Özellikle, 20. Yüzyılda, hızlı teknolojik gelişme ile birlikte, nüfus artışının, kentleşmenin ve sanayileşmenin doğa üzerindeki baskısı tehlikeli boyutlara ulaşmış, yüzyılın sonuna doğru ise, toplumlar, çevreleri ile olan ilişkilerinden kaynaklanan bir dizi sorunla karşı karşıya bulunduklarının ayrımına varmaya başlamışlardır. Çevre sorunları birdenbire ortaya çıkmamış, zaman içinde, değişik etkenler nedeni ile bugünkü boyutlarına ulaşmıştır. Üretim ilişkileri, üretim […]
Özellikle, 20. Yüzyılda, hızlı teknolojik gelişme ile birlikte, nüfus artışının, kentleşmenin ve sanayileşmenin doğa üzerindeki baskısı tehlikeli boyutlara ulaşmış, yüzyılın sonuna doğru ise, toplumlar, çevreleri ile olan ilişkilerinden kaynaklanan bir dizi sorunla karşı karşıya bulunduklarının ayrımına varmaya başlamışlardır.
Çevre sorunları birdenbire ortaya çıkmamış, zaman içinde, değişik etkenler nedeni ile bugünkü boyutlarına ulaşmıştır. Üretim ilişkileri, üretim araçlarının biçimi, kullanımı, mülkiyeti, sanayileşme, kentleşme, nüfus, göç, yoksulluk, barınma, açlık çevre sorunlarını oluşturan ya da tetikleyen olgulardır.
Çevre sorunları ile birlikte, çevre duyarlılığının gelişmesi, çevresel değerlere hukuksal güvence kazandırma çabalarının gelişmesini de desteklemiştir. Bu kapsamda, insan hakları yazınında “çevre hakkı” kavramı ortaya çıkmış, buradan hareketle hukuk metinlerinde çevreye ilişkin düzenlemeler yer almaya başlamıştır. Anayasa’ larda yer alan çevre ile ilgili bölümler, çevrenin korunması, iyileştirilmesi ve çevre kirliliğinin önlenmesine yönelik yasa, yönetmelik gibi düzenlemeler, uluslararası anlaşmalar, hukuk ortamında yargı kararları sonucunda ortaya çıkan içtihatlar, bu alana dair önemli gelişmelerdir.
I. İnsan Haklarının Gelişimi
İnsan hakları, belirli bir tarihsel evrede insanların sahip olmaları gereken hak ve özgürlükleri ifade eder. Bütün insanların hiçbir ayırım gözetmeksizin yalnızca insan oluşlarından dolayı, insanlık onurunun gereği olarak sahip oldukları hakların bütününü kapsayan terim, bu niteliği ile gerçekleştirilmiş bir amacı, ideali belirler.
İnsan haklarının bütün insanlar için gerekli olması, pozitif hukukun üzerinde bir anlama sahip olma niteliğini ortaya koymaktadır. Sadece belirli bir yer ve zamanda yazılı belgelerle tanınan hak ve özgürlükler değil, insanlığın ulaştığı bütün gelişme evrelerinde tüm insanlara tanınması gereken hak ve özgürlükler bu kavramın kapsamındadır. Bu noktada insan haklarının evrensel özelliği öne çıkmaktadır.
İnsan hakları teriminin içeriğini dolduran hammadde hukuk, ona yön veren ve ivme kazandıran asıl itici güç ise, kendini dar hukuk kalıpları içine hapsetmeyen felsefi düşünce ve eylemdir. Bu noktada, insan haklarının, her zaman anayasa ve yasaların tanıdığı hak ve özgürlüklerin önünde olduğu söylenebilir.
İnsan hakları kavramı, kendisine yakın anlamlarda bazı kavramları çağrıştırır. Temel hak ve özgürlükler, kamu özgürlükleri, kişi hakları ve özgürlükleri ile yurttaş hakları…
Temel haklar deyimi, birçok anayasada yer almaktadır. Bu nedenle, anayasalarda güvenceye kavuşturulmuş bulunan hak ve özgürlükleri ifade ettiği kabul edilmektedir.
II. İnsan Haklarının Niteliği ve Öğeleri
İnsan hakları alanı, bir bilim ve öğreti alanı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu noktada, insan hakları biliminin ölçütü insan onurudur, konusu ise insan onuruna saygıyı sağlayan hak ve özgürlüklerin araştırılmasıdır.
Toplumsal bilimlerin ve insan bilimlerinin özerk bir dalı olarak insan hakları, disiplinler arası bir niteliğe sahiptir. Başlıca, felsefe, sosyoloji, siyaset bilimi, tarih, hukuk disiplinleri, hukuk bağlamında ise anayasa hukuku, uluslararası hukuk, hukuk tarihi ve hukuk felsefesi insan haklarını inceleme konusu yapar. Bu kapsamda, insan hakları hukukunu, insan hakları biliminin bir alt disiplini olarak düşünmek gerekir.
İnsan haklarını tanımlama sürecinde üç öğe öne çıkmaktadır: Kişi, haklar ve insan haklarının korunması.
Bu noktada, özellikle insan haklarının da konusu olan “hak”lar ve “Özgürlük”ler üzerinde durmak yararlı olacaktır. Örneğin, bazı insan hakkı “hak” biçiminde dile getirilir, yaşam hakkı, çevre hakkı, barış hakkı gibi. Bazı insan hakkı da “özgürlük” olarak kendini tanımlar, örgütlenme özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, haberleşme özgürlüğü gibi…
Buradan hareketle; Prof.Dr. İbrahim Kaboğlu’nun İnsan Hakları ve Çevre Hakkı konusundaki çalışmalarını dikkate alarak aşağıdaki çözümlemeye gidilebilir:
Doğal hukuk görüşü esas alındığında; özgürlükler insanın salt insan olmak sıfatıyla doğuştan sahip bulunduğu, insanlık tarihi boyunca değişik evrelerde, değişik sözleşmeler ile toplum yaşamına aktarılan ve devletçe korunana / korunacak değerlerdir. Haklar ise, yasalar ve diğer yazılı hukuk belgeleri ile bu özgürlüklerin kullanılmasını sağlamak amacına yönelik olarak yöneticiler tarafından tanımlanmış ve değişik şekillerde bağıtlanmış değerlerdir. Bu noktada, haklar, siyasal bir toplumda devlet iktidarının sağladığı bazı olanaklardır. Bir başka görüş ise, hak kavramını bir kimsenin isteyebileceği, ileri sürebileceği ve kullanabileceği bir değer olarak tanımlamaktadır.
Sonuç olarak, hakkın özgürlükten beslendiği ve hakkın özgürlük ile gerçekleşebileceği görüşünün yanı sıra özgürlüğün hakların bir ürünü olduğu da belirtilir. Böylece, hakların ve özgürlüklerin birbirine bağlı olduğu, aralarında dayanışma unsurunun bulunduğu, birinin ihlalinin ötekinin tehdit altına gireceği anlamına geleceği unutulmamalıdır.
III. Tarihsel Evrimine Göre İnsan Hakları
Özgürlükler ve haklar alanında, genel bir tanımla hak, bir kimsenin isteyebileceği, ileri sürebileceği, sahip çıkacağı ve kullanılabileceği bir olguyu belirtir.
İnsanlık ve uygarlık tarihi, bir bakıma özgürlükler ve haklar mücadelesi tarihidir…
Fransız hukukçu Karel Vasek, tarihsel evrimine göre insan haklarını üç kuşak haklar olarak sınıflandırılmıştır.
• Birinci Kuşak Haklar: Temel özgürlükler, kişi hakları ve siyasal haklar.
• İkinci Kuşak Haklar: Ekonomi, sosyal ve kültürel haklar.
• Üçüncü Kuşak Haklar: Dayanışma hakları olarak tanımlanır.
Üçüncü kuşak haklar, 20. Yüzyılın ikinci yarısının, ikinci çeyreği ile birlikte gelişen ve şekillenen haklardır.
• Çevre Hakkı
• Gelişme Hakkı
• Barış Hakkı
• İnsanlığın Ortak Mirasından Yararlanma Hakkı
Bu noktada, Fransız Devrimi’nin üç normatif temasının bu kuşakları karakterize etmesi ise ilgi çekicidir. Buna göre, birinci kuşak haklarda özgürlük, ikinci kuşak haklarda eşitlik, üçüncü kuşak haklarda ise kardeşlik nitelikleri belirleyicidir.
IV. Çevre Hakkı
1970’li yıllarla birlikte, “çevre hakkı” insan hakları alanında ayrı bir hak olarak tanımlanmaya başlamış ve süreç içerisinde uluslararası anlaşma ve belgelerde yerini almıştır. Türkiye’de de, ulusal alanda, Anayasa ve değişik yasal düzenlemeler içinde çevre hakkı kavramı yerini almıştır.
Yeni bir insan hakkı olarak son yıllarda uluslararası belge ve anayasalara giren ve çevre korumanın en etkin hukuksal aracını oluşturan çevre hakkı, çevre hukukun ulusal düzeyde olduğu kadar, uluslararası düzeyde de ortaya çıkan yetersizliklerinin ve boşluklarının doğrudan bir sonucu gibi görünmektedir.
Uluslararası alanda, çevre hakkının dile getirildiği ilk toplantı Birleşmiş Milletler Çevre ve İnsan Konferansı (Stockholm 1972) olmuştur. Konferansın, çevre sorunlarına yönelik politika arayışlarında bir milat olduğu bilinen bir durumdur. Çevre hakkı açısından önemi ise, “İnsan, onurlu ve iyi bir yaşam sürmeye olanak veren nitelikli bir çevrede, özgürlük, eşitli
k ve yeterli yaşam koşulları temel hakkına sahiptir.” (m.1) ilkesinin yer aldığı bildirinin kabul edilmesinden ileri gelmektedir. Bu konferansın sonrasında, gerek Birleşmiş Milletler ortamlarında, gerekse de diğer uluslararası platformlarda (Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi gibi) çevre hakkı kavramının yeniden tanımlandığı ya da politikalarla içselleştirildiği gelişmeler yaşanmıştır.
Sonuç olarak, çevre hakkı, bugün çevre politikaları alanında önemli ve belirleyici bir değer olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu noktada çevre hakkı, konusu ve tarafları ile birlikte önem kazanmaktadır.
Çevre hakkının konusu, çevrenin korunması ve geliştirilmesidir. Bu açıdan, çevre hukuku ve hakkının konusu, çevre kavramının tanımı ile açıklığa kavuşturulmuştur. Buradan hareketle, çevre hakkının konusu olarak aşağıdaki öğeler sıralanabilir:
• İnsan
• Hayvanlar ve Bitkiler
• İnsan ve Diğer Canlılarla Etkileşim İçinde Bulunan Cansız Varlıklar
• Canlı ve Cansız Varlıkların İlişkilerini Düzenleyen Ekosistem
Çevre hakkının tarafları ya da sahipleri ise bu haktan yararlanacak olanları ve bu hak nedeni ile üzerine sorumluluk yüklenecek aktörleri kapsamaktadır.
• Bireyler
• Kamusal ve Özel Kuruluşlar ile Topluluklar
• Devletler ve Haklar
• Gelecek Kuşaklar
V. Çevre Hakkı İnsan Hakkı Olarak Algılanmalı !!! Ya Da Çevremiz de Demokrasi Bekliyor…
Bugün, dünyamız Birleşmiş Milletler İnsani Gelişme Raporu verilerine göre, sosyal ve ekonomik bölüşüm ilkeleri açısından en kötü dönemini yaşamaktadır. Örneğin, gelişmiş ülkeler olarak adlandırılan ülkelerin içinde birkaç ülke ve bu gelişmiş ülkelerin çok uluslu şirketleri, tüm dünyada elde edilen gelirin %80’ine el koymaktadır. Açlık, barınma ve yoksulluk temel sorun alanları olarak ortada durmaktadır.
Açlığın, yoksulluğun ve işsizliğin, bölüşüm ilişkilerindeki eşitsizlik sonucu ortaya çıktığı ve küreselleşme sürecinin yarattığı tahribat ile daha da derinleştiği bilinmektedir. Küreselleşme akımı, dünyanın tüm insan ve doğal kaynaklarının sermayeye tahsis edilmesini, sınırsız ve kuralsız bir kar hedefli ekonomiyi ülkelerin ve dünya halklarının kabul etmesini öngörmektedir. Küreselleşme, özgürlükten yalnızca “ticaret” özgürlüğünü, çocuk emeğini sömürme özgürlüğünü, sendikasız / örgütsüz işçi çalıştırma özgürlüğünü anlamaktadır. Küreselleşme, yeni dünya düzenini kurma adına, savaş, yağma ve talan düzenidir. İnsan hakları ve insani değerler kağıt üzerinde kalan sözcüklerden başka bir şey değildir.
Oysa ki, insan hakları ve özgürlükleri, hem bireysel ve siyasal haklar demetiyle, hem ekonomik ve sosyal haklar demetiyle ve hem de dayanışma hakları kavramı ile bir bütündür, bu haklar birbiri ile ilişkilidir ve biri diğerine tercih edilemez.
Uluslararası insan hakları belgelerinde yer alan haklar ve özgürlükler, tüm dünya ulusları ve devletler tarafından tanınsa ve uygulansa bugünkünden çok daha güzel bir dünya olacağı açıktır. Bugün insan hakları ve özgürlükler mücadelesi, bir anlamda yaşanabilir bir dünya ve mutlu bir gelecek mücadelesidir.
Çevre duyarlılığının gelişimi ile birlikte, çevresel değerlere hukuksal güvenceler kazandırılması gereği de duyulmaya başlamıştır. Bu gereğin sonucu olarak, insanın doğal ve yapay çevresini oluşturan öğeleri koruyan, geliştiren ve onların hukuksal durumlarını düzenleyen hukuk dalı olarak çevre hukuku ortaya çıkmıştır. Çevre hukukunun gelişimi ve çevresel değerlere hukuksal güvenceler kazandırılması yolundaki örneklerin yaygınlaşması ile birlikte, yeni tartışma alanları ve kavramlar gündeme gelmeye başlamıştır.
Bu çalışmanın daha önceki bölümlerinde de vurgulandığı üzere, çevre konusunun insan hakları felsefesi alanında yer aramaya başlaması sonucunu doğuran bu gelişmeler ile “Dayanışma Hakları” ya da “Üçüncü Kuşak İnsan Hakları” çerçevesinde değerlendirilen “Çevre Hakkı” gündeme gelmiştir. UNESCO’nun da kabul ettiği bu yaklaşım sonucunda, Çevre Hakkı, üçüncü kuşak haklar kapsamında insan hakları alanında yerini almıştır.
Bu bilgilerin ışığında, 2000’li yıllarda Çevre Hakkı kavramının tartışılması ve politik karar alma süreçlerinde, teknik uygulamalarda çevre hakkının ve gelecek kuşaklar kavramının mutlak olarak ele alınması gereği açıktır.
T.C. Anayasası’nın 56. Maddesi’nde tanımlanan, “Herkesin Sağlıklı Bir Çevrede Yaşama Hakkı” kavramı, bugün yaşanan olumsuzluklar ve kuralsızlıklar ortamında yeni tartışmaları gündeme getirmiştir.
Toplum ve Ülke yararını göz ardı eden yatırımların, ülke kaynaklarını talan eden uygulamaların, çevrenin kirletilmesi ve doğanın sömürülmesi ortamını hazırlayan enerji santrallerinin, altın madenlerinin, otoyolların “yükselen değer!” olduğu bir ülkede; ÇEVRE HAKKI KAVRAMI DA ÖZÜNDE BİR DEMOKRASİ SORUNU OLMAKTADIR.
Örneğin; Bergama Halkı’nın, Bergama Köylüleri’nin Bilim ve Hukuk alanında kazandıkları zafer sonucunda; siyanürlü altın işletmeciliğine karşı verilen mücadele, evrensel ölçülerde bir başarı kazanmıştır. Ancak, mahkeme kararına rağmen Normandy firmasının faaliyetlerine devam etmesi, Çevre Hukuku ve Çevre Hakkı kavramlarının uygulama alanını sorgulamamıza neden olmaktadır. Çamlıhemşin, Çan, Cargill, Mobil Santrallar, zehirli atık gemileri,ormanların ve tarım alanlarının talanı ve benzeri birçok olayda durum aynıdır. Bu durumda, ya plansızlık ve kuralsızlık ya da bilim ve hukuk gibi iki seçenek ortaya çıkmaktadır. Bu soruların yanıtı, ÇEVRE HAKKI kavramının da yaşamla buluşmasını tanımlayacaktır.
* Çevre Mühendisi / Kent ve Çevre Bilim Uzmanı