“Nükleer Klüp Büyüyor” Kuzey Kore, nükleer silahları bulunduğunu ve bunlardan vazgeçmeyi hiçbir şekilde tartışma konusu etmeyeceğini resmen açıkladı. İran hala nükleer silah üretmek gibi bir amacı olmadığını iddia ediyor. Fakat şunu da söylüyor ki nükleer [uranyum] zenginleştirme faaliyetlerini durdurmayı tartışma konusu etmeyecek (bu da tabii ki nükleer silah üretmek istediği zaman bunu kolayca yapabileceği anlamına […]
“Nükleer Klüp Büyüyor”
Kuzey Kore, nükleer silahları bulunduğunu ve bunlardan vazgeçmeyi hiçbir şekilde tartışma konusu etmeyeceğini resmen açıkladı. İran hala nükleer silah üretmek gibi bir amacı olmadığını iddia ediyor. Fakat şunu da söylüyor ki nükleer [uranyum] zenginleştirme faaliyetlerini durdurmayı tartışma konusu etmeyecek (bu da tabii ki nükleer silah üretmek istediği zaman bunu kolayca yapabileceği anlamına geliyor). Peki ABD ne diyor? ABD ne diyeceğini bilmiyor ve uğraşıp duruyor. Henry Kissinger, yazılı basında ve televizyonlarda tükürük saçıyor. Condoleeza Rice, İran’ın totaliter bir devlet olduğunu söylüyor ve Avrupalılara, eğer İran nükleer zenginleştirme projesinde ısrar ederse, Birleşmiş Milletler yaptırımlarının devreye sokulacağını açıkça ve yüksek sesle bildirmeleri gerektiğini söylüyor (ve Avrupalılar da Rice’a, resmi ya da özel bu tarz açıklamalarının kesinlikle yapıcı olmadığını, yıkıcı olduğunu anlatıyor).
Gerçek şu ki, George Bush sayesinde cin şişeden çıkalı çok oldu. Yine George Bush sağ olsun, ABD’nin bu konuda her hangi bir şey yapabilecek politik ve askeri gücü yok. Öyleyse şimdi olan ne? Önümüzdeki üç yıl için, gerçekten de, sadece iki muhtemel senaryo var. Birincisi, ne Kore’de ne de İran’da hiçbir önemli gelişme yaşanmayacak; çünkü ABD Irak bataklığıyla baş etmenin devam eden güçlükleri yüzünden fazlasıyla meşgul olacak, giderek sertleşen iç politika çekişmelerine yoğunlaşacak, ve daha fazla tehdit savurmaya devam etmek noktasında diplomatik açıdan fazlasıyla yalnızlaşıp, sessiz kalacak. Diğer senaryo da şu ki, süper şahinler Bush yönetimi içindeki, askeri güçlerinki de dahil, tüm direnci bastıracak ve doğrudan ya da üçüncü bir ülke aracılığıyla (örneğin İran’a karşı İsrail) bir askeri çatışmayı zorlayacak.
Ben kendim ikinci senaryoyu pek muhtemel görmüyorum. Gerçekleşme şansı çok az, ama şüphesiz böyle bir olasılık var. Eğer bu çatışma olasılığı gerçeğe dönüşse, hele de nükleer silahlar kullanılsaydı, kaybedilecek hayatlar (tabii ki Koreliler ve İranlıların, ama aynı zaman da Amerikalıların da) hesaba katıldığında tartışmasız bir felaket olurdu. Böyle bir durumda, en muhtemel sonuç askeri bir açmaza girilmesi ve buna ek olarak da dünya çapında tehlikeli bir ekolojik yıkımın yaşanması olacaktır. Bu yüzden de, ihtimal çok düşükse bile, oldukça korkunçtur, ve aklın ve sağduyunun tek yolu bunu engellemek için mümkün olan her şeyin yapılmasıdır.
Peki, eğer her iki arenada da hiçbir şeyin meydana gelmediği en muhtemel senaryo gerçekleşirse, bunun jeopolitik sonuçları ne olur? Bunlar ABD için oldukça olumsuzdur, ki Kissinger’ı ve elbette Condoleeza Rice’ı da kışkırtan şey budur. Birinci sonuç, dünyanın ABD askeri gücüne yaklaşımında köklü bir değişimdir. Bir kere, Bush yönetiminin benzersiz vaadinde ifade edilen ABD’nin karşı konulmaz askeri gücünün “şok ve dehşet” ile dünyaya hakim olma yeteneğinin gittikçe zayıfladığı düşünülecektir. Böylesi kilit askeri bir konuda Kuzey Kore ve/veya İran’ın ABD karşısındaki başarılı meydan okuyuşu, dünya çapında gittikçe gelişmekte olan “ABD’nin kendini alt edecek bir Davut bekleyen bir Calut (Golyat) olduğu” hissini kışkırtacaktır. Bu durum, herkesin, Washington’la uzlaşsın uzlaşmasın kendi rotasında gitme niyetini muhakkak pekiştirecektir.
Kendi yoluna gitmek ne anlama geliyor? Bu, Kuzey Kore ve İran’dan başka diğer bazı ülkelerin de şimdiden nükleer silahlanma yolunda kritik adımlar atmaya başlayabileceği anlamına geliyor. Bu, bazı ülkelerin, ABD’yle yada genel anlamda Kuzey’le tek taraflı ya da çok taraflı ticari müzakerelerde güçlü/dirençli bir çizgi tutturmak konusunda daha istekli olacağı anlamına gelir. Ve bu, çok, pek çok ülke dolar egemenliğindeki bir dünyadan kurtulmak konusunda daha istekli olacak demektir. Rusya, petrolünü bundan sonra Euro üzerinden fiyatlandıracağını ilan etti. Yakında diğerleri de bunu takip edebilir. Çin, para birimi yuan’ı dolara değil fakat bir para sepetine sabitlemeyi düşünüyor. Ve sonra, yakın bir zamanda ABD’nin kabusu belirebilir -doların aniden yaygın güven yitimi, ki eğer bir kez gerçekleşirse muhtemelen geri dönülmez olacaktır ve ABD hükümetinin çürük/kırılgan mali yapısı intikamını alacaktır.
Hepsi bu kadar da değil. ABD bugünlerde, Başkan Bush’un “özgürlüğün sesini” yansıtan “büyük başarı” diye adlandırdığı 30 Ocak Irak seçimleriyle böbürleniyor. Geçici sonuçlar şüphesiz biraz şişirilmiş olsa da, şurası açık ki Şiilerin ve Kürtlerin çoğu oy kullandı ve Irak direnişi o gün sadece her zamanki kotası kadar kan dökmeyi başardı. Bu çok mu şaşırtıcı? Daha fazlasının öldürülmemiş olması, araçların trafiğe yasaklanması da dahil yoğun ABD askeri seferberliğinin bir başarısıdır. Peki ya Şiilerin oy kullanması sürpriz miydi? Bundan dokuz ay öncesini hatırlamalıyız, hem ABD hem de Iyad Allawi bu seçimlerin anayasayı şekillendirecek bir geçici ulusal meclis oluşturmak için düzenlenmesine, Şiileri yönetici politik pozisyona taşıyacağı ve Iyad Allawi’yi işinden edeceğini bekledikleri için, kesinlikle karşıydılar. Eğer ABD karlı çıktıysa, bu kesinlikle Ayetullah Ali el-Sistani sayesindedir. Çünkü, Sistani seçimlerin yapılmasının kendi çıkarına olduğunu açıkça ortaya koymuştu, yoksa bunun yerine ABD işgalini hedef gösterebilirdi. Sistani ağırlığını koydu, ve elbette Şiiler de oy verdi. Aynı şekilde Kürtler için, büyük bir Kürt katılımı, kendi bölgelerinde sahip oldukları fiili özerkliği korumalarının en iyi garantisiydi. Sünniler, beklendiği gibi, seçimleri etkin biçimde boykot ettiler. Ayrıca Kürtler, bu sözde “özgürlüğün sesi” seçimlerinde Hıristiyan ve Türkmen azınlığı kendi bölgelerinde oy kullanmaktan alıkoyarak oldukça başarılı oldular; çünkü onların oy kullanması, Kürt listesinin kazandığı yüzdelik başarıyı düşürebilirdi.
Şu anda neler olduğunu, gelecekte görmek zorunda kalacağız. Fakat, ABD’nin istediği/beklediği gibi bir hükümete kavuşma olasılığı çok düşük. Ve ABD birliklerini geri çekene kadar Irak direnişinin kırılması da çok düşük bir olasılık. Seçimler üzerinden ABD basınında oluşan şenlik havası, yakında; para, can ve bu yüzden de Amerikan halkının sabrını tüketmeye devam eden, sonu gelmeyen, düşük yoğunluklu ama büyük bir askeri gerilim olduğu gerçeğinin farkına varılmasıyla hayal kırıklığına dönüşecektir. Tüm bunların ortasında, İran belki de nükleer testini başlatır. Batıdaki gürültü elbette büyük olacaktır. Elbette, İran’daki halk onayı (ama sadece İran’da da değil) da büyük olacaktır. Fakat bundan sonra hepimiz, George Bush’un kesinlikle hoşlanmayacağı bir yönde evrimleşen jeopolitik realitelerin oluşturduğu yeni bir statükoya dahil olacağız.
Immanuel Wallerstein -15 Şubat 2005
(fbc.binghamton.edu’dan sendika.org tarafından çevrilmiştir.)