Bugün dünyada kaynak sahipleri tarafından büyük bir açlıkla patent altına alınmaya çalışılan “fikri üretim”in kapsamına bilgisayar yazılımları gibi bitkiler de giriyor. Bitkilerin patentlenmesinde de, yazılımda olduğu gibi bir ABD-AB nüansı var. Avrupa Patent Anlaşması’nı esas alan AB mevzuatında, “icatla ilişkili işlemin teknik olarak belirli bir bitki türüyle sınırlı olmaması halinde” bitkiler patentlenebiliyor (http://www.european-patent-office.org/news/pressrel/2004_01_27_e.htm). Avrupa Patent […]
Bugün dünyada kaynak sahipleri tarafından büyük bir açlıkla patent altına alınmaya çalışılan “fikri üretim”in kapsamına bilgisayar yazılımları gibi bitkiler de giriyor. Bitkilerin patentlenmesinde de, yazılımda olduğu gibi bir ABD-AB nüansı var. Avrupa Patent Anlaşması’nı esas alan AB mevzuatında, “icatla ilişkili işlemin teknik olarak belirli bir bitki türüyle sınırlı olmaması halinde” bitkiler patentlenebiliyor (http://www.european-patent-office.org/news/pressrel/2004_01_27_e.htm). Avrupa Patent Bürosu (EPO) tarafından verilen bir patente dokuz ay içinde, yazılı olarak ve nedenler göstermek şartıyla itiraz edilebiliyor. ABD’deki patent mevzuatında ise (http://www.uspto.gov/web/offices/pac/plant) “belirli bir bitkiyle sınırlı olma” patent açısından sakıncalı görülmüyor. (1)
Öte yandan, ABD’de daha az AB’de biraz daha fazla gerekse de, Greenpeace’in patent uzmanı Dr. Christoph Then’in dediği gibi “mevzuattaki boşluklar kullanılarak” bitki patentlemenin yasal sınırları daha da esnetilebiliyor.
12 Aralık 1990 tarihinde New York merkezli tarım şirketi W.R. Grace (http://www.grace.com) ve ABD Tarım Bakanlığı, Avrupa Patent Bürosu’na (EPO) bir patent talebiyle başvurdu (http://www.ifoam.org/press/neem_back.html). Başvuru, bitkilerde mantar oluşumunun denetim altına alınmasını sağlayan bir yöntemle ilgiliydi. Yöntemde, Nem ağacının (2) tohumundan elde edilen, suya dirençli (hidrofobik) yağ kullanılıyordu. EPO, 14 Eylül 1994 tarihinde talep edilen patenti çıkardı.
Haziran 1995’de, bu kez Avrupa Parlamentosu Yeşiller Grubu adına Magda Aelvoet, Yeni Delhi merkezli “Research Foundation for Science, Technology and Natural Resource Policy”den Dr. Vandana Şiva ve Almanya merkezli Uluslararası Organik Tarım Hareketi Federasyonu (http://www.ifoam.org), patentin iptali talebiyle EPO’ya başvurdu. İptal talebinin yanına, Hindistan’da nem yağının mantar öldürücü etkisinden yüzlerce yıldır yararlanıldığını belgeleyen kanıtlar da iliştirilmişti.
Üstelik söz konusu yağ sadece geleneksel Hint tarımında ürünün mantar enfeksiyonlarına karşı korunması için kullanılmıyor, aynı zamanda Ayurvedik tıpta cilt hastalıklarının tedavisinde de kullanılıyordu. Hindistan kaynaklı bu geleneksel bilgi yüzlerce yıldır kullanımda olduğuna göre, patent başvurusu iki temel ön şarttan yoksundu: “Yenilik” ve “icata yönelik bir adım” olma. İptal talebinde bulunanlar, patent başvurusundaki yöntemin tek bir bitki türüne (Azadirachta indica) dayanmasının bu türün kısmen tekel altına alınması anlamına geldiğini de itiraz gerekçeleri arasına ekliyorlardı.
Hint lavaşı ve ununun “fikri mülkiyet hakları”
Beş yıllık bir münazara sürecinin sonunda, Mayıs 2000’de W.R. Grace’e verilen patent EPO tarafından iptal edildi (http://news.bbc.co.uk/2/hi/science/nature/745028.stm).
Ama nem tohumunun geleneksel bir tarım yönteminin temel nesnesi olarak kullanım hakkının Avrupa sınırları içinde bir patentle Grace şirketine verilmesinin engellenmesi, Grace’in bu ayrıcalığa Avrupa dışında sahip olmadığı anlamına gelmiyor. Ayrıca tohumun dünya tarım pazarında nominal bir değişim değeri ile alınıp satılan bir “son ürün” haline gelmiş olması, başlı başına bir değişimi ifade ediyor. EPO’daki münazaraların sonuna gelindiği günlerde bu şirketin Hindistan’daki işleme tesisinde günde 20 ton nem tohumu işleniyordu ve daha önce herkesin toplayıp yararlanabildiği tohumlar artık büyük değer kazanmış, ulaşılamaz hale gelmiş durumdaydı.
Bitkilerin patentlenmesine karşı çıkanlar nem tohumu vakasında Avrupa ölçeğinde bir zafer kazanmış olsalar da, bitkilerin patentlenmesi ne zamandır dünyadaki sıradan gelişmeler arasına girmiş durumda. Bugün çoğu ABD’de olmak üzere patent altına alınmış pek çok bitki ve bitki/bitki ürünü temelli yöntem var. Şirketler tarafından sadece Nem ağacının ürünleri ve o ürünlerin kullanılış biçimleri için alınmış patent sayısı bile 90’ı buluyor.
Başka bir başarısız patentleme girişimi, gene Hindistan kökenli Basmati pirincinin RiceTec tarafından patentlenmeye çalışılması (http://www.evrensel.net/00/06/26/dunya.html). Ama işte, genel duruma bakıldığında, ABD’de verilen pirinç patentlerinin 90’ların ortalarında yılda 100’den azken, 2000 yılında 600’ün üzerine çıktığı görülüyor (http://www.guardian.co.uk/international/story/0,,1135675,00.html).
Hindistan’ın kuzeyinde “çapati” (bizdeki lavaşa benzer bir pide) yapımında kullanılan “Nap Hal” buğdayıyla ilişkili patentler ise Ocak 2004’de dünyanın en büyük transgenik tohum şirketi Monsanto’nun mülkiyetine girdi. Gen sekansları gevrek pide yapımına olanak veren Nap Hal buğdayıyla ilgili olarak Avrupa’da yapılan bir diğer patent başvurusu da söz konusu buğdayla çapati yapımı (malzemesi un, su ve tuz) konusunda Monsanto’ya haklar tanıyor.
Nap Hal buğdayıyla ilgili patent başvurusu 1998’de gıda devi Unilever’in tahıl bölümü tarafından yapılmıştı. Unilever, Nap Hal tohumlarını kamu fonlarıyla desteklenen bir İngiliz bitki gen bankasından almış, şirkette çalışan bilimadamlarının buğdaydaki gen kombinasyonunu tanımlamasının ardından bu bir “icat” olarak şirkete patentlenmişti. Daha sonra, şirketin Monsanto tarafından satın alınmasıyla patent de Monsanto’ya geçiyordu.
Patentin Monsanto’ya geçmesinin ardından bir açıklama yapan Greenpeace örgütü şirketi “biyokorsanlık”la suçladı ve Avrupa Patent Bürosu’nun kararı geri almasını talep etti. Greenpeace’in patent uzmanı Dr. Christoph Then, “Avrupa mevzuatında normal yollardan yetiştirilen bitkiler patentlenemez, ama mevzuatta boşluklar var” diyordu.
Monsanto’nun Hindistan’daki halkla ilişkiler yöneticisi Ranjana Smetaçek ise, “Bu patent Unilever’e aitti. Şirketi satın aldığımızda bize geçti” diyor, “Ayrıca bunlar akademik şeyler. Biz zaten İngiltere’de ve Avrupa’da tahıl işinden çekiliyoruz” diye ekliyordu.
Çevre ve sağlığa adanmış “zerafet”
Bitki patentlerine karşı savaşanlarla bitkileri patentleyen bol kaynaklı şirketlerin eşit şartlarda savaşmadığı ortada. Yeni Delhi merkezli “Forum for Biotechnology and Food Security”yi yöneten Devinder Şarma, Basmati pirinci olayında Hindistan hükümetinin yüzbinlerce dolar harcamak zorunda kaldığını söylüyor ve “Ticaret bakanlığı geçen sene bir sirküler yayınlayarak bu tür vakalarda fon olarak kullanılabilecek paraları kalmadığını duyurdu” diyor.
Patent toplayıcılar ise değil bu tür münazaraların çoğunda üste çıkmak, çok daha ağır durumlarda bile işin içinden sıyrılabildiklerini göstermiş durumdalar.
Nem tohumunu patentlemeye çalışan Grace şirketi, bahçecilik ve yalıtımda kullanılan vermikülitin (3) ABD’deki en büyük tedarikçisi konumunda. Grace tarafından işletilen Libby vermikülit madenlerindeki (Montana, ABD) çalışmalar nedeniyle 1950 – 1990 arasında bölgede asbestosla ilişkili hastalıklardan 200 kişi ölmüş. Madeni 1990’da kapatan şirket, açılan tazminat davalarında asbestos kurbanları için talep edilen tazminatların tutarı milyarlarca dolara ulaştıktan sonra, Nisan 2001’de iflasını istedi (şirketin yurt dışı yatırımları bu kapsamın dışında tutuluyor). Bu arada, bir federal mahkeme tarafından Grace’in ABD Çevre Koruma Örgütü’ne (EPA) bölgedeki temizleme çalışmaları için 54.5 milyon dolar ödemesi kararlaştırıldı.
“Temiz Hava Kanunu’nun ihlali, adalete engel olma ve federal çevre kanunlarını çiğnemek üzere dolap çevirme” gibi konularda hakkında soruşturma yürütülen (http://www.washingt
onpost.com/wp-dyn/articles/A15662-2004Nov26.html) Grace (4) bugünlerde yeni yatırımlara doğru yelken açmış durumda. Şirketin Web sitesine bakanlar, son olarak kromatografi ürünlerinde dünya pazarı lideri konumundaki AllTech’in satın alındığına ilişkin duyuruyu görebilirler. Ulusal ve uluslararası şirket evlilikleri de dahil, kapsamlı bir “yeniden yapılanma” ile yoluna emin adımlarla devam eden şirket 2002 yılında da Pentagon’a bir kıyak çekmiş ve Pentagon çatısının onarımı ve değiştirilmesi işleri için 3700 metre kare çatı malzemesi (buz ve yağmura karşı koruma amaçlı “Grace Ice & Water Shield”) hibe etmişti (http://www.grace.com/about/history.html). Şirketin Web sitesinde ayrıca “çevre, sağlık ve güvenlik” için yapılanlar (!) hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olunabilir.
Patentçi şirketlerin çözümlediği “ağır durumlar” sadece kriminal olaylar değil. Ağır durumların başında, şirketler arası pazar rekabeti geliyor.
Nisan 2002’de dünyanın en büyük iki tohum şirketi DuPont ve Monsanto, patentlenmiş tarım teknolojilerini takas etmeye ve aralarında süren patent davalarından çekilmeye karar verdiklerini açıkladılar (http://www.etcgroup.org/article.asp?newsid=420). Bu anlaşma, Hint mısırı (maize), kanola ve soya fasulyesinde şirketlere son teknolojileri “çapraz lisanslama”, anahtar gen transformasyonu teknolojilerine ve tescilli germplazmaya karşılıklı erişim olanağı sağlıyor.
Tekel yasalarına karşı “radar seviyesinin altında uçuş” fırsatı yaratan bu tür anlaşmaların pekiştirdiği oligopolik yapılar (5), çiftçileri daha az seçenek, aynı hatta daha yüksek fiyatlara daha az yenilik gibi gerçeklerle yüz yüze bırakıyor (Monsanto Ekim 2002’de Dow Agrosciences, Ekim 2003’de ise Bayer CropScience ile benzer anlaşmalar yapmış durumda.)
Bu arada, Grover Norquist gibilerin lobi çalışmalarıyla (http://www.beseridurumlar.org/dda10.html) yöresel bitki türlerinin “fikri mülkiyet” kapsamında patentlenmesini öngören ve çok uluslu şirketlere ayrıcalıklar sağlayan kanunların farklı devletlerin kanunlarına eklenmesi işi de kesintisiz biçimde sürüyor. Çok benzer formülasyonlar içeren bu tür kanunlara Mısır’da (http://www.egypo.gov.eg/inner/english/PDFs/law2002e.pdf) ya da “koloni valisi Bremer’in mirası” olarak Irak’ta (http://www.iraqcoalition.org/regulations/20040426_CPAORD_81_Patents_Law.pdf) rastlamak mümkün.
Bilgiyi “dondurma” rasyonalitesi
Yeni Irak patent kanunundaki Bitki Türünü Koruma (PVP) mevzuatından neden Iraklı çiftçiler değil de büyük şirketler yararlanabilir? Bir bitkinin bu korumanın altına girebilmesi için şart koşulan “International Union for the Protection of Plant Varieties” (UPOV) Anlaşması standartları (6), yani patentlenecek bitkilerin “farklı” (“distinct”), “yeni”, “bir örnek” (“uniform”) ve “istikrarlı” (“stable”) olması şartları, neden şirketler açısından çiftçilere karşı büyük bir avantaj anlamına gelmektedir?
Hintli çiftçilerin yüzlerce yılda, tarımsal üretim süreçlerinde melezlemeyle elde ettiği, çapatiye gevrekliğini veren Nap Hal buğdayının Monsanto’nun eline düşmesi, neye karşı neyin üstünlüğünü göstermektedir? Yüzlerce yılda değilse de en azından onlarca yılda, pişirme süreçlerinde kıvamı tam olarak tutturulan Hint lavaşı çapatinin Monsanto’nun eline düşmesi?
Elbette bir kaynak meselesi vardır. Değil tek tek Iraklı ya da Hintli çiftçilerin elinde, Hindistan örneğinin gösterdiği gibi hükümetlerin elinde bile patent savaşlarına ayıracak kaynak yoktur. Ama kaynağın yöneldiği, sermayenin yoğunlaştığı yerler nereleridir? Ampirik bilgiye yol açan üretim süreçleri mi (geleneksel tarım, hayvancılık, gıda üretimi), analitik bilgiye yol açan üretim süreçleri mi?
Bugünün dünyasında, analitik bilginin elde edildiği süreçlerin doğasında “paylaşma”nın olduğu söylenebilir mi? Öte yandan bu süreçlerin doğasında, nominal değişim değeri ile ilişkilendirilecek bir “son ürün”ü elde etme dışında temel bir dürtü, mesela “sadece süreçte bir adım daha atma” gibi hayati ama saf bir dürtü var mıdır?
Hintli çiftçilerin yüzlerce yılda denemelerle ulaştığı Nap Hal buğdayının, analiz edildikten sonra artık “farklı”, “yeni”, “bir örnek” ve “istikrarlı” özellikleri ile tanımlanabilir bir son ürün olarak “bilgi” sınıfına girmesi ve patentlenmeye hak kazanması, bugünün dünyasında sadece bilgi ile mülkiyet arasındaki genel ilişkiyi değil, mülkiyetin bilgiye nasıl bir yön verdiğini de göstermektedir.
Bugün yaşananlar, ampirik bilgi edinme yöntemine göre bir gelişmeyi temsil eden analitik bilgi edinme yönteminden iki biçimde yararlanılabileceğini ortaya koyuyor: Bilgiyi “dondurmak” için ya da “yeni bilgilere ulaşmak” için.
Mülkiyet ve -mümkünse göreceli değil mutlak- nominal değişim değeri (“ekonomik istikrar” olarak da okunabilir) ile ilişkili “donmuş bilgi” ya da “son ürün”ün bugünün ekonomik ve politik sistemin temeli olarak gelişmenin önünde nasıl bir engel olduğunu da, bugün yaşananlara bakarak görebiliriz.
Analitik bilginin bu çerçeveye (“sürdürülebilir büyümeye kadir yegâne güç olarak kapitalizm ya da pazarlar” olarak da okunabilir) hapsedilmesi halinde, deneysel bilgiye karşı bir üstünlüğünün kalmadığını da..
Pfizer’ın insanlarda Parkinson hastalığının tedavisinde kullanılan bir ilacını, başka bir marka altında köpeklerde “kognitif disfonksiyon sendromu”nun tedavisi için piyasaya sürmesi (http://www.etcgroup.org/article.asp?newsid=420#edn36), herhalde “modellenebilir” bir uygulama olsa gerek. Ya da, son 10 yılda süt ve besi hayvancılığına yönelik ilaç üretiminin ev hayvanlarına yönelik ilaç üretiminin -“pazar direktifleri” nedeniyle- çok altında kalması (http://www.pjbpubs.com/cms.asp?pageid=1332#exec), analitik bilginin yönelimleri hakkında başka ipuçları verebilir.
Geleneksel tarımda 2000 yılda ulaşılan noktaya, aslında iki saatte ulaşılabilecekken, “sürdürülebilir büyüme” ya da “pazarlar açısından” gerekmedikçe, aynı sürede ya da 5000 yılda da ulaşılamayabilir.
(1) ABD’de bitkilerin patentlenmesi yasal ve bunun çerçevesi, ilgili mevzuata 3 Eylül 1954’de eklenen maddeyle şöyle tanımlanmış durumda (http://www.uspto.gov/web/offices/pac/plant):
“Farklı ve yeni bir bitki türünü icat eden, keşfeden ve bu bitkinin aseksüel reprodüksiyonunu (toprakta yetiştirilenler [cultivated sports], mütasyonla oluşanlar, melezler ve yeni oluşmuş fideler [newly found seedling] dahil, soğandan üreyen bitkiler veya yetiştirilmemiş [found in an uncultivated state] bitkiler hariç) sağlayan kişiler, söz konusu bitkinin patentini alabilir.” (Aseksüel reprodüksiyon: Hücre bölünmesi, spor oluşumu, bölünme [fission] ya da tomurcuklanma gibi yöntemlerden biriyle üremeyi sağlama)
(2) Botanikte adı “Azadirachta indica” (“Özgür ağaç” anlamındaki, Farsça “Azad-Daraht”tan geliyor) olan Nem ağacı (Türkiye’de “Hint Leylağı” olarak da biliniyor) maun ailesinden ve anavatanı Hindistan. 20. yüzyılda Afrika, Orta ve Güney Amerika’da da yetiştirilen ağaç 30 metreye kadar uzayabiliyor, genişliği 2.5 metreye ulaşabiliyor. 200 yıl yaşayabilen ve 2000 yıl önceki Hint metinlerinde sözü edilen Nem, yüzlerce yıldır Hindistan’da geleneksel tarımda böcek ve diğer zararlılara karşı kullanılıyor, ağacın ürünlerinden insan ve hayvanların tedavisinde yararlanılıyor, bu ürünlerden kozmetik malzemesi elde ediliyor. Nem ürünleriyle ilişkili patentler, böcekle mücadele, mantara karşı korunma, yağ elde etme, ağaçtan elde edilen azadirachten maddesinin sakla
nması, doğum kontrol ve çeşitli ilaçların yapımında yararlanma ile ilgili etki ve yöntemleri içeriyor. (Kaynak: Uluslararası Organik Tarım Hareketi Federasyonu / http://www.ifoam.org/press/neem_back.html).
(3) Dünya vermikülit rezervinin yüzde 50’si ABD’de bulunuyor. ABD vermikülit rezervinin büyük bölümü ise, Libby (Montana) tek bir yatakta toplanmış durumda (Kaynak: DPT Elektronik Kütüphanesi / http://ekutup.dpt.gov.tr/madencil/sanayiha/oik628.pdf ).
(4) 26 Kasım 2004 tarihinde şirket, Montana Savcısı William W. Mercer’ın “savcılığın elinde şirketi suçla bağlantılandıran yeterince kanıt olduğu”na ilişkin bir açıklama yaptığını bildirdi. (Kaynak: Washington Post / http://www.washingtonpost.com/wp-dyn/articles/A15662-2004Nov26.html)
(5) 2002’de DuPont’un dünya ticari tohum sektöründe (yıllık satışlar 23 milyar dolar) pazar payı 2 milyar dolarla yüzde 8.7; Monsanto’nun payı ise 1.6 milyar dolarla yüzde 7. İki şirket dünya pazarının yüzde 15.7’sini elinde tutuyor. (Kaynak: Action Group on Erosion, Technology and Concentration / http://www.etcgroup.org/article.asp?newsid=420)
(6) Ayrıntılı bilgi için: http://www.upov.org
Şahin Artan’ın Diğer Makaleleri