ABD, dünyanın efendileri arasındaydı belki; yine de bu, kentlerinin, yoksulluğun da küresel merkezleri arasına girmesini engelleyememişti. Bu durum, şaşırtıcı bulunabilir elbet. Örneğin, işçi ücretlerinin şirket gelirleriyle bağlantılı olması gibi, yurttaşların hayat seviyelerinin de ülkelerinin zenginliğiyle orantılı olacağına dair o liberal formülün, küresel finans merkezlerinden salgılanan ve milliyetçi sol kesimlerde ısrarla alıcı bulan teorinin albenisine kapılanlar, […]
ABD, dünyanın efendileri arasındaydı belki; yine de bu, kentlerinin, yoksulluğun da küresel merkezleri arasına girmesini engelleyememişti. Bu durum, şaşırtıcı bulunabilir elbet. Örneğin, işçi ücretlerinin şirket gelirleriyle bağlantılı olması gibi, yurttaşların hayat seviyelerinin de ülkelerinin zenginliğiyle orantılı olacağına dair o liberal formülün, küresel finans merkezlerinden salgılanan ve milliyetçi sol kesimlerde ısrarla alıcı bulan teorinin albenisine kapılanlar, şaşırabilirler buna. Ancak bu, zenginliklerin paylaşımının sınıf mücadelesinden bağımsız olacağına dair bir kabul anlamına gelir ki, sosyalist düşünce ile ilişkiniz tümden sonlanmış demektir. Bu kabûle yanaşmayan sosyalistler ise, bir asırdan biraz daha uzun bir zaman önce, ismine “anti-emperyalizm” denilen yepyeni bir siyasal mücadele hattı armağan ettiler gezegenimize.
İşgâllere direnen, istilâlara boyun eğmeyen ve imparatorluklarla mücadele edenler, uzun çağlardan bu yana vardılar yeryüzünde. Bunlarla zaman zaman kesişen, ancak bambaşka bir gelenekten beslenen “Anti-Emperyalizm” isimli siyasal akım ise, yirminci yüzyıla az zaman kala, ABD’de ortaya çıktı. Önce Boston, ardından ise, Avrupa devrimlerinin yenilgisi ertesinde New York ve Buenos Aires ile beraber işçi hareketinin yeni başkentleri arasında yerini alan Chicago tanıştı, anti-emperyalistlerle. ABD, İspanya savaşının ertesinde Porto Rico ve Küba’yı mülk edinmeye yeltenirken, 1898 yılı Haziran ayında bir grup insan Boston’da toplanmış, buna karşı çıkmıtı. Aynı yılın Aralık ayında, Anti-Emperyalist Ligası, topladığı 50.000 imzayı yasama organına sundu. Ertesi yıl ise, gündemde Filipinler vardı. New York’tan Cincinatti’ye, Minneapolis’den Philadelphia’ya dalgalar hâlinde
yayılıyordu Anti-Emperyalist hareket.
Mark Twain, William James, John Dewey gibi önemli isimlerin başını çektiği bu “çete”, yurtseverlikten nasibini almamış, handiyse vatan haini kişiler (“unpatriotic”) ilân edilmişlerdi ABD otoritelerinin gözünde. Ne ki, baskılar ve yasaklamalar, iç tartışmalar sonunda Anti-Emperyalist Ligası 1921 yılında dağılsa da, bir ülkedeki insanların, çalışanların çıkarlarının imparatorlukçu plânların gerçekleşmesinde olmadığını iddia edenlerin mücadelesi sonlanmadı. Cezayir bağımsızlık savaşını destekleyenler Fransalı anti-emperyalistlerdi; İtalyalı anti-emperyalistler Libya için mücadele verdi; İspanya devleti ülkelerinden anti-emperyalistler, Pirene dağlarının Avrupa’dan ayırdığı yoksul ülkelerinin kurtuluşunu Fas halkının mücadelesinde aradılar. Gelenek, Bolivya’nın Pasifik limanlarına çıkışının engellenmesine karşı mücadele veren Şilili sosyalistlerin; Irak savaşının başladığı 20 Mart gününün yıldönümü eyleminde yalnızca Irak’taki ABD birliklerinin değil, ama aynı zamanda Haiti’deki Arjantin askerlerinin de eve dönmesini talep eden Arjantinlilerin mücadelesinde devam ediyor.
İstanbul bir Los Angeles ya da New York değil elbette. Forbes dergisinin hazırladığı dünyanın en zenginleri listesinde ismi anılan Türklerin sayısı ABD yurttaşı meslektaşları kadar fazla değil. Ama bu, o kadar da önemli değil: Türk zenginlerinin sayısındaki artış, Türkiyeli yoksulları bu durumunu iyileştirmediği gibi, aynı derginin hazırladığı dünyanın en pahalı otel odaları listesinde İstanbul’daki bir adresin bulunması da, bu kentte yaşayanların çoğunluğunun sağlıksız konutlarda oturmasını engellemiyor. Türkiye ise, Çanakkale savaşının Kürtlere karşı verildiğine dair bir tezin pek fazla taraftar bulacağının ortaya çıktığı şu sıralarda, emperyal plânlar peşinde, “Irak politikası” denen şeyin yokluğundan yakınıyor.
Doğu Türkistan hayalleri peşinde Alman emperyalizminin işbirliğinde dünya savaşına girmesinin bedelini yoksullarının kanıyla ödeyen Türkiye’nin “Irak Politikası” dediği şey ülke topraklarının ABD militarizmine biraz daha fazla açılması karşılığında Irak’taki illegal hükümetle ilişkilerin geliştirilmesi ve Kuzey Irak’taki denetimin artırılması ise şâyet, ki öyle görünüyor, bunun Arap ve Kürt halklarının yanı sıra, Türkiyelilere de yalnızca daha fazla baskı ve yoksulluk getireceğini söylemek için kahin olmaya gerek yok.
İşçi hareketinin, ismini taşıdıkları bu onurlu açılımını, anti-emperyalizmi sahiplenen Türkiyeliler, ABD ve tüm müttefiklerinin işgâl topraklarından yenilerek ayrılmasının sağlanması doğrultusunda İncirlik ve üslerin kapatılmasını, asker gönderilmesinin engellenmesini, yasadışı askeri birlik transferinin durdurulmasını, işgâle lojistik destek veren savaş yağmacısı Türk şirketlerinin bölgeden çıkartılmasını talep etmeye dayanan bir “Irak politikası” için mücadele etmek durumundalar.
Küresel finans dünyasından transfer edilmiş ultra-liberal bir ekonomi kurmayı; çantasında suikast silahı taşıdığı ortaya çıkan ve güvenlik konusunda sunduğu öneri Mehmet Ağar tarafından dahi “Türkiye Texas’a döner” ifadesiyle yanıtlanan bir milletvekili; kendisini Türkiye’nin anayasal sınırları dışında kalmış topraklara vali atamakla sorumlu hisseden zenofobik bir hariciye uzmanı; bir de bu muazzam ekibi kurmayı başarmış patavatsız genel başkan birleştiğinde ortaya çıkan kokteylin adı ise, “anti-emperyalizm” filan değildir.