Doğu Asya’nın tamamının yükselen üretkenlik, gelişmiş teknoloji ve sermaye birikimi merkezleri olarak muazzam ilerlemeler kaydettiği noktasında kuşku yok. Hatta tüm göstergeler sürekli bir yükselişe işaret ediyor. Önemli olan, elbetteki tek başına rakamların kendisi değil. Önemli olan bu rakamların sermaye birikiminin diğer büyük merkezlerine -yani batı Avrupa ve ABD’ye- kıyasla ne anlama geldiği. Kabaca, 1970’lerin sonundan […]
Doğu Asya’nın tamamının yükselen üretkenlik, gelişmiş teknoloji ve sermaye birikimi merkezleri olarak muazzam ilerlemeler kaydettiği noktasında kuşku yok. Hatta tüm göstergeler sürekli bir yükselişe işaret ediyor. Önemli olan, elbetteki tek başına rakamların kendisi değil. Önemli olan bu rakamların sermaye birikiminin diğer büyük merkezlerine -yani batı Avrupa ve ABD’ye- kıyasla ne anlama geldiği. Kabaca, 1970’lerin sonundan itibaren ABD’nin ekonomik gücünün hem batı Avrupa hem de Doğu Asya karşısında gerilediği ve şu an itibariyle de batı Avrupa ve Doğu Asya’nın başa baş kaldığı söylenebilir.
Burada üretim, ticaret ve finans alanlarındaki güce işaret ediyorum. ABD’nin son büyük kalesi/kozu, doların hala küresel rezerv para birimi olarak kalması. Ama, ABD’nin baş döndürücü bir hızla büyüyen cari açıklarından dolayı doların değerinde yaşanan düşüş, ABD’nin bu büyük kozunu da tehlikeye düşürüyor. Herkesin de farkına vardığı gibi ABD’nin gittikçe büyüyen devasa kamu borçlarının ve cari açığının üstesinden gelebilmesinin tek yolu borçlanma. Ve bu borcu verenlerin başında da Çin, Japonya ve daha az fakat yine de önemli bir paya sahip olan Güney Kore geliyor. Dünya basınındaki büyük tartışma ise Doğu Asya’nın ABD Hazine tahvillerini geçtiğimiz yıllardaki oranlarda almaya devam edip etmeyeceği. Her üç ülkenin de geçtiğimiz altı ay içinde verdiği sinyaller, varlıklarını diğer para birimlerine aktarmayı düşündüklerini gösteriyor. Tam bir mutabakatla değilse de genel olarak, Doğu Asya’nın rezerv parada böylesi bir değişikliğe gitmesi durumunda dolardaki düşüşün daha da hızlanacağı, ve belki de tam bir çöküşe gideceği, ve bunun da sadece ABD’de değil dünyanın diğer coğrafyalarında da bir dizi bunalımı tetikleyeceği tartışılıyor.
Bence şurası çok açık ki, Bush yönetiminin ekonomideki açıkları kapatmaya ne niyeti ne de politik olanağı var. Doğu Asya ülkeleri yakın gelecekte iki tehlike arasında seçim yapmak durumunda kalacak. Birinci tehlike şu: eğer dolara yatırımlarını azaltırlarsa, ABD’nin Doğu Asya mallarını satın alma olanağını ortadan kaldırmış olacaklar. Diğer yandan, eğer sürekli değer kaybeden bir dolara yatırım yapmaya devam ederlerse, bu, ulusal gelirlerinin düşmesine yol açacak. Birincisi kısa vadeli, ikincisiyse orta vadeli bir tehlike. ABD açıkları büyüdükçe, mevzu bahis orta vadeli tehlike şüphesiz daha da öne çıkacak. Gerçekten de şu anda yaşanan durum bu. Ben Doğu Asya’nın bu değişikliğe gitmesinin fiilen kaçınılmaz olduğunu ve bunun sonrasında da doların dünyanın tek rezerv parası olma statüsünü de yitireceğini düşünüyorum. Sonuç olarak yaşanacak büyük karmaşanın ekonomik ve politik sonuçları bakımından ABD için Doğu Asya için olduğundan çok daha yıkıcı olacağını ve bu gerçeğin de Doğu Asya’yı daha hızlı davranmaya teşvik edeceğini düşünüyorum.
Sonra ne olacak? Dünya sistemimizin halihazırdaki kaotik durumu daha da kötüleşecek. Bu kaosun ne gibi askeri ve uluslar arası gerilimlere yol açacağı ise herkesin endişe duyduğu bir konu. Buna dair bir öngörü yapmak da çok güç. Öncelikle, ABD iki farklı yönelimden birini tercih edebilir: Amerikan kalesine yaslanan tecrit politikasına dönüş ya da daha tek taraflı bir maceracılık. Her ikisini birlikte de yapabilir -önce daha fazla macera ve sonra Amerikan kalesi. Bunun elbette Doğu Asya açısından korkunç sonuçları olacaktır. Kore yarımadasındaki gelişmelere ve Çin hükümetiyle Tayvan arasındaki gerilime derhal etki edecektir. Japonya’nın büyük askeri yeniden yapılanma sürecine katılıp katılmayacağı ivedi bir sorun olarak gündeme gelecektir. Hem Güney Kore’de hem de Japonya’da, gelecekte nükleer silahlanmaya gidilip gidilmeyeceği sorunu açığa çıkacaktır.
Doğu Asya önemli bir soruyla karşı karşıya kalacaktır: bölgenin Avrupa’nın son 50 yılda yaptığına benzer bir entegrasyona yönelip yönelmeyeceği. Zorluklar ortada. Hem Çin hem de Kore, yeniden birleşme için çabalayan bölünmüş ülkelerdir. Bölgenin üç ülkesinin de -Çin, Japonya, Kore- birbirlerine karşı büyük tarihsel ihtilafları var. Avrupa’nın öyküsü bu ihtilafların aşılamaz olmadığını gösteriyor, fakat bunlar büyük bir önemle ele alınmalı ve gecikmeksizin, bir şekilde ortaya konmalı / konuşulmalıdır. Bu gerçekleşecek mi?
Doğu Asya’nın işbirliği ve uzlaşma yönünde hareket ettiği aşikar. Doğu Asya’nın birleşik ekonomik, politik ve (evet) askeri potansiyeli önümüzdeki elli yıl içinde ürkütücü, yenilmesi zor bir güce dönüşecektir. Dünya sisteminin, -dünya kapitalist sisteminin- bugünkü tarihsel yapısından “başka bir şey”e doğru yaşadığı dönüşümde, Doğu Asya bloğu merkezi bir rol oynama notasına gelecek, belki de “merkezi rol” onun olacaktır.
İşin olumsuz yanı da ortada. Birincisi, böylesi bir çaba [Doğu Asya’da bloklaşma] ABD’nin şiddetli muhalefetiyle karşı karşıya kalacak, ABD kadar olmasa bile batı Avrupa’dan da bir muhalefet gelecektir. Aynı zaman da Hindistan’ın muhalefetiyle de karşı karşıya kalınabilir. Fakat, belki daha da önemlisi, tartışmalı bir düzenlemede Çin ve Japonya’dan hangisinin daha etkin rol alacağına dair bir tartışma başlayacaktır; ayrıca Kore de küçük ortak muamelesinden hoşnut olmayacaktır. Geçtiğimiz yüz yılda bölgesel birlikler için girişilen pek çok çaba böylesi konular yüzünden başarısız olmuştur.
Anlaşılması mühim olan şey şudur: Doğu Asya politik uzlaşması ve entegrasyonu tamamen Doğu Asya’nın kendi gücü sınırlarında çözülecek bir sorundur. Dünyanın geri kalanı bu konuda pek fazla bir şey yapmaya kadir olamayacaktır; ne destek ne de köstek olunabilir. Dediğimiz gibi, Top Doğu Asya’da.
*yazının orijinal başlığı “Doğu Asya ve Dünya: On Yıllar Sonra”dır.
Immanuel Wallerstein -15 Mart 2005
(fbc.binghamton.edu’dan sendika.org tarafından çevrilmiştir.)