Özelleştirmeler durdurulacak, özelleştirilen işletmeler kamulaştırılacak”, kabul edenler? İstisnasız bütün eller havada. Sürdürmüş, “tüm borçlar koşulsuz olarak silinecek”, “eğitim, sağlık, ulaşım ve dahi barınma parasız olacak”, “gerçek demokrasi tüm kurum ve kurallarıyla yerleştirilecek”… Her madde firesiz geçmiş. İşçiler de memnun; iki günlük eğitim böyle sürecekse, kebap. Oylamanın ardından, şimdi de geçen seçimde ANAP’a (bunu şimdi AKP […]
Özelleştirmeler durdurulacak, özelleştirilen işletmeler kamulaştırılacak”, kabul edenler? İstisnasız bütün eller havada. Sürdürmüş, “tüm borçlar koşulsuz olarak silinecek”, “eğitim, sağlık, ulaşım ve dahi barınma parasız olacak”, “gerçek demokrasi tüm kurum ve kurallarıyla yerleştirilecek”…
Her madde firesiz geçmiş. İşçiler de memnun; iki günlük eğitim böyle sürecekse, kebap. Oylamanın ardından, şimdi de geçen seçimde ANAP’a (bunu şimdi AKP diye okuyun) oy verenleri görelim, demiş. Tek tek sormuş; CHP’ye, MHP’ye… Boş geçen parti olmamış, her parti için üç-beş de olsa el kalkmış. Bu arada salonda tansiyon da yükseliyor, tabi. İşçiler merakta, hoca bu işi nereye bağlayacak, diye. Parti oyları da sayıldıktan sonra, eğitimci ayağa kalkmış. Hayret, demiş. Hayret ki ne hayret; bu salondan tam 13 ayrı partiye oy çıktı; oysa biraz önce burada tek bir parti vardı! Salon şaşkın, biraz da mahcup; tezcanlı olanlar yanındakine dönüp üstelemekte, “çakızladın mı?”
Aslına bakarsanız, bizdeki sendikacılık-siyaset ilişkisini bu küçük anı pek güzel özetliyor: Bir yanda işçilerin kendi yaşam deneyimleri içinde geliştirdikleri bir siyasal program var; henüz adı konmamış bir siyasal program bu. Öte yanda da mevcut siyasal yelpazenin orasında burasında konumlanmış siyasal partiler. İşçiye “siyaset” denince, aklına bu partiler geliyor; oy verdikleri, üye oldukları, kızıp protesto ettikleri, bu partiler. İşçi, siyaset yelpazesinde param parça; fabrikada ise blok halinde bir sınıf siyaseti geliştirmiş. O yüzden de sıcak mücadele anlarında sık sık şu söylenir; “sağcısı solcusu hep birlik olduk”. SEKA direnişçilerinin bugün söylediği gibi. Doğrusu da bu. Ama iş burada bitmiyor. Zira, sorunların çözümü siyasetten geçiyor. Tıpkı, Selüloz-İş Kocaeli Şube Başkanı Adnan Uyar’ın aleyhte yargı kararı üzerine söylediği gibi, “asıl mücadelemiz siyasi iradeye karşıdır”. O halde çözüm bekleyen düğüm şu; bu mücadele nasıl verilecek?
Sendikalarımız bu soruyla her karşılaştıklarında, gözlerini mevcut siyaset yelpazesine çevirdiler; o sıra kim muhalefetteyse yedeğe alıp, seçimlerde ona yöneldiler. Dene babam dene; siyaset yelpazesini deneme tahtasına çevirdiler. Sonuç, sıfıra sıfır, elde var sıfır. Bu yüzden, şimdi çok daha karamsarlar. Açık ki, gerçek siyasi irade, yönetime taşıdıkları partilerde değil, çokuluslu tekellerin, IMF ve Dünya Bankası gibi merkezlerin – siz ona kısaca emperyalizm deyin- ellerinde. O halde?
Sendikacılarımız oturup düşünmeli, SEKA direnişi, birden bire neden sembolleşti, diye. Topu topu 750 direnişçi işçi ve ailesi, nasıl oldu da 75 milyonun umudu haline geldi? Yanıt basit: Bugün SEKA’da bu toprakların gerçek siyasal iradesi direniyor.
Eğitimcimizin bizlere “çakızlattığı” gibi, siyaset deyince illa yüksek katlara bakmak gerekmiyor; hatta, bakmamak gerekiyor. Siyaset, fabrikada. Program da belli; işçiler kendi tecrübelerinin ürünü olarak geliştirip blok halinde de sahiplenmişler. Ama, adı bir türlü konamıyor; siyasallaşmamış bir siyasal program olarak bir direniş mevziiden diğerine dolanıp duruyor. SEKA direnişi bu düğümü çözüp, siyasallaşmış bir sınıf hareketinin kapısını aralar mı? Aslına bakarsanız SEKA işletmesinin geleceği de buna bağlı.