Devrim Dergisi çalışanları tarafından kaleme alınan iletide AB sürecinin işçi sınıfının dönüştürücü kapasitesine etkileri soruluyor; sorunun kaynağı da 1 Kasım tarihli yazım. O yazıda “Emeğin Avrupa’sını hangi devrimci özne ile kurmayı düşünüyorsunuz? İşçi sınıfı mı? Ara ki bulasın.” demişim. Arkadaşların bana aratacaklarını bilsem hiç der miydim. Neyse. Son 20-25 yıla şöyle bir bakalım, yeni-liberal sermaye […]
Devrim Dergisi çalışanları tarafından kaleme alınan iletide AB sürecinin işçi sınıfının dönüştürücü kapasitesine etkileri soruluyor; sorunun kaynağı da 1 Kasım tarihli yazım. O yazıda “Emeğin Avrupa’sını hangi devrimci özne ile kurmayı düşünüyorsunuz? İşçi sınıfı mı? Ara ki bulasın.” demişim. Arkadaşların bana aratacaklarını bilsem hiç der miydim. Neyse.
Son 20-25 yıla şöyle bir bakalım, yeni-liberal sermaye stratejisi karşısında uluslararası sendikacılık hareketi hangi tepkileri vermiş? İki farklı tutum hemen ayrıştırılabilir. İlki, Güney yarım kürede ortaya çıkan ve toplumsal hareket sendikacılığı diye adlandırılan deneyimdir; diğeri de Kuzey sendikacılığına damgasını vuran sosyal ortaklık ve sosyal diyalogcu çizgidir. Biz kısaca Raconcular ve Ricacılar diyelim. Biraz sokak ağzı oldu; ama, ne yapalım, Toplumsal Hareket Sendikacılığı temel özelliklerini oradan alıyor, cilalı mekanlardan değil.
Kaldı ki, yeni-liberalizm de firmadan başka kuş, rekabetten başka ilişki tanımam diyerek doğa ve topluma hükmetme ihtirası içindeki sermayenin insanlığa karşı kestiği büyük boy bir racon değil mi?
Küresel sermaye akışkanlığı hız kazandıkça, emek hareketi ulus-devlet ölçeğinde; performansı itibarıyla hareketsizliğe, yapısı itibarıyla bölünmeye ve kapasitesi itibarıyla da parçalanmaya ve örgütsüzlüğe sürüklendi. Emeğin, değil temel hakları, en ufak bir kazanımı dahi pazarlık konusu yapılamaz arkadaş diyerek, baskıcı rejimler altında çoğunlukla gizlilik koşullarında örgütlenerek ortaya çıkan emeğin Raconcuları, birleşik ve politikleşmiş bir sınıf hareketini ulusal ölçekte inşa ederek bu saldırıyı büyük ölçüde göğüslediler, yer yer de gerilettiler. Kavga, iniş-çıkışlarla sürüyor. Ricacıların ise ulus-devlet ölçeğinde hiçbir şansları olmadı; olamazdı da; zira, ricayı karşılayacak araçlar çoktan ulus ötesine kaymıştı.
Şimdi, AB dediğimiz oluşum, küresel sermayenin artan ölçüdeki akışkanlığına ulus-üstü ölçekte başarıyla uyum sağlamış bir yeni-liberal kurumsallaşma ise; bu oluşum, özellikle 1985’den sonraki genişleme ve derinleşme hamleleri içinde, emek hareketini ulus ölçeğinde hareketsiz kılar, böler ve parçalarken, eş zamanlı olarak, Ricacı eğilime de hayat öpücükleri kondurmayı sürdürdü. Nitekim, Avrupa İşçi Sendikaları Kongresi (ETUC), sosyal ortaklık rolünü hızla benimseyerek, Brüksel kulislerinde AB Komisyonunun bir alt seksiyonu biçiminde çalışmaya başladı. Bugün AB bünyesinde sendikacılık hareketi üç katmanlı bir bölünme içindedir; sosyal standartların yüksek (Kuzey) ve düşük (Güney) olduğu bölgeler, ulus ve ulus-üstü ölçek ve sektörel farklılıklar, bu bölünmenin temel parametreleridir.
Öte yandan AB’nin kurumsal zeminini reddeden ve reddettiği ölçüde yukarıdaki parametrelerin belirlenimlerinden özerkleşen yeni bir emek hareketi de Avrupa topraklarında şekillenmektedir. Bunlar Raconcuların Avrupalı versiyonudur ve AB’yi AB yapan ne kadar temel kurum ve hüküm varsa topuna karşıdır. Bunlar henüz ulusal ölçekli hareketlerdir. Nitekim son yıllarda bu dinamizmi, ulus-üstü ölçekte temsil etme rolüne soyunan hareket ve partiler, (ki ETUC da o role adaydır) ortaya çıkmıştır. Ortaya koydukları program ve perspektifler, AB’yi bir bütün olarak reddetmek ile seçilmiş organların güçlendirilmesini talep etmek arasında gezinmektedir. Söz konusu gezintiyi devrimcilik ve reformculuk arasında volta atma şeklinde görmek sanırım fazla iyimserlik olur. Günümüz kapitalizmi emek hareketine üçüncü bir yol tanımıyor; ya devrimci olacak ya da sınıf işbirlikçisi.
Birgün – 9 Ocak 2005