Sendika.org: Sizin örgütlenme alanlarınız olan tütün ve üzüm sektörlerinde neler yapılıyor, öncelikle bunları konuşalım. Adnan Çobanoğlu: Türkiye Tarım ve Hayvancılık Kurultayı’nda çiftçiler olarak ‘ürün bazında sendikalaşma’ kararı alınınca özellikle Alaşehir, Salihli, Sarıgöl yöresindeki üzümcüleri köy köy dolaşmaya başladık. Bölge Türkiye’de çekirdeksiz üzüm üretiminin merkezi. İlk Üzüm kurultayını da 20 Nisan 2002’de Alaşehir’de yapmıştık. Alaşehir’de 12 […]
Sendika.org: Sizin örgütlenme alanlarınız olan tütün ve üzüm sektörlerinde neler yapılıyor, öncelikle bunları konuşalım.
Adnan Çobanoğlu: Türkiye Tarım ve Hayvancılık Kurultayı’nda çiftçiler olarak ‘ürün bazında sendikalaşma’ kararı alınınca özellikle Alaşehir, Salihli, Sarıgöl yöresindeki üzümcüleri köy köy dolaşmaya başladık. Bölge Türkiye’de çekirdeksiz üzüm üretiminin merkezi.
İlk Üzüm kurultayını da 20 Nisan 2002’de Alaşehir’de yapmıştık. Alaşehir’de 12 Eylül öncesinde kurulmuş Ege Üzüm Üreticileri Sendikası(EGÜS) vardı. Biraz da onun fikri takibi olan bir süreç oldu. 315 kurucu üye ile başladı. Ardından ilk kuruluş 8 Mart’a denk getirildi. 9’unda sendika binasının açılışını yaptık, şenlik yaptık, yürüyüşler yaptık. Kuruluşun temeli bu üç yer olmasına rağmen ‘Kurucu yönetim kurulu’ na İzmir’den ve Denizli’den de arkadaşlarımız katıldı.Denizli de şaraplık üzüm konusunda bir yoğunlaşma var.Tütüncülüğü bırakan çiftçiler şaraplık üzüm üretimine yöneliyorlar. İlk başta “sendika mı, kooperatif mi kurulmalı” tartışmalarını yaşadık. Büyük ölçüde ikna olundu sendikaya. Bunlar birbirinin karşıtı araçlar değil zaten, sendika bir mücadele aracı.
Ardından sürekli bir eğitim çalışması yaptık.Haziran ayı içinde Dikili de 70 köy temsilcisi ile birlikte 3 gün süren ÜZÜM-SEN ve TÜTÜN-SEN olarak Türkiye’nin ilk çiftçi sendikal eğitim kampını gerçekleştirdik. Bu kamp Çiftçilerin işi daha ciddiye almalarını sağladı. Eğitimlerde tarıma dönük yıkımın ne olduğunu, tarımsal desteklemelerin artık kalkacağını anlatıyorduk. Yine de kavramakta zorlanıyorlardı.Çünkü yıllarca devletin tarıma desteğini alışmıştı çiftçiler. Ama bu yıl yaşayarak gördüler değişimi; örneğin Tariş üzüm aldı ancak herkesin üzümünü almadığı gibi hala daha kuru üzümün fiyatını açıklamış değil. Kooperatifler demokratik değil, alımlarda sorunlar yaşanıyor. Tepkinin dile getirilmesi gerekiyordu ve çiftçilerle beraber bir miting kararı aldık. Köy köy dolaşarak mitingimizi örgütledik. 19 Ekim’de 2500 çiftçi o yöreden katıldı. Bildiriler dağıtıldı, köy camilerinden anonslar yapıldı. Belediye hoparlörleri kullanıldı. “IMF, Dünya Bankası üzümden elini çek” başlıklı bir mitingdi.
Tariş’in yönetimi DYP’lilerde, Alaşehir’de de güçlü DYP. Mitingi engellemeye çalıştılar. Anti propaganda yaptılar. Salihli yöresinde ise CHP etkin ve onlar anti propaganda yaptılar. Çünkü onlardan bağımsız gelişen miting işlerine gelmedi. Kendi bayraklarıyla katılmak istediler, biz ise doğru bulmadık.Sendikamızın herhangi bir partinin yan örgütüymüş görüntüsüne düşmesini istemedik.CHP,Ziraat Odası v.b. bu sefer de kendilerine rakip algıladılar. Örneğin CHP Turgutlu’da milletvekilleri getirerek bir miting yaptı, ama bizim katılımın yarısı bir katılım sağlayabildi. Torbalı’da da yaptılar ama oraya bölge katılımıyla CHP’liler geldi çiftçilerin katılımı ise düşüktü.
Şimdi sendikal faaliyet için daha ciddi bir ekip çıkmaya başladı, hepsi üretici arkadaşlar. Bir çok yerden şube açalım talepleri geldi. Keşan’a gittik, Şarköy deki üzümcüler de, Denizli’de de hareketlenme var. Ankara’da düzenlenen 20 Kasım mitingine ‘Çiftçi Sendikaları Hareketi’ pankartı ile katıldık. katıldık.Türkiye de ilk defa çiftçiler kamu çalışanı ve işçilerle ortak bir eylem içinde buluşmuş oldu.
Önümüzdeki dönem eğitim çalışmalarına daha fazla ağırlık vereceğiz. Sendika henüz yeni ve sendikanın ne işe yarayacağını anlatmamız lazım. İşçi sendikalarından biraz farklı, ücret talebi değişik. Gelişen tarımsal yapı sözleşmeli çiftçiliğe de götürüyor. Bağcılar ihraç edilecek ürünlerde sözleşmeler yapıyorlar. Bazen bağı kiralıyorlar. Kimisi sadece üzümünü alacağım diyor. Tüm sözleşmeler tek taraflıdır. Sözleşmenin olduğu yerde taraflar vardır. Sendika bu sözleşmelerde çiftçinin tarafını güçlendiriyor.
Üzümde iki yıldır başlayan bir uygulama; şu anda %5’i geçmez. Ama şaraplık üzümde daha fazla. Mesela Denizli de beş tane şarap fabrikası var. Birlik oluşturdular ve tek fiyatla üzüm alıyorlar. Üretici örgütsüz kaldığı noktada direnme ve pazarlık şansı yok.
Sendika örgütlenebildiği ölçüde doğrudan pazarlama zinciri de kurabilir,üzümünü Şarap fabrikalarına vermeyip çiftçileri birleştirerek kendi şarap üretimlerini yapmalarını sağlayabilir. Üretimden pazarlamaya olan zinciri yeniden üretebilir. Gelecek toplum projesinin bugünden örgütlenebilmesinin de ayağı olur. Çiftçi henüz ürününe yabancılaşmış değil. Sözleşmeli çiftçilik üreticileri ürününe yabancılaşmaya itiyor. Sözleşme imzaladığı andan itibaren ürettiği ürününün sahibi olamayacak,ürettiği ürün üzerinde istediği gibi tasarruf hakkı olamayacak,istediği kimselere pazarlama şansı olmayacak. Tekellere teslim edecek. Bunu kıracak olan şey sendikal örgütlülük. 80 öncesinden farklı olarak çiftçilerin konumu değişiyor. Bu yüzden eski köylülük örgütlenmesi gibi bir örgütlenme yeterli değil. Değişimin gereği olan bir örgütlülük gerekiyor. Bizler bunun farkına vardık ve gereğini yapmaya başladık.
Ali Bülent Erdem: Türkiye tarımındaki değişimin yönelimi bütün Türkiye tarımının şirketlere açılması yönünde gelişiyor. Bu yönelimin vurduğu alanlardan biride tütün üretimi. Tütün üretimi yakın bir zamana kadar devletin denetiminde yapılan farklı özelliklere sahip bir üretimdi. Tekelin destekleme alımı yaptığı ,tüccarın da tekelin belirlediği fiyat üzerinden alım yaptığı bir üretim biçimi. 2002 yılında yürürlüğe giren Tütün Yasası öncesi, 15 Eylül 2001’de Akhisar’da Tütün Üreticileri Kurultayı düzenledik. Bu tütün yasasının tütüncüler üzerindeki etkilerinin neler olacağını tartıştık. Ve bir sonuç bildirgesi oluşturduk. Bir heyetle birlikte Ankara’ya giderek tüm demokratik kitle örgütlerine, siyasi partilere, TBMM’ye giderek tek tek milletvekillerine bu sonuç bildirgesini sunduk. Ve dedik ki bu tütün yasası çıkarsa artık Türkiye’de tütün üretimi tamamen çok uluslu tekellerin denetimine girecek ve tütün üretmemizin imkanı kalmayacak. Cumhurbaşkanının da veto ettiği yasayı tüm tepkilere rağmen 3 Ocak 2002’de meclisten geçirdiler. Tütün yasası sonrası, önce Tekel destekleme alımlarından vazgeçti, Tekel devre dışı bırakıldı ve özelleştirme kapsamı içerisine alındı. Şu an Tekel hiçbir şekilde destekleme alımı yapmıyor. Tekel’in devre dışı kaldığı bir ortamda sözleşmeli üreticiliğe geçildi.
Şöyle ki; Philip Morris-Sabancı ortaklığı, JTİ- R.J Reynolds, BAT-Koç ortaklığı gibi şirketler ne kadar tütüne ihtiyacı olduklarını alıcı firmalara bildirdiler. Tütün üreticilerinin tüccarlar diye tabir ettiği, sayısı beş altıyı geçmeyen firmalar köylere gelerek tütün dikimi yapılmadan önce üretici ile sözleşme imzalamaya başladılar. Ama bu sözleşmede karşılıklı uzlaşma-anlaşma söz konusu değil. Firmalar, bu koşullara uymazsan tütün üretmezsin diyorlar. Sonuçta üreticiler, tütünün kilosuna ,fiyatına ve parasını zamanında alamamasına itiraz edemiyorlar. Bütün itiraz mercileri üreticilerin tek başlarına yürütebilecekleri bir iş olmaktan öte bir halde. Çünkü ne maddi olarak ne de zaman olarak bireysel itirazlarla uğraşamıyorlar. Sözleşmelerde özel maddeler de var. Tütün ektiğiniz tarlaya başka bir ürün ekemiyorsunuz. Veya tütün ektiğiniz tarla dışında başka bir tarlanıza isteseniz de tütün ekemiyorsunuz.
Birden fazla firma ile anlaşma yaparak farklı tarlalara ürün de ekemiyorsunuz.
Sendika.org: Niye yapılıyor, niye ayrı ürün ektirmiyor? Yoksullaştırıp pazarlık güçlerini arttırmak için mi?
Ali Bülent Erdem: Türkiye’deki tütün üretimi çok uluslu şirketlerin denetimine girerken zaten sigaraların biçimi değişiyor. Sizin içtiğiniz tütünler Virginia tipi tütünlerin içinde olduğu Amerikan harmanları. Amerikan harmanlarında bizim tütünümüzün oranı %10-12 düzeyindedir. Siz bütün sigara sektörünüzü yabancı şirketlere teslim ederseniz sizin bugüne kadar ürettiğiniz tütünün oranını %10-12’lere kadar düşmesi gerekiyor. Yani esas neden bu. Sözleşmeyi bir sene önceki ürününüzü teslim etmeden önce önünüze dayatıyorlar. Eğer imzalamazsanız, tütününüzü almada, ödemelerde problem çıkarıyorlar. Tütün üretiminin yapısı gereği Tekel’in devre dışı kalmasıyla beraber , tütün üretiminin bütünü sözleşmeli üreticiliğe geçmiş durumda. Böyle olunca da biz şunu düşündük; ortada bir sözleşme var, beş altı firma var ama pazarlık yok. Böyle bir pazarlık gücünün olması gerekir. Sözleşme maddelerinde çiftçi çıkarına maddeler olmamasına rağmen bu sözleşmelerin hukuki takibinin yapılması gerekiyor.
Bugünkü tütün üretim yapısına sendikacılık tam denk düşüyor. Bu sendikayı kurduğumuz zaman İzmir Valiliğine 455 üretici olarak başvurduk. Bize “belgelerinizi alıyoruz ama eğer sendika açarsanız hakkınızda işlem yaparız” dediler. Biz de bununla ilgili idari mahkemeye başvurduk, Valiliğin böyle bir hakkı olmadığını belirttik. İdare mahkemesinde bizim lehimize karar çıktı. Şu an Ege bölgesi ağırlıklı örgütlenme faaliyetimiz sürüyor. İlk kurucu üyemiz 455 kişiydi. Şu anda Eşme’ye şube yetkisi verildi. Orada bir şubemiz açılacak. Arkasından Soma ve Denizli’de şubelerimizi açacağız.
Elbette bütün Türkiye’de örgütlü olabilmek için çaba harcıyoruz ama sendika olarak özleşme yapmaya herhangi bir yerde başlayabilirsek yani kendimizi kabul ettirebilirsek bu ülke genelinde referans fiyatı haline gelir. Artık bu fiyatın altında kimse sözleşme imzalamaz. Aynı asgari ücretin genel ücret politikasını belirlemesi gibi.
Abdullah Aysu: Sonuçta uluslar arası şirketlerin doğrudan sözleşmeleri gündeme gelecek. Bu aracı tüccarları aradan kaldıracaklar. Böyle bir süreçte ise çıkarılan tahkim yasaları gereği sözleşme itilaflarına Türkiye mahkemeleri bakamıyor. Hiçbir çiftçinin bu mahkemelere başvurma, dava takip etme şansı mümkün değil. Sırf bu yüzden bile örgütlenme ihtiyacı kendini dayatıyor. Bugün sadece tepkiyi örgütlemek değil bütünlüklü bir tarım problemlerinin takipçisi olan ve buna çiftçi lehine uygulatmaya dönük gerek örgütsel gerek baskı olabilecek tarzda, mecliste yasaları çıkartmak, sözleşmeleri yapmak, ve genel siyasete kendi alanından müdahale etmek .
Sendika.org: Başka hangi sektörlerde bu tarz sözleşme girişimi var?
Abdullah Aysu: Patates, domateste, mısır, var. Türkiye’deki tüm tarımsal üretim sözleşmeli hale doğru gitmekte.
Sendika.org: Bu tam olarak neye yol açacak? Büyük bir tarımsal çöküşe mi ?
Abdullah Aysu: 2001 krizinde, krizin atlatılabilmesinin, insanların çok fazla aç kalmadan, işsiz de kalsa yaşayabilmesinin nedenlerinden biridir tarım. Yani tarımla olan bağlar yüzünden, fasulyesi, bulguru, yağı geldi köyden en azından. Bu tür ailevi tarımsal bağlarla yaşam sürebildi. Sözleşmeler oturduğu zaman çiftçinin böyle bir tasarruf hakkı kalmayacak. Çıkabilecek krizler de farklılaşacak. Genel AB İlerleme Raporu tarım nüfusunuzu %8’lere düşürün diyor. Bu 12-13 milyon tarımsal işsiz demek. Şehirlere göç kapısı demek.
Ali Bülent Erdem: Tütünde sözleşmeli üretime başladıktan sonraki süreç içerisinde 583 bin olan üretici sayısı 333 bine düştü.Yani 250 bin üretici arkadaşımız tütün üretmekten vazgeçtiler.
Onlar şimdilik başka ürünlere, eğer yatırım yapacak paraları varsa zeytin ve üzüm gibi ürünlere dönmeye çalışıyor. Ama gözen kaçırılmaması gereken önemli nokta; tütün üretiminin bütününde uygulanan diğer ürünlerde de , şirketleşmeyle beraber yaygınlaşan üretim biçimi sözleşmeli üreticiliktir. Sözleşmeli üreticilikte şirketler diyorlar ki; bak arkadaş, tohumun , gübren ve ilacın bizden ama sonuçta ürün benim. Artık üreticilerin ne kadar gübre kullanacaklarına , ne kadar ilaç kullanacaklarına, bu şirketler karar veriyorlar. Tam bir reçeteli çiftçilik. Yaptığı işe yabancılaşmış çiftçiler ise hangi ürünü veya ekecekleri ürünün hangi çeşidi olduğuna bile karar veremiyorlar. Yani topraklarının olmasının , üretim araçlarının olmasının bir anlamı yoktur. Yani kendi topraklarında “maraba” ve “ırgat” tırlar. Sözleşmeli üretimle yaşanan, çiftçilerin kendi topraklarında işçileştirilmeleri aslında.
Abdullah Aysu: Türkiye’de sözleşmeli çiftçilik çok eskidir. Şeker pancarı ve tohum üreticileri sözleşmeliydiler. Gelinen süreçte ise artık devlet için değil şirketler için üretim başladı. Bunun beraberinde küreselleşme ile kamu terk edilip şirketler karşına geçiyor.
Üzüm-Sen, Tütün-Sen, Fındık-Sen Ocak ayı içerisinde Ay Çiçeği-Sen, hububat ve hayvan yetiştiricileri sendikası kurulacak. Kayısı-Sen Şubat ayında faaliyete başlayacak.
Sendika.org: Ege’de DYP ve CHP etkisi var. Özellikle AKP iktidarda iken tarımdaki tepkileri, DYP veya CHP’ye akma olasılığı var mı, ya da onlar ne yapıyor?
Ali Bülent Erdem: Köylere gittiğimizde hepsinin IMF ve DB’ye düşman olduklarını görüyoruz. Hangi hükümet gelirse gelsin, uygulanacak programların IMF ve DB programları olduğunu biliyorlar. Bağımsız ilk örgütlenme biz olduk, kooperatifleri saymazsak. Gitgide inandırıcılıkları azalıyor diğerlerinin.
Bizim sendikamız olmazsa hakkımızı alamayız diyorlar ve yine diyorlar ki; Kamu çalışanları çıktı sopa yiye yiye aldılar haklarını. 90 yılında köylülerin ilk IMF karşıtı bir protesto mitingi girişimine jandarma saldırmıştı. Onun etkileri hala devam ediyor.
Adnan Çobanoğlu: Bölgede köylülerde hala bunun korkusu var. Alaşehir mitingine başladığımızda 100-150 kişi vardı. Önce moralimiz bozulmuştu. Sonra yürüdükçe çoğaldı sayılar. Önce slogan atmıyorlardı. Yavaş yavaş alışıyorlar. Çiftçi olmayan birinin attığı sloganı atmıyorlar. İçerisinden çıktıkça alışıyorlar.
Sendika.org: AB sürecinde ilk gümbürtü tarımdan kopacak gibi gözüküyor.
Adnan Çobanoğlu: AB meselesi için bile pazarlık biz mi olacağız diyor çiftçiler. Tarım sorunu ortada duruyor Türkiye’de.
Ali Bülent Erdem: Tarımda istihdam sürekli düşüyor. Bir yılda 450-500 bin üretici topraklarını terk ediyor. 2013 yılına kadar aynı hızda sürerse AB’nin şartı olan tarım nüfusunun %8’lere indirilmesi süreci başlamış demektir.
Abdullah Aysu: Türkiye tarım politikası AB Ortak Tarım Politikası ile ABD-DTÖ kıskacı arasında sıkışmış durumda, iki taraf da birden darbe vuruyor. IMF ve DB’ye hükmeden ABD. AB’nin ortak tarım politikasını oluşturmasının hedefi ise GATT ticaret anlaşmasına karşı kendini koruma, rekabet gücünü artırma politikasıdır. Ancak tüm bu söylenenler sadece Türkiye tarımı için geçerli değil, dünya çapında uygulanan programın parçası.
14 Ocak’ta AB’ye bağlı ülkelerin çiftçileri Marsilya’
da bir toplantı gerçekleştirecekler. Biz de buraya katılmak için girişimlerimizi başlattık.