AB Anayasası ve Kapitalizmi Tahkim Etmek – Yüksel Akkaya

Devrim ve sosyalizm umudunu koruyanlar için en tutarlı yaklaşımlardan biri, tek tek ya da blok halindeki kapitalist yapılanmaları güçsüz kılmak, zayıf konumda kalmalarını sağlamaktır. Zira, kapitalist sistemi ve düzeni güçlü kılacak, onu daha zor yıkılır hale getirecek her adım, devrim ve sosyalizm mücadelesinin işini daha da zorlaştıracak, daha geç bir zaman dilimine erteleyecek, üstüne üstlük toplumda kapitalizmin yenilmezliği duygusunu pekiştirecek, sosyalizme ve devrime olan inancını, güvenini çok önemli ölçüde olumsuz olarak etkileyecektir. Böyle olduğu için de, hem AB üyesi ülkelerin devrim ve sosyalizme inanmış, umut beslemiş solcuları hem de AB’ye üye olmak isteyen Türkiye gibi ülkelerin devrimci ve sosyalistleri kapitalist sistemi tahkim eden, daha da güçlü kılan her türlü yapılanmaya karşı olmak zorundadır. Bu nedenle de, açıkça anti-kapitalist bir söylemle ortaya çıkmaları gerekmektedir. Anti-kapitalist yaklaşımı tamamlayan bir unsur olarak da bu türden yapılanmaların emperyalist kimliğine vurgu yapmak zorundadırlar. AB, emperyalist bir oluşumdan önce, güçlü kapitalist bir yapılanmadır. Anti-kapitalist, devrimci, sosyalist bir sıfat taşıyan herkes ilkin kapitalist bir yapılanma olduğu için, sonra emperyalist bir özellik taşıdığı için bu oluşuma ve buraya üyeliğe karşı çıkmak durumundadır. Bu bir ezberdir ve bu ezberde bozulacak pek bir şey yoktur. Ancak, ezberi olmayıp, kopya çekerek işi idare edenler için burada hızlı bir çözülme ve kaçış kaçınılmazdır!

Kapitalist bir sistem içinde yaşayarak, onu ret etmeden, biraz “sosyal Avrupa”ya, biraz ne olduğu belli olmayan “emeğin Avrupası”na rıza göstermekle yetinenler için AB önemli bir proje olabilir, ancak bunun devrimci ve sosyalist bir tarzla hiçbir ilişkisi olmaz/olamaz. Böyle olduğu için de, AB’ye rıza gösterenler için, refah dönemlerinde kapitalizmin dağıtmış olduğu nimetler olarak algılanan kırıntılarla yetinmek önemlidir. Zira bunlar sosyal haklar ve benzeri kategoriler açısından yadsınamaz şeylerdir, pek çok kapitalist yapı ile karşılaştırıldığında da pek çoğundan iyidir!

Ancak, unutulmaması gereken, bu kırıntı nimetlerin devrim ve sosyalizm umudunu törpülediği, ücretli kölelik sistemini ortadan kaldırma isteğini köreltip, kapitalizmi daha uzun ömürlü ve yaşanabilir kıldığıdır.

AB’nin kapitalist bir yapı olduğunu, kendisini her geçen gün daha iyi tahkim ettiğini göremeyenler/görmek istemeyenler için burada oldukça zengin malzeme vardır. Örneğin basit verilerle sosyal hakların ileri olduğu savunulabilir. Bazı kurumların yapılanması ve işleyişine bakarak burada demokrasinin varlığından söz edilebilir. Kimi haklara bakarak AB’nin oldukça özgürlükçü olduğu ileri sürülebilir. Tıpkı AB Anayasası’nın okumalarında olduğu gibi!.. Ne yazık ki bunlar vitrine konulmuş, cezbedici şeyler olmakla birlikte işin özü daha farklı ve çelişkilidir. Bunu görmek için de bir tek temeli ilkeyi unutmamak gerekir: görüntü ile öz her zaman aynı olmaz! Unutanlar için söylenecek tek şey safdillikleridir, bilinçli bir ihanet politikası izlemiyorlarsa…

Safdil demokratlar için en büyük tehlike ezberlerinin kopyaya dayanması, bu nedenle zayıf olmasıdır. Böyle olduğu için de bu ezber ilk esinti ile bozulur. Bu nedenle de bu safdiller AB Anayasası’nda hikmetler bulurlar. Tarihten deneyim ve birikim adına hiçbir ders çıkarmamış olan, bu nasipsizler “zokayı” yutarlar. Bugünkü AB Anayasası’nda hikmet bulan safdil demokrat ve solcular için uyarı babından bir anımsatma ve buna bağlı olarak da bir benzetme yapak gerekir. Anımsatma ve benzetme 1880’lerin Almanya’sı ile ilgilidir. 1880’li yıllarda işçi sınıfı Almanya’da sosyalizme akmakta, kapitalist sistemi hatırı sayılır düzeyde sarsmaktadır. Ancak, tıpkı bugün olduğu gibi, Almanya’da Bismarck gibi akıllı ve zeki bir “adam”, işçi sınıfını devrim ve sosyalizm düşüncesinden uzaklaştıracak, mevcut kapitalist sistem ve düzen ile barıştırıp, bütünleştirecek, ama kapitalizmin de özüne aykırı, sosyal haklar açısından oldukça ileri adımlar attı, en sorunlu olan sosyal güvenlik alanında, çağının bütün kapitalist ülkelerinin itirazlarına rağmen bir “devrim” gerçekleştirdi! İşçi sınıfını devrim düşüncesinden uzaklaştırıp, sosyalizme olan yönelimini önlemede, kapitalist düzen ve sistemle bütünleştirmede çok önemli işlevler üstlenen bu sosyal güvenlik düzenlemeleri daha diğer kapitalist ülkelerce de anlaşıldı ve hızla hayata geçirildi. İtiraf etmek gerekir ki bu düzenlemeler o dönemin kapitalist toplumları için çok ileri düzenlemelerdi. Böyle olduğu için de tıpkı bugün olduğu gibi o zamanın kimi solcuları olan “Lassalcılar” gibi “sosyalistler” için de kabul görür şeylerdi.

Dün, Bismarck’ın yaptığını şimdi AB ve onun pek beğenilen Anayasası yapıyor. Ne yazık ki tarihten ders almamış olan Lassalcılar” bir kez daha ortaya çıkıp, kapitalizmi tahkim eden bu düzenlemelerde hikmet buluyor ve savunuyorlar! Bunlar için, bu yaklaşımları nedeni ile “neo-Lassalcılar” nitelemesi yapmakta, bilimsel ve düşünsel açıdan bir sakınca yok…

“Neo-Lassalcılar” şimdi, devrim ve sosyalizme sırt çevirerek, kapitalizmin temel taşı olacak, kapitalizmin tahkimini sağlayacak AB Anayasası’na “sosyal Avrupa”, “emeğin Avrupası” adına destek vererek, kapitalist sistemin, düzenin ömrünü uzatmak için birbirleri ile yarışmakta, “teori” oluşturmak için büyük enerji sarf etmektedirler!.. Bu “neo-Lassalcılar” her şeyde bir hikmet aramak zorunda kaldıklarından, tezlerini desteklemek, teorilerini ıspatlamak için bazen bilime de aykırı akıl yürütmeleri yapmaktan çekinmezler. Öyle olduğu için, okuduklarını işlerine gelmediği için anlatırken çarpıtırlar, bazı çok önemli gerçekleri gizleme düşüncesi ile alıntılarını düzgün yapmaz, çarpıtırlar. Örneğin AB Anayasası’nın ilgli bölümünden doğrudan alıntı yapmak yerine, onu böler, parçalar, yeniden kurgular şöyle bir tanımlama ortaya çıkarırlar: ” AB’nin ekonomik ve sosyal ilkeleri, ‘dengeli bir ekonomik büyümeye ve sosyal piyasa ekonomisine dayalı tam istihdam ve ‘sosyal ilerlemeyi amaçlayan sürdürülebilir bir kalkınma’ olarak belirtilmekte”.¹ Oysa, AB’nin “ekonomik ve sosyal ilkeleri”ni ifade ettiği ileri sürülen, Anayasa’nın “Birlik’in Tanımı ve Amaçları” başlığı altında 3. maddenin, üçüncü fıkrasında yer alan tanımlama şöyledir: ” Birlik, tam istihdam ve toplumsal ilerleme hedefine sahip rekabet gücü yüksek bir sosyal piyasa ekonomisi, dengeli ekonomik büyümeye dayanan, sürdürülebilir şekilde Avrupa’nın kalkınması için çalışır”. Burada dikkati çekilmesi gereken bir şey varsa o da, her nedense atlanmış olan ” rekabet gücü yüksek bir sosyal piyasa ekonomisi” ifadesidir. Neo-lassalcılar açısından “rekabet gücü yüksek” ifadesini görmek doğru olmazdı, bilime, düşünsel ahlaka aykırı da olsa. Ancak, çok önemli ve belirleyici bir amaç olduğu için ” rekabet gücü yüksek” ifadesi göz ardı edilecek bir şey değildir. Zira, bu Anayasa’nın daha sonraki pek çok düzenlemesi bu temel amaca aykırı olmamaya gönderme yapacaktır. Yani, sosyal haklar, sosyal politika adına ne varsa, ne düzenlenecekse, bunlar ilkin ” rekabet gücü yüksek” bir sosyal piyasa ekonomisine uygun olacaktır. Tabi az biraz iktisat bilenler için de muamma burada başlar: nasıl yani? Hem rekabet gücü yüksek olacak, hem de sosyal piyasa ekonomisi olacak!

Simyacıların bile zor becereceği bir iştir. Zira rekabet gücü yüksek bir ekonomi oluşturmaya kalktığınızda
ne sosyal piyasa ekonomisi, ne sosyal haklar, ne de sosyal politika kalır. İnanmayanların yapacağı tek şey vardır: AB’nin en iyi sosyal piyasa ekonomisini uygulayan Almanya’daki son çeyrek yüzyıldaki ekonomisinde rekabet güücünü yükseltmek adı altında sosyal haklar ve sosyal politikadaki işçi sınıfı ve kent yoksulları aleyhindeki değişimler…

Anayasa’daki metin ve parçalaya, yapıştırıla yapılan alıntıdaki yaklaşımlar arasında dünya kadar fark vardır. Neo-lassalcı alıntı yorum, AB’nin amacını şirin göstermek isteyen bir yaklaşım olup, ezberi bozulmaktan çok, paşa gönlün istediği bir keyfilik içerir. Ne yazık ki gerçeği yansıtmaz, daha ağır bir ifade ile aldatma içerir. Bozulan ezbere yandaş bulmak kolay olmadığı için başvurulan bir yöntemse, buna yönelik de düşünce ve bilim adına söylenecek çok şey olsa gerek. Basit bir metin çözümlemesi, bu yaklaşımın arkasındaki gerçeği ortaya koyar. İlk soru: Neden AB Anayasası’nın ilgili maddesi bu kadar parçalı olarak alıntılanmış ve ifadelerin yerleri değiştirilmiştir? İkinci soru: Neden AB Anayasası’nın bu maddesindeki “rekabet gücü yüksek bir sosyal piyasa ekonomisi” ifadesi çarpıtılmıştır? Sorun basit bir çeviri hatası olarak kabul edilmeyecek kadar önemlidir. Zira böylesi “mühim” meselelerde kelam edilecekse, resmi çeviri metinlere bakmakta yarar var.

İktisatçıların çok iyi bildiği bir şeyi emekçiler de bilir: “Rekabet gücü yüksek” dendiğinde aslında her şey bitmiştir. Rekabet gücünü yükseltmek için maliyetleri düşürmek gerekir. Kime karşı, ABD, G.Kore, Japonya ve Çin gibi ülkelere karşı. Maliyeti düşürmek için iki nemli seçenek vardır: teknolojiyi yükseltmek, işçilik maliyetlerini düşürmek, ya da üçüncü bir yol olarak her ikisini birden uygulamak.

Ancak, bütün deneyimler göstermektedir ki, her halukarda rekabet gücünü yükseltmek için işçilik maliyetlerini düşürmek gerekir. Bu da sosyal hakları budamak, sosyal politikayı daha geri sınırlara çekmekten başka bir anlama gelmez AB’de olan da bundan başka bir şey değildir, son çeyrek yüzyılda AB’de sosyal haklara yapılan harcamaların arttığı iddiasına rağmen.² Demek ki, bu “rekabet gücü yüksek” ifadesi, isteği o kadar anlamsız değildir ve paşa gönül istediği için gerçeğin üstünü örtmek amacı ile yok sayılamaz!

AB Anayasası’na “hayır” diyenlerin hayırında pek hayır yok türünden derin siyasal tezlerini ortaya koyan “neo-lassalcılar”ın bilmesi gereken en önemli şeylerden biri, bu “rekabet gücü yüksek” ekonomi oluşturmak isteyenlerin kapitalizmin kalelerini tahkim ettikleridir. Bu tahkim isteği ve buna yönelik düzenleme ve yaptırımlar, ne “Emeğin Avrupası”nın, ne de “Sosyal Avrupa”nın yolunu açar. Tersine, mevcut olanları, tüm güzel söylemlere rağmen, ilk fırsatta ortadan kaldırmayı amaçlar.

AB’de emekçileri meydanlara döken gerekçenin arkasındaki temel neden de bu uygulamalardır. Unutulmaması gereken şey, AB Anayasası’nda asli olanın “Birlik’in Amaçları” başlığı altında toplananların, tali ve bağımlı olanların da diğer düzenlemeler olduğudur. Yani, “Birlik’in Amaçları”na uygun pek çok güzel şeyden söz edilse de nihai olarak belirleyici olan her seferinde gönderme yapılan bu amaçlardaki hedeflerdir. Dolayısı ile bu AB Anayasası’nda sosyal politika ve sosyal haklar adına yapılan tüm düzenlemelerin çok önemli bir kıymet-i harbiyesi yoktur “rekabet gücü yüksek” bir ekonomi önünde engel oluşturdukça. Burada da şaşılacak bir şey yoktur, zira kapitalizmin kendisi bundan başka bir şey değildir.

Şimdi temel sorun “neo-bismarkcılığa” karşı, devrim ve sosyalizm rüyası mı korunacak, yoksa, “neo-lassalcılar” olarak kapitalist düzen ve sistem ile bütünleşmek gerekiyor da mı yatıyor? Bu meselede dün olduğu gibi, bugün de Gotha Programı ve Marx, aynı soruya yanıt arıyor… Bu nedenle, Bismarck’a, Gotha Programına ve Marx’a devrim ve sosyalizm rüyası adına, “Emeğin Avrupası” riyası adına bir kez daha bakmakta yarar var, bu “mümtaz” AB Anayasası nezdinde…

1- Aziz Çelik, “AB Anayasası: ‘Hayır’da hayır var mı?”, Birgün, 20.01.2005.

2- AB’de sosyal haklara yönelik yapılan harcamaların arttığı yönündeki yüzeysel değerlendirmenin eleştirisi için bakınız: Y. Akkaya, “AB Sosyal Politikası ve Dönüşümün İzleri”, Birikim, Sayı: 188, Aralık 2004.

Sendika.org’da Avrupa Birliği Tartışmaları

Sendika.Org'u destekle

Okurlarından başka destekçisi yoktur