İstanbul Şehir Hatları vapurları ve deniz adamları eylemde. Vapurlar pankart taşıyor, sirenler slogan gibi iki yakada yankılanıyor, iskeleler afişlerle kaplı… 18 Şubat Cuma gününden beri de Türkiye Denizciler Sendikasında örgütlü denizcilik işletmeleri çalışanlarının Karaköy Vapur İskelesinde süresiz oturma eylemi var. Sebep, Denizcilik İşletmelerinin çalışanları dışarıda bırakılarak İstanbul Büyükşehir Belediyesine devredilmesi girişimi. SEKA’da işgal, TEKEL’de yine […]
İstanbul Şehir Hatları vapurları ve deniz adamları eylemde. Vapurlar pankart taşıyor, sirenler slogan gibi iki yakada yankılanıyor, iskeleler afişlerle kaplı… 18 Şubat Cuma gününden beri de Türkiye Denizciler Sendikasında örgütlü denizcilik işletmeleri çalışanlarının Karaköy Vapur İskelesinde süresiz oturma eylemi var. Sebep, Denizcilik İşletmelerinin çalışanları dışarıda bırakılarak İstanbul Büyükşehir Belediyesine devredilmesi girişimi.
SEKA’da işgal, TEKEL’de yine kısa süreli işyeri işgalleri ve yol kesmeler derken, Denizcilik Sendikasının bu oturma eylemi de aslında adı konmamış bir işgal girişimi…
Medyada, parti kongrelerinde, sendikal platformlarda muhalefetin yokluğu, nasıl yaratılacağı tartışılırken, muhalefet örgütleyen Türkiye Denizcilik Sendikasının başkanı Turhan Uzun ve eylemci işçilerle oturma eylemini sürdürdükleri Karaköy Limanı’nda, eylemleri, sendikalar ve toplumsal muhalefet üzerine sohbet ettik.
sendika.org: Denizcilik Sendikası olarak, bir süredir, Denizcilik İşletmelerinin İstanbul Büyükşehir Belediyesine Devrine karşı bir kampanya yürütüyorsunuz. Birkaç aydır afişlerini, pankartlarını görüyoruz, halkın ilgisini çeken de bir durum. İçinde bulundunuz durumu karşı çıktığınız boyutuyla açıklar mısınız?
Turhan Uzun (Türkiye Denizciler Sendikası Genel Başkanı): Aşağı yukarı 32-33 yıldır çalışma hayatının içinde olan bir arkadaşınızım. Türkiye Denizcilik İşletmeleri 1844 yılından beri her türlü can ve mal emniyetinin sağlayarak, İstanbul halkına yıllarca hizmet eden bir kuruluş. Şarkılara güfte olmuş, hikayelere konu olmuş bir yeri, hem tarihi yok etmek istiyorlar, hem bunun yanında mevcut çalışan arkadaşlarımız arasında ayrım yaparak veya bu insanların büyük bir çoğunluğunu istihdam dışı bırakarak, kendi yandaşlarına istihdam alanı yaratmak istiyorlar.
Şimdi, denizcilik tecrübenin en ön planda tutulduğu bir meslek kolu. Bugün denizcilik fakültesinden, ilgili meslek yüksek okullarından mezun olursunuz, ama mesleği gemide öğrenir geliştirirsiniz. Bugün şehir hatlarına baktığımızda buradaki arkadaşlarımızın, denizdeki hizmetleri 8 ile 25 yıl arasında değişmekte. Bu da burada çalışan deniz adamlarımızın denizde çalışmak için gerekli bilgi ve tecrübeye sahip olduklarının açık bir kanıtı.
Bunun yanında şehir hatları filosu, yaşları 30’a dayanmış gemilerin bulunduğu yaşlı bir filo. İnanın burada çalışan arkadaşlarımızın özverili gayretleriyle bu filo işletiliyor. Çünkü bu hükümet döneminde buralara, bu gemilere bir çivi dahi çakılmadı. Arkadaşlarımız aralarında para toplayıp, boya alıp gemilerini boyuyorlar. Bir milyar liraya kadar olan makine aksanlarını kendi aralarında para toplayıp, aman hizmet durmasın diye makineleri onararak, aman hizmet durmasın, aksamasın da ekmeğimizden olmayalım diye gayret içinde uğraşıyorlar.
Şimdi bu insanları mükafatlandırmak ödüllendirmek gerekirken, bu şekilde cezalandırmak istiyorlar.
İstanbul Limanı dar, kapalı, her türlü transit geçişe açık, her gün yüzlerce teknenin seyrettiği tehlikeli bir liman. İddia ediyoruz, çünkü tren kazalarına baktığımızda, tren kazalarının neden meydana geldiğinin sebepleri arasında en önemli konu mevcut deneyimli makinistlerin emekli edildiği bunların yerine alınan kişilerin de bu işi öğrenene kadar kazalara sebep olduğu ortada. İstanbul Limanı içinde ve çevresinde yer alan iskelelerin hemen hepsinde, rüzgarın esiş yönüne göre değişken ve ayrı ayrı akıntılar, ayrı ayrı doğal engeller yer almakta. Örneğin sığlıklar. Şimdi böyle trafiği yoğun bir limanda hiçbir zaman göz ardı edilmeyecek bu doğal engellere karşı, bu gemileri sağlıklı bir şekilde yönetmek belli bir tecrübeyi gerektirmekte.
Diyoruz ki, eğer, illa bu devir işlemi gerçekleştirilecekse, mevcut çalışanlarla birlikte yapılsın. Çünkü bu gemiler insan taşıyor. Kaldı ki yük dahi taşısa o gemilerde çalışan insanlar var, insan canının biri de bir binide birdir. Fakat herhalde bunlar, bu arkadaşlarım kendi düşüncelerinde değiller diye… Çünkü ben 30 yılı aşkın bu çalışma hayatının içindeyim, inanın bunlar iktidar olduktan sonra bugüne kadar yaşamadıklarımı yaşıyorum. Bir örnek vereyim. Kıyı emniyeti, yani gemi kurtarma işletmeleri de bize bağlı. Burada geçen hükümet döneminde işe girmiş sözleşmeli olarak 5 yıldır çalışan ilk 3 yılı ara verilmeden çalışan arkadaşlarımız, MHP’lidir diye, bu Ramazan’ın ortasında 26 Ekim’de işten atıldı. Bu arkadaşlar takriben dört aydır dışarıdaydılar. Baskılarımız, mücadelelerimiz sonucu, işe dönmeleriyle ilgili dava da lehimize sonuçlandı, şimdi kadrolarını da alıyorlar. Geçen hafta Perşembe günü işe başladılar.
Soruyoruz: Neden bu insanları işten atıyorsunuz? Eğer bir hırsızlık bir suiistimal varsa, biz hırsızlığı savunan insanlar değiliz ama önümüze belge koymanız lazım. Efendim bunlar MHP’li deniyor.
Deniz Otobüslerinde dört beş ay evvel, biliyorsunuz Deniz Otobüsleri Anavatan [Partisi] döneminde kuruldu. O zaman buraya ANAP’lılar girmiş. Nurettin Sözen Belediye Başkanı olunca CHP’liler girmiş. Zaten buralara başka türlü girmenin imkanı yok. Hepimiz buralara aynı şekilde girmişiz. Burada çalışan 51 tane arkadaşımızın, ki bunların azamisi 17-18 yıl, asgarisi 11-12 yıldır çalışıyor. Bunları da aynı şekilde Tazminatlarını verip işten attırmaya, çıkarmaya gayret ettiler.
Gittik. Şuranın (Denizcilik İşletmeleri binasını gösteriyor) genel müdürü var, bir de öğretim üyesi, Teknik Üniversite’den (İTÜ). Ahmet Aksoy. Hayret ediyorum vallahi, bu insanları basıl öğretim üyesi yapıyorlar. Bunların yetiştirdiği insanların memlekete nasıl bir hayrı olacak, bilemiyorum. Dedik ki, “bunları atamazsın, bunlar kadrolu işçi”. Bu dedi, “atarım”. Hatta “Ben Kasımpaşalıyım” falan, öyle polimler de yaptı; ama biz dedik ki “Öyle Kasımpaşalılığı falan yemiyoruz”. Bu saçları da değirmende ağartmadık. Biz de gereken cevapları verdik ve attırmadık. Peşinden, belediyenin diğer birimlerine, aynı arkadaşlarımızı sürgün etmek istediler; hiçbir sebep yokken.
Orada da aynı şey: -Neden atıyorsun? -Ben bunlardan yararlanamıyorum. Bu adam 18 yıldır çalışıyor, bu şirket yararlanıyor da, siz iktidara geldikten sonra mı yararlanamıyor. Tabii bu mantığa sığmayan bir şey, esas mesele kadrolaşmak.
Çünkü dışarıda da işte “Biz bu kadar insana söz verdik, bunları işe alacağız” deniyor. E işe al, biz “işe alma” demiyoruz, onlar da bu memleketin evladı. O zaman, yeni istihdam alanları aç. Mevcut çalışanı işinden edip, kendi yandaşını burada istihdam etmek, ne insanlığa ne Müslümanlığa hiçbir şeye sığmaz. Yani ben bunların Müslümanlıklarından bile şüphe ediyorum.
Şimdi burada da aynı oyunlar oynanmak isteniyor. Bizim bu belediyedeki Deniz Otobüsleri’ndeki sürtüşmemizden sonra, “bu sendikayı nasıl saf dışı ederim” düşüncesiyle, önce, “biz adam almadan bu devri gerçekleştireceğiz” dediler. Dedik ki, “buradaki insanlar ne olacak”. “Efendim bunların tazminatlarını verip iş akitlerini
feshedeceğiz.” Hatta “Anan
ız güzel dedim sizin galiba. Bizim anamız çirkin.” “Siz, istediğimizi asarız istediğimizi keseriz, bu olaydan bir sonuç elde edemezsiniz, diyorsunuz.”
Meselenin özünü anlattık, burada en önemli konu can ve mal güvenliği, ikincisi insanların ekmeği konusu. Biz ülkemiz için her türlü özveriye hazırız, bu insanlar her türlü özveriyi de yaptılar. Üç sene evvel yaptılar. Ama ekmekle kimseyi oynatmayız dedik.
Mücadelemiz sonucu, efendim 135 kaptan, -ki Özelleştirme Yüksek Kurulu kararı da imzalandı- kararda bu 135 kişinin tüm yasal haklarıyla devredileceği, geri kalan arkadaşlarımızın kıdem tazminatları ödenerek iş akitlerinin feshedileceği yazılı. Böyle bir karar Türkiye de daha önce hiç imzalanmış değil.
Zorlamamızla, işte “Biz 425 kişiyi daha alacağız” dediler.
-Nasıl alacaksın?
-“135 kaptan ve 3 tane yöneticiyi yasal haklarıyla alacağız. Diğerlerini de burada iş akitleri feshedildikten sonra, o şekil yeniden aynı gün işe alacağız”.
Tabii bunlar lafla olmuyor. Bunlar aynı zamanda çok yalancı insanlar.
Sendika.org: Burada, kadrolaşmanın ötesinde kadrolu, sendikalı, yüksek maaşlı işçileri tasfiye ederek yerine daha düşük ücretle ve daha az hakka sahip bir işçi tipi çalıştırmak gibi bir amaç yok mu? Asıl sorun bu değil mi? Sonuçta kendi yandaşını da işe alsa, diğer işletmelerdeki örneklerinde de gördüğümüz gibi sözleşmeli ve düşük ücretle işçi çalıştırmayacak mı?
Turhan Uzun: Aynı şekilde, burada da taşeron firma kurmuşlar. BİMTAŞ diye. Bu arkadaşları o taşeron firma aracılığıyla istihdam edecekler. Alacağı ücret belli.
Sendika.org: Daha devir olmadan, taşeron şirketi kuruldu yani?
İşçiler (araya giriyorlar): Adamlar işe alındı bile…
Turhan Uzun: Hayır, işe kimse alınmadı henüz ama BİMTAŞ imtihan açtı. Ama adam alamıyorlar bizim yüzümüzden…
(yine işçiler araya giriyor) Buraya adım atamıyorlar.
Aziz Saltık (Şehir Hatları Şube Başkan Vekili): Şimdi orada aslında, bu yeni çıkan iş kanunu 4857 no’lu kanuna istinaden, özel istihdam büroları açılabilir diye bir ibare var. Ona dayanarak, Büyükşehir Belediyesi kendi bürokratlarına bir tane şirket kurdurdu. Bu şirketin esas amacı ve işlevi de şu olacak. Bizim anladığımız kadarıyla Büyükşehir Belediyesine bundan böyle alınacak işçiler bu şirket üzerinden alınacak ve direk belediyeye verilmeyecek bu çalışanlar. Bunlar ayrıca taşeronlara verilecek.
Örneğin taşerona diyecek ki “Sana 2,5 milyar lira al kardeşim. Adam başı 500 milyon bana geri vereceksin.” Açıktan söylüyor aynen bu şekilde. Çünkü şu anda Büyükşehir Belediyesi İstanbul Deniz Otobüsleri firmasında taşeron olarak çalışan işçiler var. Çıkışları 1 milyar 700 milyon falan ama bu çocukların aldığı 400 milyon. Gemilerde çalışıyor bunlar.
Bunlar aynı zamanda kendi çevrelerini zengin etmek onlara menfaat sağlamak için yapılan işler. Bu da yeni çıkan iş kanunun bunlara vermiş olduğu bir avantaj olup, bu şekilde insanları köle gibi çalıştırmak için kullanıyorlar.
Turhan Uzun: Şimdi burada bir sendikacının bunların tekliflerine evet demesinin imkanı yok. Dedik ki daha evvel Özelleştirme Yüksek Kurulunun bundan bir yıl evvel aldığı bir karar var. Buraya 1250 kişiyle birlikte bu gemiler devredilecek. Geri kalan arkadaşlarımız da burada istihdam edilecek. Siz bu 1250 kişiyle bu devri, tüm yasal haklarıyla yaparsanız diyecek bir lafımız yok.
Hatta İzmir örneği var. 2000 yılında İzmir Körfez Gemileri İzmir Büyükşehir Belediyesine devredildi. Orada çalışan eski 179 arkadaşımız, ki bunun 110’u gemi adamı, geri kalanı da iskele personeli. Aynı haklarıyla devredildiler ve hala çalışıyorlar.
Bir örnek vereyim. Orada Bergama adında bir gemimiz var. Gemi 60 yaşının üzerinde. Çarkçıbaşısı 37 yıldır aynı gemide, siliciliğinden beri. Adamı emekli edemiyorlar. Ben gözlerimle şahit oldum, kaç tane makine yüksek mühendisi getirdiler (bizim denizcilikte bir tabir vardır: makineyi çakmak, yani çalıştırmak) makineyi çakamadılar. Ama o girdi, 7 dakika geçmedi makineyi çalıştırdı. Hatta kendisine “Sakın dedim bunu kimseye öğretme, seni hemen yarın emekli ederler.”
Şimdi dedik ki, ora da Belediye siz de Belediyesiniz. Orası istihdamı korumuş. Neden? Can ve mal güvenliği için. Neden? İnsanların ekmeği için.
-“Siz de aynı şeyi yapın” dedik
-“Yoook, biz bu kadar adama söz verdik. Onları işe almamız lazım” aynen böyle dediler.
-“Kardeşim o zaman başka alanlar var.”
Şimdi Ada’da (ben Adalıyım), ne kadar imam hatipli varsa, hepsine liman cüzdanı çıkartılıyor. İmam Hatip lisesi mezunu da bu memleketin evladı, biz onları dışlamıyoruz. Ama onun bitirdiği okulun gereği ne? Camide imamlık yapacak, hafızlık yapacak, hocalık yapacak, onun alanı o. Denizcilikle ne alakası var.
Öyle bir inatla bu işin üstüne gidiyorlar ki, bu olayla ilgili, aşağı yukarı dört toplantı yapıldı. Dört toplantıyı da kavgayla terk ettik. Yani bunlarla bir asgari müşterekte birleşmek mümkün değil. Tamamen taraf olmuşlar. “Bizdensen yaşayacaksın, bizden değilsen geber git.” Bunların düşünceleri bu.
Sendika.org: Az önce İzmir örneğini verdiniz ve kadro korundu dediniz. Ama bazı şeyler kademe kademe oluyor, yeni Yerel Yönetimler Yasası uygulamaya geçtiğinde belediye elindeki tüm hizmetler taşeronlaştırılacak. Belediye artık kendi kaynağını kendi yaratmak zorunda bırakılacak ve denecek ki sen de işçi maliyetini düşürmek için ne gerekiyorsa onu yap. Denizcilik de devir gerçekleşirse aynı şey burada da yaşanacak, belki bu hükümet döneminde değil ama ilerde mutlaka bu yaşanacak. İstese de, istemese de…
Turhan Uzun: Zaten bu işin esas altında yatan da odur. Gelecekte belki sendikanın varlığı devam ettiği sürece bunu yapması biraz güçleşecek. Ama şimdi bir de Hak-İş olayı var biliyorsunuz. Bütün bakanlar işi gücü bırakmış, kolları sıvamışlar, Hak-İş’i nasıl geliştiririz, onun çabası içindeler.
Bizim işkolumuza bugüne kadar ne DİSK ne Hak-İş girememiş. Ama bu şekilde hükümeti arkalarına alarak, örneğin geçmişte yaşadığımız Orman-İş olayı var. Belediyede belediye otobüsleri olayı var. Onlar Hak-İş’e devredildi. Türk-İş lafla mücadele etti ama başarılı olamadı maalesef. Burada yatan esas bir olay da bu.
Adalılara buradan söylüyorum, bu işten en çok etkilenecek olan Adalılar, çünkü başka ulaşım araçları yok ve bunlar yazlıkçının hizmetçisi fukara insanlar. Soruyorum, neden deniz otobüsleri kışın Adalara çalışmıyor? Çünkü bunların amacı zengine hizmet. Çünkü yazın Adada kalanların hepsi kalantor insanlar. Zengin Mehmet Ağa, ne bileyim, kuyumcu Kirkor Efendi… Yazın her gün 20-25 sefer düzenliyorlar. Kışın oradaki insanın deniz otobüsüne binme mali gücü de yok. Hepsi 250-300 milyona çalışan insanlar. Şimdi ben Adalılara buradan bir daha seslenmek istiyorum. 1,5 aydır onları bu yönde aydınlatmaya çalışıyoruz. Fakat Belediye Başkanları Coşkun efendi de biliyorsunuz AKP’ye geçti [Coşkun Özdemir Adaların iki dönemdir belediye başkanlığını yapıyor, ANAP’lı idi, Adalar halkı, kendini solcu diye niteleyenler dahil, sırf AKP gelmesin diye ona oy vermişti]. Şimdi o da dolaşıyor, diyor ki, “Merak etmeyin Tu
ryol motorları vızır vızır çalışacak.”
Şimdi Adalar her türlü rüzgara her türlü fırtınaya açık bir yer. Düşünün Lodos’lu bir havada, fırtınalı bir havada halk bu gemilere binmeye çekiniyor. Peki o motorlarla bu insanların can güvenliği nasıl sağlanacak. Motorun bir kaptanı bir gemicisi var. 500 kişi taşıyor asgari, koca koca motorlar yaptılar. Bir kaza anında ne filikası yeterli, ne can yelekleri yeterli. Oradaki 500 kişiyi, bir kaza anında, 2 kişi nasıl kurtaracak. Sonra, fırtınalı havalarda o teknelerin çalışma şansı yok. Biliyorsunuz o gemilerin başları, bodoslamaları kısa, altları düz. Ne bordo denizlere ne de baş denizlere dayanamaz.
Şimdi Adalı da bu ülkenin vatandaşı. Devletine vergi ödüyor. Bu bir amme hizmeti. Yani bu devrin kamuya yararlı bir tarafı da yok. Ama belediye başkanları dolaşıyor, işte, “merak etmeyin Turyol buraya ring seferler koyacak, siz bunlarla taşınacaksınız” diyor. Tabii Adalı bunun farkında değil; hiçbir özel sektör zararına tekne çalıştırmaz. Yani bizim de teknemiz olsa, sizin de tekneniz olsa gecenin saat 00:30’unda 3 kişiyle 5 kişiyle Adaya tekne çalıştırmaz.
Ama bu gemi mecbur. Bu kamu hizmeti. Bütün dünya devletleri bu kamu hizmetini yapıyor. Hatta birçok yerde devlet bunu finanse ediyor. Bizim böyle bir şeye de ihtiyacımız yok. Bugüne kadar biz kendi yağımızla kavrulduk. Hazineye tek bir kuruşluk yükümüz dahi olmadı, ki hatta zaman zaman katkımız da olmuştur.
Sendika.org: Ama denizcilik işletmelerinin zarar ettiği söyleniyor.
Turhan Uzun: Amme hizmeti yapan yerler genelde zarar ederler.
Sendika.org: Ticari anlamda zararlı, ama toplumsal açıdan faydalı…
Turhan Uzun: Tabii, bu bütün dünyada böyledir. Ama mesela bizim bir Topçular hattımız var. Her gün buradan gelen 600 milyar lirayla biz çarkımızı döndürüyoruz. Düşünün çalışanların ücretleri, gemi bakım masrafı, iskelelerin bakım masrafı bununla dönüyor.
Şimdi bu paraya göz diktiler. Nasıl, yandaş Mehmet efendiye Hasan efendiye biz bu parayı aktarırız bunun çalışması içindeler. Az evvel de söyledim. Sendikanın varlığı burada devam ettiği sürece, bunu özel sektöre devretmeleri zor ama zamanla bunu hep birlikte yaşayacağız. Ben üç sene dört sene bir zaman biçiyorum, bu sürede deniz otobüsleri dahil tüm bu şehir içi taşıma hizmetlerini Turyol’a, özel sektöre devredecekler.
Bunun altında yatan az evvel bahsettiğiniz gibi bir özelleştirme işlemi. Şimdi diyeceksiniz ki madem özelleştirme var neden devre karşı çıkmıyorsunuz.
Sendika.org: Biz de onu merak ediyoruz. Neden belediyelere devre karşı değiliz diyorsunuz?
Turhan Uzun: Şimdi, yaşıyoruz. SEKA’daki olayları görüyoruz. TEKEL işçileri asfaltın üzerine yatıyorlar, devletin başbakanı böyle eliyle itiyor. Biz bu mücadeleden çekinen insanlar da değiliz. Ama tabii ki buradaki insanların ekmeğini de düşünmek mecburiyetindeyiz. Biz sırf ekmeği koruyalım diye bu işe evet diyoruz. Yani mevcut çalışan arkadaşlarımızın istihdamını koruyalım düşüncesiyle bu işe evet diyoruz; ilerde böyle bir tehlike olduğu halde.
Sendika.org: Peki ikisine birden karşı çıkılabileceğine dair bir inancınız mı yok? SEKA her şeye rağmen direniyor mesela…
Turhan Uzun: Çünkü kamuoyu bilgisiz. Kamuoyu duyarsız. Bak bu afişler aylardır buralarda asılı kamuoyunda hiçbir tepki yok.
Sendika.org: Ama, mesela biz sizden farklı olarak, bir yolcu gözüyle de duruma bakabiliyoruz ve herkesin bu işin kadrolaşma, taşeronlaştırma işi olduğunu az çok bildiğini görüyoruz. Fakat başka bir durum daha var, yeri gelmişken soralım. Bu özelleştirme saldırısının uygulandığı, IMF direktifleriyle yönetilen diğer bazı ülkelerde, örneğin Kore’de Latin Amerika’da bazı sendikalar şöyle bir şey yapıyor: Mesela az sayıda işçinin çalıştığı bir iş yeri var, gerçekten de ticari anlamda zarar eden bir yer olabiliyor burası. Ama o sendikalar diyor ki, bu işyerinin özelleştirilmesi sorunu sadece burada çalışan insanların sorunu değildir. Ve bunu dışarıdaki insanların en az bizim ülkemizdekiler kadar cahil olduğunu bilerek yapıyorlar. O dışarıdaki insanların örgütlenmesi görevini de sendikaya görev biçiyor. Örneğin Kolombiya’da bu şekilde kamu hizmetlerinin özelleştirilmesini engelleyebildiler. SSK’ların devrine baktığımızda mesela, Türkiye’deki sendikalarda böyle bir yönelim de yok. Asıl kabahat burada değil mi?
Turhan Uzun: Aynen katılıyorum. Şimdi bu yangın her tarafa yayılmış. Her sendika, kendi gücü nispetinde bu yangını söndürme gayreti içinde. Kiminin hortumu kifayet etmiyor, kiminin suyu. Dolayısıyla, genelde ciddi bir işin ortaya konması gerekiyor. Çünkü böyle tek tek bu işle başa çıkmanın mücadele etmenin imkanı yok.
Sendikacıların biraz, artık, şapkalarını önlerine koyup düşünmeleri lazım. Yani böyle, yürüyüşlerle, mitinglerle bu işin üstesinden gelinebileceği kanaatinde değilim.
İşte geçen hafta bir duyum aldık. Önümüzdeki hafta, Türk-İş Başkanlar Kurulu toplanacakmış. Bu başkanlar kurulu mutlaka ve mutlaka en az bir gün Türkiye’de genel eylem yönünde bir karar alması gerekiyor.
Eğer bunu yapacak yürekte değilsek, teklif ediyorum, bunu her yerde dile getiriyorum, yani Türkiye’de bir gün hayatı durduracak yüreğe sahip değilsek, o zaman bu sendikaları kilitleyelim, anahtarları da bir torbaya dolduralım ve verelim Salih Kılıcın eline biz Türk-İş olarak. Bunu DİSK de yapmalı. Hak-İş buna katılmaz, Hak-İş biliyorsunuz bunların öz evladı.
Bu da bir erdemlilik benim nazarımda. Verelim Tayyip Efendinin eline, hükümeti de o yönetsin, sendikayı da o yönetsin. Bakalım Avrupa Birliğine girecekmiş, nasıl girecek, bekleyelim. Eğer vicdan sahibiysek, eğer bunu da yapamıyorsak bu işi yapmayalım, çünkü biz bu insanlardan aidat alıp geçiniyoruz.
Eğer bunu da yapmıyorsak, gideceğim hepsine VAKKO’dan kaliteli birer eteklik alacağım, kendim de dahil, o zaman bu eteklikleri giyip dolaşmamız lazım.
Yani iş artık bir noktaya gelip dayandı. Türkiye’de maalesef, tabii bu Türk-İş’in yapısından da kaynaklanıyor, sendikacıların üzerine sanki ölü toprağı serpmişler, sesleri solukları çıkmıyor. Ne zamandan beri? Türk-İş genel kurulundan beri. Çıktı adam (Erdoğan’ı kastediyor) orada bize kafa tuttu, birçok arkadaşımız tepki gösterdi (Erdoğan’ı protesto edenleri kastediyor), birçok arkadaşımız da o tepkilerini gösterenlere tepki gösterdi. Biz bu Türk-İş genel kurullarına, hatırlarsınız, Turgut Özal’ı ve Mesut Yılmaz’ı sokmadık. Ama ne oldu bize, hayret ediyorum.
Sendika.org: Belki de, Salih Kılıç senin öz evladın Hak-İş değil de benim demeye çalıştı…
Turhan Uzun: Olabilir. O zaman onu delikanlı gibi çıkıp açık açık söyleyecek.
Sendika.org: En son orman işkolundaki sürtüşmede, “biz hükümetle iyi geçinmek istiyoruz.” diye bir açıklama vardı…
Turhan Uzun: Bu hükümet ve geçmiş hükümetler dahil, bunlar, bazı kişilerin tayin ettiği kişiler. Biz başkalarının tayin ettiklerini seçiyoruz. Bugüne kadar hiçbir zaman Türk Halkının iradesi meclise yansımamış. Ben inanmıyorum benim irademin meclise yansıdığına. Bunlar da yeni tayin edilmiş kişiler ki, bunlar çok d
aha katı.
Geçmişte Özal dönemini de yaşadık. Koalisyon dönemlerini de yaşadık. Ama bunlar kadar çalışanlara set çeken, onlara karşı tavır içinde davranan hiçbir hükümet görmedik. Dolayısıyla, bizimde görevimiz, ağalığı paşalığı rahatlığı bir kenara bırakıp, eğer bir bedel ödenecekse bu bedeli ödememiz gerekiyor. Niye gerekiyor? Gençler çocuklarımız için.
Bir televizyon kanalında söyledim. Hiç kimse, dedim, çoluk çocuğundan hayır duası istemesin. “Niye?” diye sorduklarında, çünkü biz onlara rahat bir ülke bırakmayacağız. Biz geldik gidiyoruz. Biz bir dilim ekmeği bulduk, pay ettik. Yarı aç veya tok neyse, karnımızı doyurduk. Çocuklarımız ne olacak?
Yani, sendikacıların acilen bir araya gelip, ortak bir karar alıp, artık yürüyüş miting bu işleri kurtarmıyor. Geçen gün SSK’yla ilgili 16 Şubat’ta yapılan eylemi yaşadık. Biz orada Türk-İş’e bağlı 4-5 tane sendikanın başkanı vardık. Başka [Türk-İş’ten] kimse yoktu. Neden çekiniyorlar, neden korkuyorlar?
Ya büyük bir gebelikleri var, bilemiyorum tabii, nedir? Yani, sendikacılar aldıkları parayı, vicdanlarını rahat ettirebilmek için, daha doğrusu onu helal edebilmek için, artık bu riski göze alıp, bu bedelin ödenmesini göze alıp, Türkiye’de hayatı bir gün mü olur, süreli mi olur, süresiz mi olur ama bir şekilde durdurmaları lazım. Bunun tek çıkış yolu budur.
Sendika.org: 20 Kasım’da da, genel grev kararının dillendirildiği büyük bir eylem yapılmıştı ve Türk-İş de özel olarak belli bazı sendikalarıyla eyleme üyelerini yığmıştı. Bu süreci örgütlemek içinse, aslında daha önce dağılmış olan Emek Platformu toplanmıştı. Aslında son eylemlere bakıldığında Emek Platformu diye bir şey de görülmüyor. Hak-İş Memur-Sen Kamu-Sen ve Türk-İş’in çoğu sendikası ve yöneticileri eylemlerde yok. 20 Kasım’dan sonra sendikacıların bu şekilde sessizliğe gömülmelerinin illa ki bir anlamı var.
Şimdi de hükümet sıkıntılı bir döneme girmiş ve “halk iktidardan memnun” “muhalefet yok” tartışmalarının arasında SEKA’da, TEKEL’de, TÜPRAŞ’ta bir emek muhalefeti beliriyor; Hava-İş ve sizin durumunuz da bunun içinde sayılabilir ve sektörleriniz itibarıyla muhalefetiniz çok etkili eylemlere dönüşebilir… Böyle bir atmosferde toplanacak Türk-İş başkanlar kurulundan en beklenen şey üst yönetimin varolan muhalefet eğilimini engellemesi olabilir. Böylesi bir durumda, sendika anahtarlarını atıp bu iş olmuyor diye gidecek misiniz, yoksa geçen yıl kamu reformu yasasına karşı eylemlerde olduğu gibi Emek Platformsuz, Türk-İş’siz ama sizin de içinde bulunduğunuz bir bileşenle ayrı bir muhalefet kanalı mı oluşturacaksınız?
Turhan Uzun: Şimdi bu başkanlar kurulunda, biz, işte Hava-İş, Petrol-İş, Liman-İş ona yakın sendika, ki on beşe doğru gidiyor, bu kararın alınması için, yani genel eylem kararının alınması için, var gücümüzle bastıracağız.
İnanın ben, teklif ettim. Eğer Türk-İş başkanlar kurulu bu kararı almazsa, Türk-İş’ten ayrılmayı teklif ettim. Çünkü bir aktivite ortaya konmazsa, başta da dediğim gibi ben artık bu insanlardan utanıyorum. Yani, diyecekler ki o zaman, benim bu gebeliğim var benim bu korkum var… Gebeliği korkusu olanlar kenara çekilecek, biz gerekeni yapacağız.
Eğer orada yine aynı inatla yapmayalım etmeyelim olayları ortaya konur, onun arkasında durulmaya çalışılırsa, o zaman biz de düşüneceğiz. Artık olağanüstü genel kurul mu olur, veya başka bir çare mi ararız, ki biz ayrılmayı düşünüyoruz. E, DİSK’e mi gideceksiniz? Yok, müstakil kalırız, hiç olmazsa 10-11 sendika birbirimize destek vererek bu mücadeleyi sürdürürüz.
Yani Türk-İş Başkanımız ve bütün yönetimi dahil, ona bağlı bütün sendikalar da dahil, yani tabii bu Türk-İş’in beş senelik yönetiminin işi değil, hepimizin işi. Ama önderliğini onlar yapacak. Başında da söyledim bu yangın bütün her tarafa yayılmış, artık binalar çöker hale gelmiş, biz elimizde hortumlar, söndürmeye çalışıyoruz. Denizciler kendi gücü nispetinde, SEKA kendi gücü nispetinde, Petrol-İş’i, TEKEL’i, Hava-İş’i kendi gücü nispetinde bir gayret içinde.
Şimdi bizim bu gayretlerimizi görmezlikten gelirlerse, biz kararlıyız, inanın ben bu dava için hapsi bile göze aldım. Benim yaşım 59-60’a dayanmış.
Dolayısıyla bütün halkın gözü de bizde, Türk-İş’te. Herkes bir şeyler bekliyor, çünkü geçmişte bir şeyler yapıldı. Biz geçmişteki ağabeylerimiz kadar, eğer, yürekli değilsek bu işi yapmayacağız kardeşim. Ben bu işi yapamıyorum diyeceksin bırakıp gideceksin. Yapanlara bırakacaksın.
Söylüyorum, bu başkanlar kurulunda ne pahasına olursa olsun karar çıkmalı. Çıkmadığı takdirde de, ya ayrılma kararı alırız ya başka türlü mücadele kararı alıp, mevcut yönetimi nasıl değiştiririz bunun çalışmaları içine gireriz. Çünkü yalnız işçi kesimi değil, tüm halk, esnafı işçisi köylüsü çiftçisi hepsi bunalmış. Büyük sermaye her tarafı alıyor. Bunun karşısında biz böyle sessiz mi kalacağız? Yeter artık sessizlik.
Sendika.org: Az önce söylediniz, tüm halkın gözü bizde diye. Bir taraftan da ABD’si, IMF’si, hükümetiyle yönetenlerin tamamının gözü siz dahil tüm halkta aslında. Bir taraftan muhalefet yok deniyor ama diğer taraftan da halkın muhalefet etmemesi için yoğun çaba harcandığını görüyoruz. Ve şu an işçiler dahil muhalefetin pek çok unsuru mevcut mücadele örgütlerinden şikayetçi, yetersiz buluyor. Hal böyleyken siz, SEKA’sıyla, TEKEL’iyle, vs. şu an beliren muhalefet dinamiklerinin bir kopuş ve yenilenmeye gitme potansiyeli olduğunu düşünüyor musunuz? Varsa nedir?
Turhan Uzun: Biz gemileri bağlamaya karalıyız, yani işi durdurmaya kararlıyız. Yalnız, biliyorsunuz burada kamuoyu desteği önemli. Kamuoyu desteğini arkamıza alabilmek için burada bir oturma eylemi başlattık. Bunun amacı, bu süre zarfında kamuoyunu bilgilendirerek neden bu işi yapıyoruz, ileride gemileri bağlarsak neden gemileri bağlıyoruz bu anlaşılsın istiyoruz. Afişlerle, pankartlarla, bildiriler dağıtarak halkı bilgilendirmeye çalışıyoruz. On- on beş günlük süreyi tamamladıktan sonra, ki bir duyum aldık gemilerimizi gece yarısından sonra devredeceklermiş, o yüzden aslında arkadaşlarla burada gemileri bekliyoruz, nöbet tutuyoruz. Gelsinler bakalım gemileri nasıl alacaklarmış.
Eğer bunlardan bizim taleplerimize herhangi bir yaklaşım gelmezse, sonunda biz burada gemileri bağlayacağız. Hem de öyle bir bağlayacağız ki, boğazda ne Turyol çalışacak ne de sandal çalışacak.
Ama bir tek Denizciler Sendikasının, bir tek Tek-Gıda-İş’in, Petrol-İş’in çabalarıyla ne olur bu da ortada. Türk-İş’e bağlı 32 sendika var. Bunların bir araya gelip mutlaka Türkiye’de hayatı durdurmaları lazım.
Sendika.org: Son olarak neler söylemek istersiziniz?
İskeleden bir işçi: Bizler çalışanlar olarak sendikamızın, başkanımızın dediklerinin arkasındayız. Çıkacak kararlar doğrultusunda bu olayın sonuna kadar üstüne gideceğiz.
Aziz Saltık: Bir de İstanbul halkına bir şey söylemek istiyorum. Bizim buradaki mücadelemiz temelinde iki unsuru ilgilendiriyor. Biri yolcular, İstanbul halkı, diğeri biz. Eğer Belediye bu inatla gemileri bu şekilde almaya kalkışırsa, İstanbul halkının ulaşımdaki can ve mal güvenliği riske gir
ecek. İlerde bugünkü gibi rahat ve güvenli seyahat mümkün olmayacaktır. O anlamda bizi desteklemelerini rica ediyoruz.
Turhan Uzun: Biz burada (Karaköy İskelesi) gemilerimizi beklemeye de devam edeceğiz. Eylemimiz sürecek. Destek ziyaretleri için, sohbet için herkesi bekliyoruz. Kapımız sonuna kadar açık.