Siyasal partiler anlamında AKP iktidarına karşı daha çok Ulusalcılık kisvesi adı altında muhalefet yapmaya çalışan partiler yerlerinde saymaya devam ederek dibe vurma noktasına gelmişlerdir. Gerek siyasal anlamda ,gerekse de ekonomik anlamda ağırlıklı olarak uluslararası güçlerin güdümüne girmiş,(ekonomik olarak IMF’ ye ,dış siyasette Kerkük istisnası dışında ABD’nin güdümüne girmiş olan iktidarı kastetmekteyim) iktidarın ekonomik halüsünasyonlar dışında […]
Siyasal partiler anlamında AKP iktidarına karşı daha çok Ulusalcılık kisvesi adı altında muhalefet yapmaya çalışan partiler yerlerinde saymaya devam ederek dibe vurma noktasına gelmişlerdir. Gerek siyasal anlamda ,gerekse de ekonomik anlamda ağırlıklı olarak uluslararası güçlerin güdümüne girmiş,(ekonomik olarak IMF’ ye ,dış siyasette Kerkük istisnası dışında ABD’nin güdümüne girmiş olan iktidarı kastetmekteyim) iktidarın ekonomik halüsünasyonlar dışında halka verebileceği pek bir şey kalmamıştır. Bu noktada aktif muhalefet olanağına sahip olanların sesinin çıkmaması hayretler vericidir.
Siyasi partilerin rutin basın açıklamalarının muhalif bir ses olarak yansıtılmasının pek anlamlı olmadığı açıktır. Esas anlamda tabandan gelen kitle örgütlerinin bu süreçte sessiz kalmaları veya günü doldurma çabaları içerisinde olmaları şaşırtıcıdır. Yazının esas vurgu noktası olan sendikaları biraz ön plana çıkartmak gereğini duyuyorum.
İşçilerin ağırlıklı olarak kendi kesintileriyle kurulan SSK’nın devri konusunda daha önce radikal söylemlerle bu yasayı meclisten geçirmeyeceklerini söyleyen sendika yönetimleri yasa geçtiği zaman kuru gürültü yapmanın anlamını sanırım iyi öğrenmişlerdir. Özellikle Emek Platformunun aylardır gündemine aldığı ve yasanın mecliste görüşüldüğü zaman sert tepkiler göstereceği söylemi iktidar tarafından iyi çözümlenmiştir.AKP iktidarı Sendika tabanlarını yöneticilerinden çok daha iyi tanımaktadır. Yönetimler tarafından atıllaştırılan ,sendikalarına haklı olarak güvenmeyen,(güvenemeyen) kendi özgücünün farkında olması bilinçli olarak engellenen emekçilerin büyük bölümü doğal olarak mevcut duruma seyirci kalmaktalar. Bu duruma bir suçlu aranacaksa;gerçek suçlular kuşkusuz bu sendikaları yönettiği iddia edilen yöneticilerdir.
Gündemdeki SEKA işçilerinin direnişi çok farklı anlamlardan görüntüler ortaya çıkarmaktadır. Son yıllardaki özeleştirme karşıtı en ciddi eylemlerden birisi olan SEKA işçilerinin işyerini terk etmeme ve hükümetle karşılıklı restleşme durumu sendikalardan yeterli desteği bulamamıştır. Oysa sorun tüm kamu emekçilerinin,işçilerin kısacası muhalif kesimlerin ortak sorunudur. Ülkemizde özelleştirme adı altında kamu kurumları çeşitli kesimlere yok pahasına devredilmekte ,her özelleştirilen kurumun ardında işçi kıyımı yaşanmakta,çalışanlar mağdur edilmektedir. Uluslar arası anlaşmalarla desteklenen özeleştirme harekatı herkesi mağdur edecek bir realite olarak karşımızdadır. Kamu kurumlarının bilinçli olarak yatırımlardan uzak kalması ,siyasal iktidarların yandaşlarının yağmasına bırakılması sonucu bilinçli olarak zarar ettirilen kamu kuruluşları şimdi de özelleştirme adıyla yağmaya açılıyorsa bu hepimizin sorunudur. Kendi vergilerimizle kurulan ve sosyal devlet anlayışının gereği olarak vatandaşa istihdam sağlayan bu kurumların kapatılmasından çok verimli hale getirilmesi amaçlanması gerekirken yok pahasına satılma çabaları kuşkusuz herkesin sorunudur.
SEKA işçilerinin özelleştirmeye karşı çıkışları kamu çalışanlarını da direkt etkileyen bir karşı duruştur. Kamu yönetimi reformuyla bir çok kamu kurumunun özelleştirilme çabaları gelecek açısından kamu çalışanlarını da tehdit etmektedir. Fakat sıranın kendilerine gelmesini bekleyerek eylem stratejisi belirleyen veya durumun idrakine varmaktan uzak memur sendikaları da bu durumdan ders almaktan uzak konumdalar. Bu anlamda SEKA işçilerinin konumu özelleştirme karşısında sembolikte olsa ortak direniş için önemli bir adım olma niteliğini taşımakta. Onlara verilecek destek tüm çalışanlara destektir,özelleştirmelere karşı ortak beraberliğin ,mücadelenin ön adımı sayılabilmelidir.
Emek platformunun aylar öncesinden SSK’ların devrine karşı ya da “İktidarı genel uyarı”adı altında ortak eylem çabaları anlamının yitirmeye başlamakta. 16 şubatta nasıl bir eylem yapacağını bile tam belirleyemeyen sendika bileşenleri bölge toplantılarıyla artık bitmiş olan bir hesabın peşine düşmekteler. Yasa çıktıktan sonra neye dönük ne amaçla eylem yapacakları da tartışmalı hale gelmiştir. Sonuçta bir eylem yapalım da nasıl olursa olsun hesabıyla yapılabilecek bir muhalefet duruşu anlamını yitirmiştir. Aslında iktidardan önce sorgulanması gereken günümüz sendika yöneticileri ve izledikleri çizgidir. Sonuçta mevcut yapılanmalarıyla çalışanlara verecekleri hiçbir şeyin kalmadığını kurumsal düzeyde kırtasiyecilik yaptıklarını ,mevcut atıl konumlarını tabanın duyarsızlığına sürekli havale ettiklerine göre ya kendileri mükemmel ,ama işçi sınıfı duyarsız!… ya da tam tersi bir sonuç çıkmakta.Yorumu okuyuculara bırakıyorum. Sınıf dinamiklerine dayanmayan bir sendikal hareketin var olacağı noktanın dar alanda kısa paslaşmalardan başka bir yere varamayacağını söylemek sanırım hayalcilik olmayacaktır.