Ceza reformu, son yıllarda hükümetlerin “hukuk reformu” gündeminin ana başlıklarından biri haline geldi. Afrika’dan Avrupa’ya değin ceza yasaları yenileniyor, azgelişmiş devlet bürokratları ülkelerindeki hapishaneleri modernize etmek için ABD ve Avrupa hapishanelerini ziyaret ediyor, devletler arasında “hapishane reformu” konulu ortak projeler uygulanıyor. Ceza reformu ve onun ayrılmaz bir parçası olan cezaevi reformu, yalnız hükümetlerin gündeminde değil, […]
Ceza reformu, son yıllarda hükümetlerin “hukuk reformu” gündeminin ana başlıklarından biri haline geldi. Afrika’dan Avrupa’ya değin ceza yasaları yenileniyor, azgelişmiş devlet bürokratları ülkelerindeki hapishaneleri modernize etmek için ABD ve Avrupa hapishanelerini ziyaret ediyor, devletler arasında “hapishane reformu” konulu ortak projeler uygulanıyor. Ceza reformu ve onun ayrılmaz bir parçası olan cezaevi reformu, yalnız hükümetlerin gündeminde değil, aynı zamanda özel sektörün de yakın ilgi gösterdiği bir alan. Bu ilgi, bazen şirketlerin sponsoru olduğu “cezaevi yönetimi” konulu kıtasal konferanslarda, bazen özel sektöre lobi hizmeti yapan “kar amacı gütmeyen” kuruluşların hükümetleri ceza reformuna ikna çabalarında somutlaşıyor.
Yaklaşık 20 yıldır dünya gündemine yavaş yavaş giren, son birkaç yılda ise küresel bir harekete dönüşen ceza reformunun çapı, bugün ceza politikaları alanında gerçekten de büyük bir dönüşümün yaşandığını söylemeye elverişlidir. Bu dönüşüm, yaygın idam ve yasal işkencede somutlaşan bedensel cezanın yerini alan hapsetmenin, kapitalist cezalandırma anlayışını biçimlendirerek hapishane sisteminin dünyada yerleştiği 19. yüzyıl başlarından bu yana, ceza anlayışındaki en büyük dönüşümü temsil ediyor. Bugünkü dönüşümün anahtar teması ise, “kamu-özel ortaklığı”dır (public-private partnership). Bu kavram, özel sektörün ceza reformuna ilgisinin nedenini de açıklar.
Gerçekte, “kamu-özel ortaklığı” kavramı, yalnız ceza hizmetlerinin değil, tüm kamu hizmetlerinin özelleşmesinin dayandırıldığı ana kavramdır. Kamu-özel ortaklığında özel sektöre düşen, piyasaya açılmış kamu hizmetlerini piyasa mantığıyla yürütmek; devlete düşen ise bunun için özel sektöre yetki vermektir. Bugünkü “yönetişim” anlayışına dayalı kamu reformunun anafikri olan bu “ortaklık” ile birçok kamusal hizmet alanı özel sektöre açılmıştır. Kamu-özel ortaklığının son halkalarından biri ise, cezalandırma sektörüdür.
Ceza alanında kamu-özel ortaklığının tam anlamıyla gerçekleştiği biçim, cezaevlerinin özel şirketler tarafından işletilmesidir. Bunun için kamusal organlar, özel şirketler ile sözleşme yaparlar, şirketler bu sözleşmelere göre özel hapishaneleri kurar ve kendi güvenlik görevlileri ile işletirler. Cezalandırma şirketleri, işlettikleri hapishanelerde günlük maliyet hesabı çıkarırlar, bu maliyet bedeli, üzerine eklenen kar payı ile birlikte devletin bütçesinden şirketlere ödenir. Şirketlere ödenen paraların çok büyük olduğunu, ceza sektörünün şirketlerin iştahını bu nedenle kabarttığını, son yıllarda kurulan ceza şirketlerinin gelirlerinin yıldan yıla kat kat büyüdüğünü söylemeye gerek yoktur. Özel hapishane modeli ABD kaynaklıdır, bugün ABD’den başka, İngiltere, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, Güney Afrika’da özel hapishaneler açılmıştır. Birçok devlet ise, yarı-özel hapishane sistemine geçiş sürecindedir. Fransa, Danimarka, İtalya, Macaristan, Japonya, Şili, Peru, bu devletlerden bazılarıdır. Yarı-özel hapishane sisteminde, hapishanenin yönetimi ve gardiyanlık hizmetleri devletin tekelinde kalır, ancak hapishanenin inşaatı, mimari tasarımı, kantin, yiyecek, sağlık, nakil gibi “mahpuslara sunulan hizmetler” için özel sektörle sözleşme yapılır.
Özel ya da yarı-özel hapishane sistemine geçiş, vahşi liberalizmin küresel düzeyde egemen olduğu son yıllara ilişkin bir gelişmedir. Bu gelişme, gerçekte 19. yüzyılın özel hapishane modeline doğru bir geri dönüş eğilimini taşır. Kısacası, bugünün cezaevi reformu sermayenin cezalandırmadan kar sağlama amacıyla bütünleşmiştir. Bu süreçte ortaya çıkan uluslararası ceza şirketleri ise, şimdi Avrupa ve Üçüncü Dünya hapishane pazarının kapılarını zorlamaktadır.
Bugün birçok devlette ilk aşama olarak yarı-özel hapishane sistemine geçilmiş olması ve özel hapishanelerin açılması için hükümetlerle şirketler arasında görüşmelerin sürdüğüne ilişkin haberlerin sıklığı, cezaevlerindeki özelleşmenin giderek yayılacağının işaretleridir. İsrail, Litvanya, Kosta Rika, Güney Kore, Lesotho, Meksika ve Tayland, özel hapishaneler için ceza şirketleriyle sözleşme görüşmelerini sürdüren ya da pilot projeleri uygulamaya koyan devletlerdendir.(1) Şimdilik özel hapishane modeline mesafeli duran devletler ise, mahkum emeğinin sömürüsü konusunda aynı hassasiyeti göstermemektedir. Üzerinde hiç tartışma yürütülmeyen, bütün devletlerin anlaştığı bir nokta vardır ki, o da “reform” sürecinde mahpus emeğinin sömürüsünün yoğunlaştırılmasıdır. Hapishaneler kamusal olsa bile, devletler düşük ücretli, bazen ücretsiz, istikrarlı, güvencesiz mahpus istihdamı ile ekonomilerine ek kaynak yaratmakta heveslidir. Bir örnek vermek gerekirse, dünyada en büyük mahpus nüfusunu barındıran ülkelerden biri olan Rusya, hapishaneleri özelleştirmesi için yapılan dış baskılara göğüs gerip, özel hapishane sistemine geçmeyeceğini açıklarken, mahpuslara daha fazla istihdam alanı yaratması için özel şirketlere çağrıda bulunmayı ihmal etmemektedir. (2) Gerçekte, hapishaneleri kurmak ve işletmek devletin tekelinde kalsa bile, mahpus emeğinin sömürüsünden sağlanan çıkar çoğu zaman özeldir: Şirketler, en azından düşük maliyetli mahpus emeğiyle üretilen ürünleri alıp satmaktan kar elde ederler. Ayrıca, özel hapishanelerde olduğu gibi, devlet hapishanelerinde de mahpus kiralama sistemi uygulanır, bu modelde şirketler hapishane yönetimleri ile sözleşme yapar ve mahpusları istihdam ederler. (3) İhmal edilmemesi gereken bir başka nokta, devlet şirketlerinin de mahpus çalıştırmasıdır. Hapishane endüstrisi alanında devlet şirketleri de, tıpkı özel cezalandırma şirketleri gibi, son yılların yeniliklerindendir, eşzamanlı olarak ortaya çıkmışlardır ve hapishanelerin özelleştirilmesine eşlik etmektedirler. Bütün bunlar, mahkum emeğinin karlı doğasının son yıllarda hem devlet, hem de özel şirketler tarafından yeniden keşfedildiğini ve mahkumların hem devlet, hem de özel çıkarlar için sömürüldüğünü ortaya koyar. Mahkum emeğinin sömürüsü alanında “kamu-özel ortaklığı”nın gerçek anlamı da burada yatsa gerekir.
Mahkum emeğinin sömürüsü, hapishanelerin tarihi ile bütünleşmiştir. Hapishanelerin ortaya çıktığı zamanlardan bu yana, mahkum emeğinin özel çıkarlar için sömürüsüne sınır getirilen tek dönem, 20. yüzyılın ikinci yarısıdır. Ancak bu da uzun sürmemiştir. 1970’lerde patlayan dünya ekonomik krizi arkasından ABD’de Reagan döneminde başlatılan “Hapishane Endüstrisini Geliştirme Programı”, ABD’yi izleyen devletler için de model oluşturmuş, özel şirketler mahpus emeğini kullanmaya başlamıştır. (4) Örneğin, Yeni Zelanda’da özel sektörün hapishane sistemine katılımını maksimize etmek amacıyla 1996’da yeni bir Mahpus İstihdamı Politikası başlatılmış, 1998’e gelindiğinde 20’nin üzerinde özel şirket bu ülkede mahpus istihdamına katılmıştır. 1999’da mahpusların % 70’i istihdam edilmektedir. (5) Yeni Zelanda’da işveren ile hapishane yönetimi arasında yapılan sözleşmeye göre mahpuslara ödenmesi gereken ücretin yarısı masraflar için hapishane yönetimine aktarılmakta, geriye kalan yarısı ise bankada biriktirilerek serbest kaldığında mahpusa verilmektedir. (6) Yeni Zelanda’ya ilişkin bu model, gerçekte ABD modelidir ve birçok başka ülkede de aynen uygulanmaktadır. Yasalar genellikle mahpusun çalışması karşılığında asgari ücret ödenmesini öngörmektedir, ancak bu asgari ücretin ödenmedi