Sendika.org: Genel kurula giderken KESK’in geçmiş 3 yıllık sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce KESK’in başarılı ve başarısız yanları neler? Hamide Yiğit: Bu sorunun yanıtı için esasen kamu çalışanları hareketinin genel durumunu geçmişten günümüze kadar kısaca ele almak gerekir. Özellikle KESK’in konfederasyonlaşma ve ardından yasal statüye kavuşturulması süreci önemli kırılma noktalarını oluşturmaktadır. Bunun için öncelikle 4688 sayılı […]
Sendika.org: Genel kurula giderken KESK’in geçmiş 3 yıllık sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce KESK’in başarılı ve başarısız yanları neler?
Hamide Yiğit: Bu sorunun yanıtı için esasen kamu çalışanları hareketinin genel durumunu geçmişten günümüze kadar kısaca ele almak gerekir. Özellikle KESK’in konfederasyonlaşma ve ardından yasal statüye kavuşturulması süreci önemli kırılma noktalarını oluşturmaktadır.
Bunun için öncelikle 4688 sayılı ‘Kamu Görevlileri Sendikaları Yasası’ daha tasarı olarak gündeme getirildiği zaman KESK, kamuoyunda “sahte sendika yasası” diye de bilinen bu tasarıya karşı ciddi bir karşı duruşu örgütleyemedi. Yasanın neler getirdiği bilindiği halde, yasaya toptan karşı çıkma yerine, mecliste lobicilikle orasının-burasının düzeltilmesinin hedeflendiği bir mekik diplomasisi tercih edildi. Sonraları bu yasa “eksik sendika yasası” olarak adlandırılarak, zımni bir kabulle yasaya karşı mücadele edilmeye çalışılmış; ancak ‘sendikal önderliğin engin öngörüsü ve militan mücadelesi’ ile yasa kabul edilmiştir.
Son üç yıllık dönem içerisinde çok önemli gelişmeler oldu. Öncelikle ‘Yetki ve Toplu Görüşme’ süreçleri yaşandı. Öte yandan hükümetin, reform aldatmacasının basamaklarını hızla örmeye devam ettiği bir dönem oldu. KESK yöneticilerinin hükümet yetkilileriyle yaptıkları toplu görüşme sürecinde, o döneme kadar kamu çalışanlarının hep karşı çıktığı özelleştirme, üretimde esneklik uygulamaları, piyasanın serbestliği, toplam kalite yönetimi gibi sermaye politikalarının altına Türk Kamu-Sen ve diğer devlet güdümlü sendikalarla birlikte KESK temsilcilerinin de imza atmaları, olumsuz değişimin ve kendini inkar etmenin en çarpıcı örneğini teşkil etti. Bu duruma başta Devrimci Kamu Çalışanları( DKÇ ) olmak üzere kamu emekçilerinin büyük bir çoğunluğu karşı çıkınca, KESK yönetimi çıkardığı yazıyla bu durumun imzayı atanları bağladığını söylemek zorunda kaldı. Ancak bu hamle, gelinen noktayı acemi bir şekilde gizleme çabası olarak hafızalara kazıldı.
Hükümetin uygulamalarının ve devlet güdümlü sendikaların da meşrulaştırılması işlevi gören Emek Platformu, özellikle kamu çalışanlarının içinde bir truva atı olan Türkiye-Kamu-Sen’in meşrulaştırılarak palazlandırılmasına da yaradı. KESK yönetiminin bu durumu gördüğü halde, bu platformda olmanın mantığını basitçe “birliğe karşı olmamak” ile açıklaması, ideolojik-politik sapmayı gizlemeye yarayan şaldan başka bir şey değildir. Yıllarca tüm emekçilerden gasp edilen tasarruf kesintileri konusunda da hükümeti, KESK yönetiminin basiretsizliği kurtardı. Tasarruf kesintileri ve nemaların ödenmesinin hükümetin elinde patlayacak bir bomba iken, “iyi niyetli hükümete” jest yapıp bu bombayı kendi eline alan Emek Platformunun dönem sözcüsü KESK, “nema rezaletini” kendi elinde patlattı.
Toplu görüşmeler dönemi ve izlenen politikasızlıklar sürecinde, toplu görüşmeyi toplu sözleşmeye çevirmek üzere, 2002, 2003 ve 2004 tarihlerinde hükümetle yapılan toplu görüşmeler somut kazanımlar yerine sonuçsuz, protestoya dönük bir gövde gösterisi biçiminde geçiştirildi. Özellikle ne işe yaradığı belli olmayan 2004 toplu görüşme süreci ise, ne acıdır ki, devlet güdümlü sendikalarla aynı fotoğraf karesinde görünmek için çabalayan bir KESK yönetimi ve Ankara’da Yüksel Caddesine sıkışmış, deyim yerindeyse bir ‘KESK CAFE’ görüntüsünden ibaretti. Bu durum, kitlelerin bilincine KESK’in, Türk Kamu-Sen ve Türk-İş geleneğinin uzlaşmacı tarzını benimsemesini olarak yansımıştır.
Sendika yönetimlerinde, sendikal mücadele programlarına sahip anlayışlar değil, bazı siyasal grupların ihtiyaçları üzerinden oluşturulan siyasal-sayısal ittifaklar yer almaya başladığından bu yana KESK örgütlülüğü sürekli gerilemekte ve başarısızlığa uğramaktadır. Çok başarılı bir adım attığında bile, bu zafiyetten kendini kurtaramadığı içindir ki, bu başarı zihinlerde silik bir şekilde yer almaktadır. Örneğin savaş karşıtı mücadelede ilerici emek örgütlerinden oluşan “dörtlü”nün içinde çağırıcı olan KESK, 1 Mart’ları yaratan toplumsal muhalefetin öncülüğüne imza atmıştır. Halkın gözünde gerçekten büyük bir başarıydı bu. Ama maalesef KESK yönetimindeki siyasal ittifaklar, geleneksel tarzlarını derhal öne çıkararak kendi siyasal projelerini dayatma yarışına girdiler: Hangi ölçütlere göre yapıldığını halen anlaşılamayan kimi İslamcı çevrelerle ayrı ayrı platformlar oluşturmalar, ittifaktaki anlayışların her birinin kendi İslamcısını dayatma girişimleri v.b… Böylece KESK, bir başarıya imzayı henüz atmışken, ‘BAK’ gibi nesnel olarak muhalefeti bölen durumunda görünen oluşumların peşine düştü. Ve başarısızlığa imza atmaktan, muhalefetin parçalanmasına öncülük etmekten çekinmedi.
Bu gün gelinen noktada KESK yönetimlerinin yanlış politikaları, üyelerinin “gündelik hak ve çıkarlarını koruma” ve “toplu görüşme sürecine katılma” ile sınırlı bir mücadele ve örgütlenme anlayışı, KESK’i ve bağlı sendikalarını, zaman içinde bürokratikleşmeye yöneltmiş, Kamu Çalışanları Hareketini durağanlaştırarak siyasi iktidarın saldırıları karşısında direnebilme yeteneğini azaltarak, “gündelik hak ve çıkarları bile koruyamama” noktasına getirmiştir.
Sendika.org: Genel kurula nasıl bir işlev yüklüyorsunuz? Bu genel kuruldan nasıl bir sonuç çıkarsa sizin için anlamlı olur?
Genel kurul sendikaların örgütlenme ve mücadele politikalarının tartışılması gereken yerlerdir. Ancak maalesef genel kurullar örgütsel politikaların tartışıldığı, örgütün yenilenerek çıktığı yerler olarak değil, seçimlerin ve ittifakların konuşulduğu süreç olarak işliyor. Öyle ki bu durum örgütün bütün kademelerinde aynı biçimde yürümektedir. Kongre dönemleri örgütün adeta tatile sokulduğu dönem haline gelmiş durumda. Bu kongrenin de alışıldığı şekliyle geçeceği kaygısını üzülerek taşımaktayım. Eğer bu genel kurul şimdiye kadar olanlardan farklı bir biçimde geçerse, yani örgütün baştan aşağı örgütlenme ve mücadele anlayışını sorgulayan, örgütü daha ileriye taşıyacak politikaların tartışıldığı bir genel kurul yaşanırsa daha anlamlı olur. Tabi ki sadece tartışan değil bununla ilgili kararlar alan ve uygulayan bir anlayışın genel kurulca kabul görmesi gerekir. Ve her şeyden önce geleneksel tarzın terk edilmesi gerekir; salt sayısal pazarlığa dayalı ittifakların örgüte çok şey kaybettirdiğini, tekrarlanması halinde de KESK’in bir dönem daha bunu kaldıramayacağını görmek gerekir.
Sendika.org: KESK’in mücadele ve örgütlenme anlayışında bir yenilenme ihtiyacı var mı? Varsa bunlar hangi politikalar üzerinden şekillenen ne gibi değişikliklerdir?
Kesinlikle bir yenilenmeye, hem de sendikal hareketin tamamıyla birlikte aşağıdan yukarı topyekün gerçek anlamda devrimci bir yenilenmeye ihtiyacı vardır. Kamu çalışanları hareketinin devletin yeni saldırı programları karşısında direnme yeteneğinin belirgin bir biçimde zayıflaması, KESK içerisinde yeni sendikal çizgi arayışlarının ön plana çıkarılmasını gerekli kılmaktadır. KESK’i esas olarak bir politik vitrin ve destek alanı olarak değerlendiren, bu nedenle de yönetimi oluşturmayı koltuk payla
şımına indirgeyen geleneksel sendikal anlayışlar nedeniyle”sendikal strateji” tartışması bugüne dek hep ikinci planda kaldı. Bugün artık KESK’deki her anlayış, bireysel ya da grupsal olarak, bir yenilenmeden bahsetmekte. Bizce bu yenilenme sendikal hareketin bütününü kapsamalıdır.
Dünyada ve Türkiye’de emperyalizmin neo-liberal politikalarına bağlı olarak yaşanan devasa proleterleştirme ve yeniden işçileştirme dalgasının içinde sendikal harekette bugün gereksinim duyulan şey, baştan aşağı yeniden inşadır. Bu nedenle başta KESK olmak üzere tüm kamu emekçileri, işçi sınıfının bir bileşeni olarak, sendikal hareketin yeniden inşası için ortak örgütlenme ve ortak mücadele perspektifi ile hareket etmelidir. KESK’in örgütlenme ve mücadele anlayışı bu temelde yeniden tanımlanmalıdır.
Bugün artık belirgin biçimde görülmektedir ki, uygulanmakta olan neo-liberal program, KESK’in kendisini bir “memur konfederasyonu” olarak sınırlamasına da, mücadelesini “grevli-toplu sözleşmeli sendikal hak” mücadelesiyle daraltmasına da olanak tanımamaktadır. Çünkü emperyalizmin neo-liberal politikalarının yürütücülerinden olan Dünya Bankası ve IMF talepleri doğrultusunda temel hizmetlerin piyasalaştırılması, başta emek gücü olmak üzere hizmet üretiminin tüm unsurlarının piyasalaştırılmasını da beraberinde getirmektedir. Emeğin tam rekabet koşullarına sürüklenebilmesi için üretim sürecinin “esnekleştirilmesi”ne gidilmekte, taşeron ve fason üretimin yaygınlaştırılmasının yanında, özel sözleşmeli istihdam, parça başı çalıştırma, kayıt dışı istihdam gibi yöntemler hızla yayılmaktadır. KESK’in geleneksel yapısı, bu denli yoğun sömürü ağının örüldüğü bu atmosferi karşılamaya yeterli değildir. Bunu karşılayacak örgütlenme ve mücadele hedefleri saptanırken, iş yeri ve iş kolu ayrımının ötesinde genel hedeflerin belirlenmesi ve buna uygun araçların yaratılması gerekir. Bu ise, ‘yeni bir örgütlenme’, ‘yeni bir sendikal anlayışın’ yaşama geçirilmesidir.
Örneğin güvencesiz, esnek çalıştırma biçimleri karşısında, 657 sayılı kanuna tabii personelle sınırlı bir örgütlenme düzeneği, “kamu çalışanlarını” kapsayamamaktadır. KESK’e bağlı sendikalar, yasanın empoze ettiği üyelik ilişkisiyle kendilerini sınırladıkları taktirde, işveren devletin saldırı stratejisinin en önemli hamlelerinden biri karşısında silahsız hale düşmektedir. Kamu çalışanlarının tamamını örgütleme kapsamına alamayan, bir kısım kamu çalışanını şu ya da bu “mazeretle” dışta bırakan bir sendikal yapılanmanın “üretimden gelen gücü” kullanamayacağı ortadadır. Bu durumda sendikal örgütlenmenin üye tabanının yasayla sınırlı olmayan fiili üyelik biçimleriyle genişletilmesi zorunlu hale gelmektedir. Diğer yandan kamusal hizmetleri tasfiye etmek ve piyasalaştırmak için çıkarılan yasalar karşısında işçi-işveren ilişkileri alanıyla sınırlı bir mücadele düzleminin, kamu çalışanları sendikalarını sürükleyeceği noktanın “üyelerin hak ve çıkarlarını koruma” alanı olacağı artık iyice belirgin bir hale gelmiştir. KESK ve bağlı sendikalar, bu büyük saldırının karşısına ancak “üyelerin hak ve çıkarlarını” toplumun genel çıkarlarıyla bütünleştiren ilerici bir hareket halinde çıkarsa kazanabilir.
Sendikal mücadeleyi, iş kolu düzeyinden çıkararak, bölgedeki tüm emek güçleriyle ortaklaştırmayı hedefleyen bir sendikal örgütlenme ve mücadele anlayışını hedeflemek, bu konuda etkin çaba göstermek gerekir. Böylelikle temel bir insan hakkı olan eğitim ve sağlığın paralı hale getirilmesine karşı topyekün bir mücadelede, bu haklardan yararlanan emekçi halkın da sendikal sürece katılması sağlanacaktır. Bölgesel örgütlenme yada havza örgütlemesi dediğimiz bu anlayış, başta eğitim ve sağlık gibi temel insan hakkı olan bu taleplerin elde edilmesi ve korunmasının yanı sıra, diğer güncel taleplerin de kazanılması doğrultusunda mücadeleyi zorunlu kılmaktadır. Toplumsal hareket biçimindeki bu sendikal anlayış, sermayenin topyekün saldırısına karşı emeğin topyekün direnişinin kendisidir; bu sendikal anlayış Toplumsal Hareket Sendikacılığıdır.
(..)Örgütlü olmayan milyonlarca çalışan ve çalışma ihtiyacında olan emekçiye sırtını dönerek sadece kendi dar çıkarlarını korumaya dönük örgütlenmelerin başarı şansı yoktur. Yeni Sendikal Hareket bu bilinç ve sorumlulukla emekçilerin, yani işçilerin, işsizlerin, ev kadınlarının, kent ve kır yoksullarının, formel ve informel olarak çalışanların tamamının hak ve çıkarlarını koruyan, geliştiren ve bunu sınıfın bütününe yaymayı amaçlayan bir anlayışla hareket etmeyi amaç haline getirmelidir. Bu nedenle yeni sendikal hareket, işsizlik, yoksulluk, sigortasız çalışma, ücret kaybı, kötü çalışma koşulları ve iş güvencesi gibi temel sorunlar üzerinden hareket ederek, sermayenin egemenliğini ortadan kaldıracak olan emekçilerin birleşik, ortak mücadelesini yaratmaya yönelmek zorundadır.
(..) Bu nedenle kamu çalışanları hareketinin başlangıcında var olan ama zamanla unutulan ortak çalışanlar örgütü oluşturarak mücadele etmeyi birincil görev kabul etmeli ve bu doğrultuda somut adımlar atmalıdır.
Kamu emekçileri hareketi yeniden inşa edilirken, öncelikle kendi alanındaki kamu emekçilerinin tümünü örgütlemeyi hedeflemeli, alanının diğer unsurları olan emekçi halkı, özellikle yoksul bölgelerde, örgütlemeyi birincil görev haline getirmelidir. Ayrıca işyeri ve işkolu ayırımı gözetmeksizin en genelde ama özellikle yoksul alanlarda mahalle ve bölgesel örgütlenme vb. yaratarak mücadele süreçlerine katmalıdır. Toplumsal Hareket Sendikacılığının bu tarz örgütlenmesi ise, fiili bir mücadele anlayışıyla, sınıfın bütün bileşenleri ile ortak örgütlenme-ortak mücadele hattını örmeyi gerekli kılmaktadır. İşçi sınıfının ortak ve militan mücadele tarihinin yarattığı “komite ve konseyler” deneyiminin “Toplumsal Hareket Sendikacılığı” çerçevesinde yeniden tanımlanması zorunludur. Bugünkü koşullarda komite ve konseylerin sadece işyeri temelinde tanımlanması eksik bir yaklaşım olacaktır. Kuşkusuz işyerinde oluşacak komite ve konseyler, yeni bir sendikal hareketin ve gerçek bir işçi demokrasisinin temel yapı taşları olmaya devam edecektir. Ancak bununla birlikte yeni örgütlenme biçimlerine paralel olarak komite ve konseyler kavramının mahalle ve bölgeyi de kapsayan bir temelde yeniden tanımlanması da zorunlu bir gereksinimdir.
Bu da ancak ve ancak fiili bir mücadele anlayışıyla mümkün olabilir. Bu demektir ki, Sendikal hareketimizde çoktandır terk edilen ve kamu çalışanlarının ilk döneminin mücadelesinde eksen olan fiili, meşru, militan mücadele çizgisi yeniden canlandırılmalı, Kamu emekçileri sendikaları yeniden inşa edilmelidir..
Mücadele yasallık-yasadışılık ikileminden çıkarılak, fiili-meşru ve militan bir çizgide toplumun bütün emekçi kesimleriyle birlikte sürdürmelidir. Bugün meşruiyetin yasalardan değil, mücadelenin kendi sürecinin oluşturduğu haklılıktan ve toplumun diğer emekçi kesimlerinin desteğinden geldiği bilinciyle hareket edilmelidir. Fiili mücadele, fiili toplu sözleşme geleneği doğrultusunda, sözleşmenin sokakta, yani mücadele alanlarında yapılması perspektifiyle hareket edilmelidir. Mevcut sendika yasasına uyum değil, bu yasanın kamu çalışanlarına dar geldiği ve parçalandığı bir uyumsuzluk süreci örgütlenmelidir.
Sendika.org: Bir süredir DİSK-KESK birleşmesi sendikal hareketin çeşitli sorunlar
ına karşı bir çözüm önerisi olarak gündeme getiriliyor. Sizin bu konuya dair yaklaşımınız nedir?
Bu noktada ortak çalışanlar yasası talebinin altında yatan birlikte örgütlenme ve birlikte mücadele programına uygun bir perspektifle hareket edilmelidir. Bu ise elbetteki ortak örgütlenmeyi gerekli kılmakta ancak bu basitçe, sendikaların üyelerinin aritmetik toplamı, bir çatı birlikteliği değil, ortaklaştırılmış mücadele zeminlerindeki eylem birlikteliklerinden geçer. (..)
Sermayenin topyekün saldırısına karşı bütün emekçileri kapsayacak bir örgütlenme ve mücadele tarzı acilen öngörülmelidir. Dahası, bir blok olarak mülksüzleştirilen, yaşam standartları düşürülen, işsizleştirilen ve proleterleştirilen tüm kitlelerin, en genel adıyla yoksulların ortak mücadele ve ortak örgütlenme zeminlerinin yaratılması hedeflenmelidir. Ortak örgütlenme ve ortak mücadele denilen bu yaklaşım, toplumsal hareket formunda olan bir sendikal anlayışla, kamu çalışanları da dahil olmak üzere işçiler, işsizler, ev kadınları, informel çalışanlar, mahalleli, kır ve kent yoksulları ile çalışma ihtiyacında olan bütün emekçilerin mücadelede birlikteliğini gerekli kılmaktadır. Bu oturdukları evlerin çatılarını birleştirmeye benzemez.
Bu bağlamda DİSK ile KESK’in birleştirilmesi, olsa olsa iki ayrı evin çatısını biraz işçilikle uzatıp birleştirilmesi ya da elma ile armudun bir sepete konmasıdır. Çünkü her iki sendikanın örgütlenme ve mücadele tarzlarını ortaklaştıracak psiko-politik bir çalışma zemini henüz oluşturulmamıştır. Burada birlikte örgütlenmeye karşı olduğumuz anlaşılmasın, tersine biz DKÇ’liler olarak yıllarca ortak çalışanlar örgütü ve ortak çalışanlar yasasını savunduk. Hatta bu gün DİSK-KESK birleşmesi tartışmalarında bulunan kimi anlayışlar KESK’i bir memur konfederasyonu olarak dikmek isterlerken, biz daha KESK’in kuruluş aşamasında, ortak örgütlenme doğrultusunda BEK(Birleşik Emekçiler Konfederasyonu) olarak program ve tüzüğümüzü konfederasyon KESK kuruluş kongresine sunmuştuk. Ne yazık ki o dönemlerde bu fikri savunan bizler, bu gün DİSK-KESK birleşmesini gündeme getiren kimi anlayışlar tarafından anarko-sendikalizmle suçlandık. Sendikal hareketin krizi, DİSK ve KESK’in çatıda birleşmesi ile çözülemeyecek kadar derindir. İki konfederasyonun çatı birliği krizin çözümünün küçük, üstelik en son boyutudur; çözümün kendisi değildir, asla olamaz! Çözüm; tüm emekçilerin, işsizlerin, informel çalışanların, kır ve kent yoksullarının ve çalışma ihtiyacı olan herkesin ortak mücadele zeminlerinde buluşmalarını sağlayacak örgütlülüğü yaratmaktır. Yani öncelikle tabanda birlikteliklerini oluşturduktan sonra ihtiyaç olduğu noktada çatıyı ortaklaştırmaktır.
Bunun böyle olması gerektiğini algılamak istemeyen bugünkü KESK ve DİSK yönetimi, salt kendi siyasal kaygılarıyla hareket ediyor. Ben, DİSK ile KESK’in çatıda birleşmesi hamlesi ile, KESK’teki egemen siyasal anlayışın, mevcut konumunu garantiye almanın telaşı; DİSK’teki hakim kliğin ise suyunu çeken paralara yeni bir kaynak yaratma paniğinden başka bir şey görmüyorum. Sözleşmelilikle birlikte içi boşaltılacak olan bir KESK’le, konumlarının zayıflayacağını görüyor ve bunun telaşıyla hareket ediyorlar. Bir direniş örgütlemek, akıllarının ucundan bile geçmediği için, onlara, DİSK’i kendi varlık zeminlerinin bir sigortası olarak görmek ve çatıda birlikteliklere yönelmek daha güvenli gibi geliyor sanırım…Bu durum ise, sermayenin yeni saldırı programları ile fırtınalı günler geçiren işçi sınıfının mücadele zeminlerinden kaçarak sağlam bir limana sığınma biçimi gibi geliyor.