Küreselleşmenin kaçınılmaz sonucu olarak siz de değişeceksiniz. Bu sürece eklenmek doğal bir sonuçtur. Ancak bunun için biraz çaba göstermelisiniz. Devletin ekonomideki payını küçültüp, elinizdeki kurumları piyasaya açmalısınız…” Bu tür tümceleri 1980’lerden itibaren, kapitalizmin içine düştüğü krize çözüm üretebilmek amacıyla, sıkça duyardık. O dönemde sihirli sözcük özelleştirme idi. Özellikle Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra tarihin sonunu ilan […]
Küreselleşmenin kaçınılmaz sonucu olarak siz de değişeceksiniz. Bu sürece eklenmek doğal bir sonuçtur. Ancak bunun için biraz çaba göstermelisiniz. Devletin ekonomideki payını küçültüp, elinizdeki kurumları piyasaya açmalısınız…”
Bu tür tümceleri 1980’lerden itibaren, kapitalizmin içine düştüğü krize çözüm üretebilmek amacıyla, sıkça duyardık. O dönemde sihirli sözcük özelleştirme idi. Özellikle Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra tarihin sonunu ilan eden neo-liberaller, kapitalizmin nihai zaferinin gerçekleştiğini düşünerek, sosyal devletin bütün kazanımlarına saldırmaya başladılar.
Üretim sektörüne ait ne varsa piyasaya açmanın koşullarını zorlayan sermayenin iştahını kabartan sosyal güvenlik kurumlarının yüklü fonlarıydı. Sosyal güvenlik kurumlarının hizmet sunumunu güçleştirerek ve kalitesini düşürerek üyelerinin memnuniyetsizliğe sürüklenmesine neden olan siyasal iktidarlar, şimdi IMF’ye verdikleri sözü tutmanın zamanı geldiğini düşünüyorlar.
IMF’ye verilen sözler doğrultusunda sağlık ve emeklilik sektörü birbirinden ayrılarak; Kamu Yönetimi Temel Kanunu, Belediye Kanunu ve İl Özel İdaresi Kanunu vb. yasalarla sağlık sektörünün tamamen piyasalaşması sağlanacak. Daha çok para daha çok hizmet ya da daha iyi hizmet sloganları ile bireysel sigortalar öne çıkarılacak. Oysa sosyal güvenlik yurttaşlar arasında bir tür dayanışmanın kurumsallaşmış adı olmalıdır.
Sadece bir yurttaş kimliği ile kazanılması gereken sağlıklı yaşam ve sosyal güvenlik hakkı parayla alınıp satılabilen bir mala dönüştürülecek.
Örneğin 17.12.2004 tarihli Genel Sağlık Sigortası Tasarısı Taslak Çalışması (GSS)’ nın 16.maddesi katılım payları adı altında prim ödemelerinin haricindeki ödemeleri tanımlamaktadır.
“MADDE 16.- Katılım payı alınacak sağlık yardımları şunlardır:
a) Hekim ve diş hekimi muayenesi.
b) Ayaktan tedavide verilen ilaçlar.
c) Ayaktan tedavide sağlanan ortez, protez, iyileştirme araç ve gereç bedelleri.
Katılım payları, genel sağlık sigortası tarafından karşılanan sağlık hizmeti bedeli esas alınarak gereksiz kullanımı caydırma, sağlık yardımının niteliği itibariyle hayati öneme sahip olup olmaması ve benzeri kriterler dikkate alınarak % 0 ile % 50 oranı arasında Kurumca belirlenir. Katılım payının her bir muayene ve devamında yapılan tedavi için toplam tutarı, net asgari ücreti aşması halinde, aşan kısmı tahsil edilmez.”
Buna göre uzun süreli bir tedavide asgari ücret tutarındaki bir parayı katkı payı adı altında ödemek zorunda kalabiliriz. Ayrıca muayene, tahlil, teşhis ve tedavi ücretlerinin miktarlarının ne olacağı da, henüz, belli değil. Bunları kurum daha sonra çıkaracağı bir yönetmelikle belirleyecek.
“İş kazası, meslek hastalığı, bu Kanunun 8 inci maddesinin (c) (gebelik ve doğum nedeni- M.C.) bendinde sayılan sağlık yardımları, sağlık kurulu raporu ile belgelendirilen kronik hastalıklar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin (c) bendi kapsamında sigortalı sayılanlar ve bunların bakmakla yükümlü olduğu kişiler, kişisel koruyucu sağlık hizmetleri ve kontrol muayeneleri katılım payından istisnadır.”
“Katılım payları sigortalı ve bakmakla yükümlü olduğu kişiler tarafından sağlık kurum ve kuruluşlarından hizmet alınması aşamasında ödenir.” ifadesi bu paranın peşin olarak ödeneceğini hükme bağlamaktadır. Yani paranız yoksa sağlık yardımından yararlanmanız da söz konusu olamayacaktır.
Ayrıca sağlık yardımından yararlanabilmenin bir ön koşulu da, acil haller dışında, sevk zincirine bağlı kalmaktır. (MADDE 17) Birinci basamak (aile hekimliği) sağlık kurumuna başvurmadan ikinci ya da üçüncü basamak bir kuruma başvurmanız halinde sağlık giderleri karşılanmayacaktır. Bu uygulama hastanelerin yoğunluğunu azaltmak bakımından doğrudur. Ancak önleyici sağlık hizmetlerinin yaygınlaştırılmasına hizmet edecek sağlık ocaklarını etkinleştirmek yerine, meslek odalarının (TBB) karşı çıktığı bir uygulamayı (aile hekimliği) kurumsallaştırmak doğru mudur? Her uygulamanın parayla yapılacağı bir sistemde sevk basamaklarını çoğaltmak, sağlıklı bir yaşama kavuşmayı daha da zorlaştıracaktır.
Tasarıda (MADDE 19) “Bu Kanunun 8 inci maddesi hükümlerine göre belirlenen sağlık yardımlarının karşılanacak bedellerini; prim gelirleri, sağlık hizmetlerinin maliyeti, sağlık hizmetinin sunulduğu il, devletin ilgili hizmetlere doğrudan ya da dolaylı olarak sağlamış olduğu sübvansiyonlar, kanıta dayalı tıp uygulamaları ile teşhis ve tedavi maliyetini esas alan maliyet-etkinlik kriterlerini dikkate almak suretiyle, her bir hizmet için ya da yapılacak tıbbi işlemlerin türüne göre ayrı ayrı belirlemeye Kurum yetkilidir.” denmektedir. Sağlık yardımlarının illere ve bölgelere göre belirlenecek olması ayrımcılığa yol açma riski taşımaktadır. Ayrıca hizmetin sunumunda da aksaklıklara yol açabilir.
Sağlıkta özelleştirmenin, piyasalaşmanın ve metalaşmanın müjdecisi tasarının 20 nci maddesinde verilmektedir. “MADDE 20.- Bu Kanuna göre sağlanacak sağlık yardımlarının karşılanması, Kurum ile yurt içindeki ya da yurt dışındaki hizmet veya mal üreticisi, sunucusu ya da dağıtıcısı her türlü gerçek veya tüzel kişilerle, tüzel kişiliği olmayan kurum ve kuruluşlar arasında yapılacak satın alma sözleşmeleri yoluyla yürütülür.” Eğer bu maddeyi Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısı Geçici 1 nci maddesiyle birlikte okursanız, yerelleşme kılıfını da kullanarak, sağlığın piyasaya teslim edilişini daha kolay anlayabilirsiz.
(Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısı
Geçici Madde 1- Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte;
a) Sağlık Bakanlığı taşra teşkilatının görev ve yetkileri, eğitim hastaneleri hariç, sağlık evi, sağlık ocağı, sağlık merkezi, dispanser ile hastaneler araç, gereç, taşınır ve taşınmaz malları, alacak ve borçları, bütçe ödenekleri ve kadroları ile birlikte olmak üzere personeli il özel idarelerine,
…
devredilmiştir.)
Tasarının 22 nci maddesi alınacak primleri tanımlamaktadır. Ancak maddenin son iki fıkrası dikkat çekmektedir.
“…
Emeklilik Sigortası Kanununun 49 uncu maddesi gereği isteğe bağlı sigortalı olanlar, bakmakla yükümlü olunan kişi olsa da bu Kanunda belirlenen primi ödemek zorundadırlar.” Buna göre eşiniz ya da bakmakla yükümlü olduğunuz bir kişi isteğe bağlı sigorta kapsamında ise Genel Sağlık Sigortası primini de ayrıca yatırmak zorundadır.
“Emeklilik Sigortası Kanununun 4 üncü maddesi (c) bendi gereği sigortalı sayılanların ücretsiz izinli sayıldıkları dönemde, bu Kanun gereğince ödenmesi gereken primin tamamı sigortalı tarafından ödenmek şartıyla bakmakla yükümlü oldukları kişilerle birlikte sağlık yardımlarından yararlandırılmaya devam ettirilir.”
Emeklilik Sigortası Kanununun 4 üncü maddesi (c) bendi : “c) Genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri, özel bütçeli kamu idareleri, sosyal güvenlik kurumları ile düzenleyici ve denetleyici kurumlar, kamu iktisadi teşebbüsleri, özel kanunla veya özel kanunla verilmiş yetkiye dayanarak kurulmuş bankalar ile belediyeler, il özel idareleri ve sayılan bu kurumlara bağlı birlik, kuruluş, idare, müessese, ödenmiş sermayesinin yüzde ellisinden fazlasına sahip oldukları ortaklıklarda, kadrolu veya işç
i statüsü dışında sözleşmeli çalışanlar,
sigortalı sayılırlar.”
Yani sözleşmeli personel statüsünde çalışmaya zorlananlar ücretsiz izinli oldukları döneme ait GSS primlerini kendileri ödemek zorunda kalacaklardır. Yine Kamu Yönetimi Temek Kanunu Tasarısı ve Belediye Kanunu Tasarısını dikkate alırsak, yakın gelecekte tüm kuruluşlarda, sendikalaşmanın önünü kesmek amacıyla, piyasa koşullarında, performansa dayalı rekabetçi sisteme göre sözleşmeli personel istihdam etmek istediklerine göre, bizleri bekleyen tehlikeleri şimdiden kavrayabiliriz.
Tasarının 23 ncü maddesi Prime Esas Kazançlar olarak tanımlanmıştır. Bu kazancın belirlenmesinde, bu tasarıya paralel olarak çıkartılmak istenen Emeklilik Sigortası Kanunu Tasarısına (Madde 76) atıfta bulunulmuştur.
“Emeklilik Sigortası Kanunu Tasarısı
MADDE 76.- Prime esas kazancın hesabında;
a) Aylık, ücret veya ödenek almak suretiyle çalışanların;
o ay için hak ettikleri ücretlerle, ücret dışında kalan her türlü ödeme ile prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkaktan sigortalılara yapılan ödemelerin brüt toplamı esas alınır.
Ücretler hak edildikleri aya maledilmek, diğer ödemeler ise öncelikle ödendiği ayın kazancına dahil edilmek, tavanı aşan kısmı ise, takip eden aylara maledilmek suretiyle prime tabi tutulur.
…
Şu kadar ki, ölüm, doğum ve evlenme yardımları, görev yollukları, kıdem, ihbar ve kasa tazminatlan, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca miktarları yıllar itibariyle belirlenecek ayni yardımlar, yemek, çocuk ve aile zamlan, sigorta primlerinin hesabına esas tutulacak kazançların hesabında ücretlerin aylık tutarının tespitinde nazara alınmaz..Bunlann dışında her ne ad altında ödeme yapılırsa yapılsın tüm ödemeler prime tabi tutulur.”
Tasarıdan da anlaşıldığı üzere, eğer ücretin dışında kalan prim, ikramiye vb. hak edişler varsa, prime esas kazançta dikkate alınacak. Daha önceki yasa da (506 sayılı SSK Yasası) aynı ifadeler vardı. Ancak ödemenin yapıldığı ay prime esas kazancın tavanına ulaşılmış ise ücretin dışındaki ödemelerden kesinti yapılamıyordu. Bu durum siyasal iktidarı rahatsız etmiş olmalı ki “Ücretler hak edildikleri aya maledilmek, diğer ödemeler ise öncelikle ödendiği ayın kazancına dahil edilmek, tavanı aşan kısmı ise, takip eden aylara maledilmek suretiyle prime tabi tutulur” fıkrası tasarıya eklenmiş.
Ve nihayet prim oranları…serbest piyasa ekonomisinde her hizmetin bir bedeli vardır. Bu bedel ödendiği sürece hizmet alabilirsiniz. Tasarının 24 ncü maddesine göre prim oranları prime esas kazancın % 12’sidir. Emeklilik Kanunu Tasarısının 4 ncü ve 5 nci maddelerine göre de sigortalılar ve adına sosyal güvenlik destek primi ödeneler adına iş kazası ve meslek hastalıları nedeniyle % 0,5 oranında ek prim alınır. Bunun % 5’i işçi % 7,5’i işveren hissesi olarak belirlenmiştir.
Not:1Bu yasa tasarısının Haziran 2003 tarihinde yayımlanan şeklinde bu prim oranı (%12,5) aynı olmakla beraber işçi hissesi %6, işveren hissesi % 6,5 idi.
2-Ayrıca aynı tasarıda emeklilerin net maaşlarının %1’i kadar bir prim kesileceği ön görülmekteydi.
3. Adı geçen tasarıda yer alan Temel Teminat Paketi kavramı bu tasarıdan çıkarılmıştır.
Bu tasarıları bir bütün olarak almak gerekmektedir. Sağlık Sigortası Sistemi, Emeklilik Sigortası Sistemi, Primsiz Ödemeler Sistemi, Sosyal güvenlik Kurumu Kanunu gibi tasarılar IMF patentli dayatmaların bir sonucudur. Uluslar arası sermayenin önündeki engellerin kaldırılarak, sosyal güvenlik sisteminin pazarlanmasını sağlayacak; toplumda dayanışmanın yok edilmesi ve bireylerin sistem karşısında tamamen yalnızlaştırılmasını kolaylaştıracaktır.
Sendikaların iş yasası hazırlık sürecindeki gibi bir sessizliğe bürünmesi, emeğiyle geçinen milyonların teslim alınmasını kolaylaştıracaktır. Sendikaların içinde bulunduğu teslimiyet sonucu ortaya çıkan durum kitlelerin örgütlerine olan, zaten zayıflamış olan bağlarını, kopma noktasına getirecektir. Bugün sessizlikle boyun eğiş, kitlelerin yönlendirilmesinde sermaye lehine tavır alış, yarın sendikaların varlığının sorgulanması için araç olarak kullanılacaktır. Bu kendiliğinden olmasa bile sermayenin ideologları bunu tartıştırmak için zemin hazırlayacaktır. Sendikalar celladına aşık olan idam mahkumu tavrından bir an önce vazgeçmeli ve sınıfsal tavrını ortaya koymalıdır.
Muammer CİVELEK