18 Mart’ta yayımlanan ASS, 2001 değerlendirmesinde dile getirilen bu kavramları geliştiriyor ve daha güçlü bir biçimde vurguluyor. Diğer bir deyişle 2001 değerlendirmesinde gündeme getirilen eğilim şimdi daha bir belirginlik kazanmıştır. Herkesin üstünde bir ülke ASS, olağanüstü dönemlerde yaşadığımızı, tehditleri daha gerçekleşmeden, önleyici müdahaleyle gidermek gerektiğini vurgulayan bir önsözle açılıyor, bir özet bölümünün ardından, ABD’nin dünyadaki […]
18 Mart’ta yayımlanan ASS, 2001 değerlendirmesinde dile getirilen bu kavramları geliştiriyor ve daha güçlü bir biçimde vurguluyor. Diğer bir deyişle 2001 değerlendirmesinde gündeme getirilen eğilim şimdi daha bir belirginlik kazanmıştır.
Herkesin üstünde bir ülke
ASS, olağanüstü dönemlerde yaşadığımızı, tehditleri daha gerçekleşmeden, önleyici müdahaleyle gidermek gerektiğini vurgulayan bir önsözle açılıyor, bir özet bölümünün ardından, ABD’nin dünyadaki konumunu saptayarak devam ediyor: ABD halen bir savaşın içinde olan bir ulustur… Birçok güvenlik sorunuyla karşı karşıyadır… Ancak, bu sorunlar uluslararası işbirliği içinde aşılarak uluslararası bir güvenlik ortamı yaratılabilir.
ASS bu uluslararası güvenlik ortamının sağlanması için ulus devletlerin güçlendirilmesini öngörüyor. Ancak bu, ulus devletlerin, egemenliklerini belli bir sorumlulukla kullanmaları şartına bağlanıyor. ASS dikkatle okunduğunda bu ”sorumluluğun” bir bileşeninin, içeriği ABD tarafından tanımlanan bir özgürlük, serbest piyasa ve rekabetçi pazarların korunması (s.6) ilkesi, diğer bileşeninin de ABD’nin uluslararası hareket kabiliyetini engellememek, dünyanın önemli bölgelerinde hegemonya kurmaya kalkışmamak, ABD’nin uluslararası yükümlülüklerinin yerine getirilmesinin maliyetini yükseltecek girişimlerde bulunmamak ilkesi olduğu görülüyor.
Böylece ASS, ABD’nin egemenliğini tüm diğer uluslarınkinin üzerine koyuyor, ana hedeflerini bu ayrıcalıklı konumun korunması stratejisine bağımlı kılıyor. Bu stratejinin temel bileşenleriyse şöyle: ABD’yi doğrudan bir saldırıdan korumak, küresel düzeyde stratejik erişim ve hareket özgürlülüğünü korumak, ittifakları ve işbirliklerini güçlendirmek, ABD ve müttefiklerinin güvenliğini koruyacak bir uluslararası sistem oluşturmak.
Bir imparatorluk sistemi
Belgenin bu bölümünde ilginç saptamalar var. Birincisi, ABD kendisine rakip, eşdeğer bir gücün oluşmasına izin vermeyecektir. İkincisi, hiçbir güç ABD’nin küresel hareket kabiliyetini, herhangi bir coğrafyaya erişimini engelleyemeyecektir. Tehlikeler daha oluşmadan, gelişmeden saptanacak ve engelleyici vuruşla giderilmeye çalışılacaktır. Rapor, ABD’nin en güçlü ülke olduğunu rakiplerinin hep zayıfların stratejileriyle mücadele ederek, onun hareket kabiliyetini, terorizmden uluslararası yasal yollara kadar uzanan yöntemlerle engellemeye çalışacaklarını saptarken ilginç bir biçimde yasal yollarla, terorizmi aynı cümle içinde, adeta eşdeğer bir biçimde anıyor. Bu yüzden olacak, ASS’de NATO, Birleşmiş Milletler, BM Güvenlik Konseyi gibi kuruluşlara bir kez bile değinilmiyor.
Bu küresel hareket özgürlüğü ilkesi, bütün coğrafyaların ABD’nin erişimine açık olacağı ilkesini beraberinde getiriyor. 13. sayfada, bu erişim özellikle vurgulanıyor, uzay, kara, deniz, hava, sanal uzay (internet) alanlarının ABD’ye açık, ama düşmanlarına, rakiplerine kapalı olması gerektiğinin altı çiziliyor.
ASS’nin, rakiplerinin (güçsüzlerin) konvansiyonel olmayan yöntemleri kullanacaklarını kabul ederek, buna uygun bir askeri yapılanmayı ve savaş tarzını gündeme getirerek IV. Kuşak Savaşların kurallarını temel ilke olarak benimsediği de söylenebilir. Bu erişim özgürlüğü ilkesiyle birleşince de yerel çatışmalara doğrudan taraf olmak, rejimlerin içişlerine karışmak, isyancı güçleri bastırmak için hükümetlere yardım etmek olağan taktikler arasına giriyor. Bu bağlamda, ASS, Terorizme karşı savaşın aslında radikal İslamla ılımlı İslam arasında bir iç savaş olduğunun tüm Müslümanlara anlatılması gerektiğini de vurguluyor. ASS’nin, düşmanın ideolojik etkinliklerini, taraftar bulma ve yetiştirme süreçlerini de kendine hedef aldığı, bu amaçla yerel unsurlarla birlikte çalışmayı amaçladığı da anlaşılıyor (s.8).
ASS’nin denetim altına almayı amaçladığı bölgeye bakınca da bunun esas olarak (s.17), Avrupa, Kuzey Asya, Doğu Asya ve Ortadoğu , diğer bir deyişle Avrasya kıtası olduğu görülüyor.
Sonuç olarak ABD’nin yeni savunma stratejisinin, gittikçe genişleyen ittifaklardan, işbirliklerinden, egemenliklerinin sınırları ABD tarafından belirlenmiş devletlerden oluşan, Avrasya coğrafyasını kapsayan bir imparatorluk sistemi kurmayı amaçladığı söylenebilir. Bu imparatorluk sınırsız bir hareket özgürlüğüne sahip, hiçbir yasa tarafından denetlenmeyen, tüm olası rakipleri, tehditleri daha ortaya çıkmadan (s.12) sindirecek bir emperyal orduyla, üsler ağı tarafından denetlenecek. Çünkü ASS, ”ABD’nin erişemediği yeri etkileyemeyeceğine inanıyor”.