Sendika.org: Genel Kurula giderken KESK’in geçmiş 3 yıllık sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce KESK’in başarılı ve başarısız yanları nelerdir? Fatma Bozbeyoğlu: İşçi sınıfının gerçek tarihsel çıkarlarını temsil eden bir sendikanın misyonu, sınıfın üyelerinin gündelik, ekonomik bir farkındalık düzeyinden siyasal iktidar-sınıf bağlantısının kurulduğu bir bilince taşınması olmalıdır. Emekçilerin sendikalar eliyle biraz daha fazla ücret, biraz daha geniş […]
Sendika.org: Genel Kurula giderken KESK’in geçmiş 3 yıllık sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce KESK’in başarılı ve başarısız yanları nelerdir?
Fatma Bozbeyoğlu: İşçi sınıfının gerçek tarihsel çıkarlarını temsil eden bir sendikanın misyonu, sınıfın üyelerinin gündelik, ekonomik bir farkındalık düzeyinden siyasal iktidar-sınıf bağlantısının kurulduğu bir bilince taşınması olmalıdır. Emekçilerin sendikalar eliyle biraz daha fazla ücret, biraz daha geniş sosyal haklarla donanması kapitalizmin egemenliğini değiştirmeyeceği ve ücretli kölelik süreceği gibi, bu kazanımlar egemen sınıf ve düzenin sürekli tehdidi altında olacaktır. Dahası, içinde bulunduğumuz dönemde emekçiler sendikalar eliyle herhangi bir kazanım da elde edememektedirler. KESK’in genel olarak ilerici hattının emekçilere siyasal iktidar-sınıf bağlantısı hakkında günlük gazete bilincinin ötesinde herhangi bir şey söylemediği herhalde açıktır. KESK’in siyasetle kurduğu ilgiye “sınıf siyaseti” demek güçtür.
Bugün KESK kamu emekçilerini politikasız, silahsız ve çaresiz hale getirmiştir. Kuşkusuz KESK’in bu noktaya gelmesinde, emeğin sosyal ve iktisadi yaşamına yöneltilen yıkım politikalarının önemli bir payı vardır. Ama sendikal hareketin bu kötü gidişatı salt bunlarla açıklanamaz.Bugüne kadar izlenen sendikal politik hat ve örgütsel mücadele stratejileri bugünkü gerileme nedenidir.
Başta KESK genel merkezi olmak üzere yöneticiler ve onların temsil ettiği sendikal anlayışlar bu başarısızlığın ve kötüye gidişin sorumlularıdır.
Kısaca özetlersek;
• KESK, Türkiye siyasetinin kritik mücadele günlerinde eylemlerini ertelemiştir.
• KESK kriz çıkartma faturasından korkmaktadır. Aslında KESK Türkiye kamuoyunun kriz korkusu ve istikrar, huzur, güven arayışına teslim olmuştur. Sendikal önderlik, KESK’in kendi tabanının, genel olarak emekçilerin ve halkın üzerindeki ideolojik basınçla göğüs göğüse gelmeksizin, sorunun yanından dolanabileceğini, tabanın ve emekçilerin verili durumunu değiştirmeye çalışmadan yaşayabileceğini zannetmektedir.
• Devletin kendi eliyle kurdurduğu faşist Türk Kamu-Sen’i bulunduğu her alanda kendi eliyle meşrulaştırmıştır.
• Devletten ve sermayeden bağımsız olarak yola çıkılan mücadelenin özellikle son dönemlerinde devlete ve sermayeye yakın temas noktaları oluşturmak tercih edilmiş, sıkışılan başlıklarda Cumhurbaşkanına övgüler düzülmüştür.
• Grevli ve toplu sözleşmeli sendika hakkı konusunda iddiasız ve umutsuz yol alınmış, KESK mücadelesini düzen yasalarına sıkıştırmıştır. Tahkim anlamına gelen Anayasanın 90. maddesine sığınması bunun en güzel örneğidir.
• Türkiye ve Dünya emekçilerine düşman, emperyalist bir güç olan AB’ye doğrudan karşı olmak yerine, oradan demokrasi ve insan hakları geleceği halüsinasyonuna kapılınmıştır. Genel Kurullarda kendi sendika başkanını dinlemeyen delegeler, yurt dışından gelen ve AB’yi öven konukları ayakta alkışlamışlardır. Yine KESK yöneticilerinin AB temsilcisi Verheugen ile görüşmek için yarışmaları hafızalardadır.
• Sol değerler üzerinden kurulan sendikalarda, sosyalist siyasete yasaklar konmuştur. Siyasetsizlik övülmüştür.
• Genel Kurullarda önerge vermek ve konuşma yapabilmek konusunda kotalar konulmuştur.
• Kamu Görevlileri Sendikaları Kanununun TBMM’de görüşüldüğü günlerde mücadele takvimi ve mücadele hattı örülememiştir.
• Norm Kadro uygulaması-Toplam Kalite Yönetimi-Katkı Payı uygulamaları konusunda yenilgi ilk baştan kabul edilmiştir.
• KESK’in kendi gücü olmasına rağmen Emek Platformu bileşenlerinin içinde eriyip gitmiştir.
• Merkezi, etkili ve hak alıcı mitingler yerine mücadele aracı olarak basın açıklamaları, bölgesel mitingler tercih edilmiştir.
• Çıkarılan afişlerin genelinde bireycilik övülmüş, “ben” duygusunun işlendiği , “biz” duygusunun unutulduğu kampanyalar yapılmıştır.
• Özelleştirmelere, yaşanan ekonomik krizlere karşı ciddi bir duruş sergilenememiş, durum göstermelik ve cılız basın açıklamalarıyla geçiştirilmiştir. (SSK’nın devri ve sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi, SEKA’nın tasfiyesi vs.)
• Tahkim Yasası, “Mezarda Emeklilik Yasası”na, Tasarruf Teşvik Fonu’ndaki paraların hortumlanmasına sessiz kalınmış, daha başından yenilgi kabul edilmiştir.
• Sömürü, sol, sosyalizm, sınıf, siyaset kavramlarına yasak konmuşçasına bildiri, afiş ve eğitimlerde bu kavramlara yer verilmemiş, örgüt lokalleri kişisel ilişkilerin yürütüldüğü apolitik ve sıradan yerlere dönüştürülmüştür.
• Yeni üyeleri dönüştürmek yerine, adeta sendikanın kendisi dönüşmüş ve bir taban fetişizmi yaratılmış, her şey kendiliğindenciliğe terk edilmiş, kitlenin talepleri dikkate alınmamış, kısır bir delegecilik- yönetimi ele geçirme- liste pazarlıkları oyununa teslim olunmuştur.
Siyasetsizlik KESK’te öyle bir noktaya gelmiştir ki tüm emekçilerin geleceğini doğrudan ilgilendiren Avrupa Birliği konusunda bile net bir şey söylememekte, ya susmakta, ya da deyim yerindeyse “lafı yuvarlamaktadır”. Ancak bazen suskunluk da çok şeyi ifade eder. AB’ye hayır – evet arasında “havet” demenin bedeli çok ağırdır. Kopenhag kriterlerine veya AB müktesebatına uyum bahanesiyle emekçilerin tüm kazanımları iktidar tarafından budanırken susmanın ya da “Emeğin Avrupası” gibi içi boş laflar etmenin bedeli de çok ağırdır. KESK’in AB’nin ilgili fonları ile fonlandığını herkes biliyor. Ancak şu unutulmasın; Bu düzende kimse kimseye karşılıksız para vermez. Bu fonların bedeli KESK’in AB sürecine ilişkin suskunluğu veya tepkisizliği ise bunun acısı da er veya geç çıkar. AB’ye uyum diye hükümetin dayattığı “Kamu Yönetim reformu” – “Personel Rejimi Reformu”na Yeni Emeklilik Yasası’na bu KESK hangi yüzle karşı çıkacak?
KESK bugün; üyelerine yabancılaşan, tabanı yalnızca bir eylem gücü olarak gören, hedefleri doğrultusunda yeni politikalar geliştiremeyen, devletin sarı/faşist sendikalarının atağını göğüsleyemeyen, sol içi rekabetle mekanizmalarını yıpratıp duran bir sendika olarak tarif edilebilir. Bu yıpranmanın ne derece farkında olduğu pek de belli olmayan merkezin periyodik eylem çağrıları her defasında daha az yankı yapmaktadır. Bu durum fiziki değil, siyasal bir yorgunluktur. Ne yazık ki gerilemiş görünen eylem gücünü geri kazanmak için KESK’in herhangi bir fikri yoktur. Bu sendikal anlayış değişmelidir.
KESK’in yüzyüze bulunduğu sorunların uygun bir biçimde tanımlanması ve çözüm konusunda geniş bir duyarlılığın oluşturulması elbette ki önemlidir. Ama asıl önemli olan sorunun doğru tespiti ve onun sınıfsal özünün iyi kavranabilmesidir.
Sendika.org: Genel Kurula nasıl bir işlev yüklüyorsunuz?Bu genel kuruldan nasıl bir sonuç çıkarsa sizin için anlamlı olur?
KESK Türkiye işçi sınıfının durumunu olumlu yönde değiştirmek için mi mücadele edecektir, yoksa mevcut durumun ve sorunun parçası olarak erimeye devam mı edecektir? KESK ya sınıf mücadelesinin bütünlüğünün hakkını verecek ya da erozyon yaşamaya devam edecektir.
KESK’in 2005 yılında toplanacak olan Genel Kurulu’nun gündemi bir kez daha koltukların nasıl paylaşılacağı mı olacaktır? KESK tabandan kopmaya devam eden bir siyasi gruplar koalisyonu olarak mı yola devam edecektir? KESK Avrupa Birliği konusunda karnından konuşmayı sürdürecek midir? KESK sarı faşist bir sendikanın küçük sol muhalefeti
olarak mı kalacaktır?
2005 Genel Kurulumuzun gündemine bu sorular çerçevesinde yeniden yapılanma tartışması damga vurmalıdır.
Sendika.org: KESK’in mücadele ve örgütlenme anlayışında bir yenilenme ihtiyacı var mı? Ve bunlar hangi politikalar üzerinden şekillenen ne gibi değişikliklerdir?
Sosyalizmin yıldızının parladığı ve kapitalist sistemle rekabet ettiği zamanlarda sendikalar kapitalist sistem içerisinde hak arama -hak alma organı olarak çok işlevsel bir öneme sahiptiler. Reel sosyalizmin çözülmesi ile birlikte kapitalizmin işçi sınıfının kazanımlarına doğrudan ve pervasızca saldırması, haklarını ve reel ücretlerini budaması sendikaların bugün itildikleri geri mevzi ile doğrudan ilgilidir.
Sendikal hareketin krizine çözüm bulmak için yapılması gereken, sendikaları siyasetin içeri sokulmadığı bürokratik kurumlar olmaktan çıkarıp temsil ettiği sınıfı siyasallaştırmaya çalışan örgütler haline getirmektir. Yani şu anda yapılanın tam tersini yapmak gerekir. Siyasetten uzak tutulan sınıfın kendi hak ve çıkarları için savaşmasını beklemek nafiledir. Dünya çapında sermaye sınıfının yeni bir yapılanmayla emeğe karşı sürdürdüğü saldırılara emekçilerin bugünkü sendikal yapılar ile direnebilmeleri mümkün değildir. Direniş ancak sınıfın birliğini gözeten ve siyasal iktidar perspektifini içeren bütünlüklü bir strateji ile başarılabilir.
Sendikaların bu gün için hem siyasal – hem de örgütsel bir krizin içinde oldukları doğrudur. Üstelik birçok sendikal pratik bürokratizm, profesyonellik gibi yanlışlarla doludur. Eğer bunları kabullenmiyor isek, o zaman yapmamız gereken bu durumu değiştirmek için mücadele etmektir.
KESK’in talepleri, mücadele başlıkları şunlar olmalıdır :
• Öncelikle anti-emperyalist bir mücadele yürütmeli ve yurtsever kimliklerimiz öne çıkartılmalıdır. Sadece IMF, Dünya Bankası değil Avrupa Birliği de bu saldırının arkasındaki güçler arasındadır. KESK AB konusunda bin dereden su getirmekten vazgeçmeli ve kendini AB gerçeklerini emekçilere bütün açıklığıyla yansıtmakla görevli saymalıdır.
• KESK toplu görüşme masasını sorgulamaktan çekinmemeli, biran önce, örneğin 2005 yılında toplu görüşme masasını gayrı meşru kılmaya çalışmalıdır. Kamu emekçileri hareketinin yöneticileri, sendikaların ilk kurulduğu günlerden beri durmaksızın bütün ileri önerileri “taban geri” diye karşılamışlardır. Geri tabanı değiştirmek için emek vermeyen, gündem oluşturmayan yönetimler şimdi gerilik tarafından kuşatılmışlardır.
• KESK “kamunun yeniden yapılandırılmasına” karşı mücadeleyi bir ölüm kalım sorunu olarak kavramak ve gündeme getirmek durumundadır.
• Bugün işsizliğe karşı sesini yükseltmeli, işsizleri örgütlemeyi önüne koymalıdır.
• Taban gücü düzenli olarak gerilemekte olan KESK’te ilginç bir eylem tarzı yerleşmektedir. KESK ve bağlı sendikaların yöneticilik görevleri, kitleyi örgütlemek ve harekete geçirmekten, kitle adına temsili eylem yapmaya dönüşmüştür. Sendikacılar işyeri işyeri gezip örgütlenmek yerine e-mail haberleşmesi yoluyla işin kolayına kaçmaya itmektedir. Ama toplu görüşme yetkisini yitirmekten endişeye kapılan Eğitim-Sen’in örgütlenme çalışmalarını afişlemeyle yürütmesi sorunun yorgunluk değil bir yaklaşım sorunu olduğunu kanıtlar niteliktedir. KESK’in en büyük sendikası örgütlenme ve mücadele konusunda en ufak bir heyecan uyandırması olanaksız “Eğitim Sensiz Olmaz” ibareli afişleri reklam panolarına asarak “örgütlenme” çağrısı yaptığını iddia edebilmektedir. Eğitim emekçileri dişle tırnakla, birim birim örgütlenerek, yüz yüze temas ederek, hedefler göstererek, öğretmenlerin birlikte güçlü bir kolektif oluşturduklarını anlatarak bu sendikayı yaratmışlardı. Sendika yöneticileri, sendika bürolarına hapsolmamalı, üretim sürecinden kopmadan, yabancılaşmadan, amatör ruhla ama sınıflar mücadelesinde görev ve sorumluluklarını bilen profesyonel bir tarzda sendikal mücadelede yerlerini almalıdırlar. KESK temsili eylem yapmamalı, kitlesel eylemi örgütlemelidir.
• KESK ancak ve ancak bugün tasfiye edilmek istenen “kamu hizmeti” bilincini yükselterek örgütlenebilir. Dolayısıyla KESK’in güç kazanması için piyasacılığa, liberalizme karşı mücadele etmesi gerekir. Sosyal demokrat, sol liberal akımlarla flört KESK’e güç katmamakta, tersine altını oymaktadır. KESK kamuya saldırının ana öznelerinden biri olarak AB ile mücadele ederse kamu emekçilerini örgütleyebilir. KESK örgütlenebilmek için, insanlara sabır öneren, olumsuzlukların faturasını kadere çıkartan, kurtuluşu öte dünyaya havale eden ve bu yolla düzenin çarklarının dönmesine vazgeçilmez bir katkı koyan dinci gericiliğe karşı kıyasıya aydınlanmacı bir kavga vermelidir.
Sendika.org: Bir süredir DİSK-KESK birleşmesi sendikal hareketin çeşitli sorunlarına karşı bir çözüm önerisi olarak gündeme getiriliyor? Sizin bu konuya dair yaklaşımınız nedir?
Kamu emekçileri işçi sınıfının bir parçasıdır. İşçi sınıfı, kapitalist üretim ilişkileri içinde hayatını sürdürmek için emek gücünü satmak zorunda olanların oluşturduğu sınıftır. Bu sınıfın üyelerinin emeklerinin ürünü somut bir meta olabileceği gibi, bir hizmet de olabilir. Kamu emekçileri Türkiye’de nesnel olarak parçası oldukları işçi sınıfının diğer kesimlerinden, egemen ideolojinin bilinçli bir manipülasyonu ve yine tamamen bilinçli ayrımlar icat eden hukuksal düzenlemeler ile ayrıştırılmıştır. On yıllar boyunca devlet tarafından istihdam edilmek kamu emekçilerinde sınıfın diğer kesimlerine oranla sahte bir üstünlük duygusunu beslemiştir. Patron devletin bu yolla emekçilerin birlikte davranma olanağını elinden almaktadır.
Ne yazık ki 1980’lerde yükselen kamu emekçileri hareketi bütünlüklü bir sınıf bilincine sahip olamamıştır.
Türkiye’de mevcut sendikal yapılanmanın sınıfın birliği, sınıf bilinci, sınıfın siyasallaşması açılarından olumsuz bir rolü olduğu söylenebilir. Mevcut konfederasyonlara bakıldığında buralarda birbirlerinden çok da farklı sendikal anlayışların egemen olduğunu söylemek giderek daha zor hale geliyor.
Dolayısı ile mevcut konfederasyon yapılarının birleşmesi gündemi, ancak mevcut geri konumlarının nasıl aşılabileceği, sınıf sendikacılığı çizgisinin nasıl hayata geçirilebileceği soruları ile birlikte ele alındığında anlamlı olacaktır.