bırakarak, işyerlerinde dayatılan neo-liberal uygulamalara karşı bütünsel bir direnişin yerel çizgilerini oluşturmaya yönelmemiz halinde KESK’i yaratan kitle dinamizminin kaynaklarıyla yeniden buluşmamız olanaklı olacaktır.
Devrimci Kamu Çalışanları olarak, bugün önümüze koyduğumuz hedefler, KESK’in güçlü bir ilerici toplumsal muhalefet merkezi olarak emek hareketinde sol bir saflaşmanın yaratılmasında oynadığı rolü pekiştirmeye çalışmak, KESK’in hareket temelini genişletecek inisiyatifleri çoğaltmak ve KESK’i ortaya çıkaran Kamu Çalışanları Hareketinin fiili, meşru, kitlesel, demokratik sendikal örgütlenme ve mücadele ilkelerine yeniden hayat kazandıran deneyimleri çoğaltmaktır.
Devrimci Kamu Çalışanları KESK’in 5. Genel Kurulu’na giderken bu yaklaşımını KESK içerisindeki en geniş kesimlere aktarmayı ve KESK’in bütün örgütsel mekanizmalarında temsil edilmesini sağlamayı hedeflemektedir.
* “Devrimci Kamu Çalışanlarının KESK 5. Genel Kurul Yaklaşımı” broşürünün tam metnidir…
Kaynak: www.egitimguncel.org