İşçi sınıfının sermaye ve devlete karşı mücadele içinde geliştirdiği mücadele yöntemleri ve araçları ve bunların bileşiminden oluşan emek hareketi, birbirleriyle yakın bağlara sahip ekonomik, politik ve ideolojik mücadele araçlarının tümünü birden kapsar. Bir başka deyişle, emek hareketi kavramı, tek bir mücadele ya da örgütlenme biçimini değil, sınıf mücadelesi tarihi içinde ortaya çıkmış olan sendika, komite, […]
İşçi sınıfının sermaye ve devlete karşı mücadele içinde geliştirdiği mücadele yöntemleri ve araçları ve bunların bileşiminden oluşan emek hareketi, birbirleriyle yakın bağlara sahip ekonomik, politik ve ideolojik mücadele araçlarının tümünü birden kapsar. Bir başka deyişle, emek hareketi kavramı, tek bir mücadele ya da örgütlenme biçimini değil, sınıf mücadelesi tarihi içinde ortaya çıkmış olan sendika, komite, konsey , meclis, cephe, siyasal parti, devrimci hareket gibi örgütlülüklerin tümünü birden ifade etmektedir .İşçi sınıfının öz-savunma eylemi ise, sendikal eylem gibi gündelik mücadele biçimlerinden, ayaklanmalara, iç-savaşlara, halk savaşlanna kadar uzanan bir dizi tarihsel eylemin tümünü birden içermektedir. Bugün işçi sınıfının geleneksel örgütlülükleri, aralarındaki düzey ve işlev farklılıkları ne olursa olsun, sermaye ve devletin saldırganlığı karşısında yeterli bir mücadele yürütememekte; bu durum emek hareketinin genel krizi biçiminde yaşanmaktadır.
Emek hareketinin krizi ise, birçok tarihsel etken ve sürecin ürünüdür. Emek hareketinin yaşadığı krizi, ”sosyalist blok”un çöküşü ile başlatan tartışmalar,krizi tam olarak açıklamaya ve sorunun arka planını tanımlamaya yetmediği gibi, aşılması yönündeki çabaları da kısırlaştırmaktadır. Çünkü aslında ”sosyalist blok”un çöküşünün dünya çapında yarattığı esas etki, “sermayenin emeğe yönelik genel saldırısını biraz daha hızlandırmak ve krizin siyasal sonuçlarını bütünçıplaklığıyla ortaya çıkarmak oldu. Gerçekteyse, özellikle 1990’larda tüm çıplaklığıyla görülebilen kriz, 20 yılı aşkın süredir biriktirilen bir dizi olgunun tarihsel sonucuydu.
Kapitalizm, 1950 ile 1970 arasındaki 20 yıllık genişleme dönemi sonunda kar oranlarının düşme eğilimi sonucu krize girdi. Krizden çıkış için uygulanan ,ekonomik ve sosyal politikalar ikili amaç taşıyordu: Bir yanda kar oranlarının düşme eğiliminin önüne geçmek ve karı azamileştirmek, diğer taraftan da işçi sınıfının her türlü öz savunma eyleminin önüne set çekmek. Yani, işçi sınıfının tarihsel mücadelesinin, insanlığın kurtuluşu idealini hedefleyen en yüksek biçimlerinden, sendikal mücadele gibi gündelik biçimlerine kadar uzanan her türünün yenilgiye uğratılması sermayenin tarihsel hedefi haline geldi.
Sermaye krizden kurtulmak için bilginin metalaşması; yeni teknolojilerin kullanımıyla üretimde otomasyonun yaygınlaştırılması; özelleştirme politikası ile başta sağlık, eğitim ve altyapı olmak üzere hizmetler sektörünün doğrudan bir karlılık alanı haline: getirilmesi; yalın (stoksuz) üretim, esnek çalışma gibi uygulamaların egemenliğinin sağlanmasını kendi tarihsel zorunlulukları olarak dayatmaya girişti.
Bu yeni liberal saldırı siyaseti, işçi sınıfının, emekçilerin, ezilen halk kesimlerinin demokratik/siyasal mevzilerinin dağıtılması ve politika alanının emekle sermaye arasında yaşanan yeni savaşın koşullarına uygun biçimde yeniden şekillenmesiyle içiçe gelişti.
İşçi sınıfı ve emekçiler cephesinde ise bu 20 yıllık süreçte iki önemli gelişme yaşandı. Bir yanda ”sosyal devlet” ya da ”refah devleti” uygulamalarının ağırlık kazandığı ülkelerde, özellikle Avrupa’da, kökenleri yüzyılın başındaki Avrupa devrimlerinin yenilgi dönemine dayanan ve esas olarak 2. Dünya Savaşı sonrasında kurumsallaşan ”toplumsal uzlaşma” daha da meşrulaştı ve emek hareketlerinin önemli bir bölümünü tümüyle düzen sınırlarının içine hapsetti.Emek hareketi yasal düzlemde bütünüyle ”reformizm”in egemenliği altına girdi; sermaye emekçi sınıfların gündelikve siyasal mücadelesini içerden fethederek etkisizleştirdi.
Bu duruma yol açan önemli etkenlerin başında, sermayeııin krizi yönetme kapasitesi karşısında ortodoks sosyalist ya da komünist partilerin seçenek üretememesi geliyordu. Öte yandan reel sosyalizmin iç sorunlarının işçi sınıfı ve emekçi halk üzerindeki olumsuz etkileri, bu partileri sosyal demokrasinin ve giderek de liberalizmin kulvarına sürükledi. Bu uluslararası koşullarda emekçilerin içerden fethedilemeyen mücadeleleri ise vahşi bir saldırganlıkla yenilgiye uğratılabildi.
1970’li ve 1980’li yıllar kapitalizmin bir yandan ”bilimsel teknik devrim”, ”ikinci sanayi devrimi”, diğer yandan ”yeni demokrasi” gibi kavramlarla yürüttüğü ideolojik kampanyalara sahne oldu. Bu kampanyalar, sermayenin dünya çapında başlattığı yeni saldırı dalgasının ilk belirleyici adımlarını oluşturdular. Bu saldınnın adı olan”yeni sağ dalga” başta işçi sınıfı olmak üzere bütün ezilenler üzerinde yıkıcı bir etki yarattı; mevzilerini dağıttı ve emekçiler arasında kendi mücadelelerine karşı ideolojik bir güvensizliğin yaygınlaşmasına neden oldu.
Yeni sağ dalga, sosyalist blokta da ”glastnost” ve ”petestroyka” süreçleriyle birlikte ilerleyerek, ”varolan sosyalizm”in hızla çökmesiyle sonuçlandı. ”Sosyalist blok”un çöküşü, emek hareketi içindeki siyasal savrulmaları daha da şiddetlendirdi; işçi sınıfı adına siyaset yapan, emeğe dayalı partiler gitgide kitle partilerine dönüştüler. Sendikal hareket için de, yaşanan çöküş süreci artık gizlenemez boyutlara ulaştı. Teslimiyetçilik, etkisizlik, güven bunalımı sendikal hareketin tipik özellikleri haline dönüştüler.
Yaşanan saldırı dalgasının, sermayenin yeniden yapılanmasının önünde duran tüm ülke, sınıf ve siyasal çizgileri ”terörist” kapsamına alan siyasal koşullarda yaşanması, emek hareketinin gerilemesini daha da şiddetlendirdi. Baştan itibaren teslimiyetçi bir tutum takınan emek hareketi örgütlülükleri, ayakta kalmanın tek yolu olarak kendilerine dayatılan ”öz savunma eyleminden, yani sermayenin egemenliği karşısında işçi sınıfının düzen karşıtı bağımsız mücadelesinden vazgeçme” koşulunu kabullenerek, düzen sınırlarını zorlamama eğilimini resmileştirdiler.
Ancak bütün bu süreç boyunca başka bir gelişme daha yaşandı. Bir yandan çeşitli nedenlerden dolayı işsizlik, özellikle emperyalist merkez ülkelerde artarken, çalışan işçi kitleleri dünya ölçeğinde nicel olarak büyüdü; sömürünün şiddeti artarken nitel olarak da değişime uğradı. Dünya çapında yaşanan yeni bir proleterleştirme dalgası olarak da nitelenebilecek olan bu gelişmelerle birlikte, işçi sınıfının bileşimi ve yapısı da değişmeye başladı. Özellikle bağımlı ülkelerde nicel olarak hızla büyüyen bir yeni işçi kitlesi tarih sahnesine çıktı,. Bu yeni işçi kitlesi, kendisiyle birlikte yeni mücadele ve örgütlenme deneyimleri de yeşertmeye başladı. (Kuşkusuz aynı dönemde, işçi hareketlerinin dışında da toplumsal muhalefet hareketleri ortaya çıktı ve etkili oldu. Özellikle ezilen halk hareketleri, çevre hareketi, kadın hareketi gibi muhalefet ha- reketleri yaygın ve etkin eylemlilik pratikleri sergilediler. Ancak bu çalışmanın kapsamı açısından bu hareketleri ayrıntılı olarak değerlendirmeyi gerekli gör- müyoruz.)
Dünya çapında yeşeren bu yeni sınıf mücadelesinin en önemli zeminlerinden birisi, sendikal mücadele alanıdır.Sendikal harekette yeni yeni uç vermeye başlayan dönüşüm, emek hareketinin bütünü için önemli ipuçları ve olanaklar sunuyor. Bu çalışmada da sendikal harekete ilişkin tartışmalar, işçi sınıfının ve emekçi halkın genel siyasal mücadelesinin bir parçası ve onun bir alt başlığı olarak ele alınmaktadır. Sendikal harekete ilişkin tartışmalar ,
ancak yeni bir emek hareketinin yaratılması bilinciyle ele alındığında ciddi bir anlam taşıyabilecektir.
Özetlersek: Emek hareketi dünya çapında bir kriz yaşıyor. Bu krizin nedenleri arasında hiç kuşkusuz – emek hareketinin ve sosyalizmin önderliğinin yenilgisi önemli bir yer tutuyor. Bununla birlikte emperyalist sistemin yapısında ve emek-sermaye ilişkilerinde gözlenen bir dizi değişim de krizi oluşturan etmenler arasında yer alıyor.
Bugün emek hareketi açısından bir dönüm noktasında olduğumuz görülüyor. Bu dönüm noktası emeğin tarihsel mücadelesini bütün düzeylerde yeniden yapılandırrna tartışmalarını günderne getiriyor. Bu tartışmalar aynı zamanda pratik mücadelelerle birlikte sürüyor ve sürecek. İşçi sınıfının mücadelesinin tarihsel bir parçası olan sendikal hareket de krizden payını alıyor. Sendikal harekete ilişkin tartışmalar da, emek hareketinin genel krizinin çözümüne ilişkin tartışmalar içinde önemli bir yer tutuyor. Emek hareketinin bütünü, sendikal harekete indirgenemeyecek kadar kapsamlı sorunlar içerse de, sendikal hareketin krizinin çözümüne ilişkin tartışmalar, emek hareketinin ve sosyalizmin genel olarak yeniden yükselişine dair imkanlar barındırıyor.
Sendikalar tarih boyunca işçi sınıfının hareketi içinde, sınıf mücadelesinde önemli bir yer tuttular .Bugün de sendikaların bu özelliklerini yeniden kazanabilecekleri bir sürecin başındayız.
Bu çalışma kendisini, tüm dünya ama özellikle Türkiye işçi sınıfının, bütün bir mücadele süreçleri içinde yeşerttiği deneyim, direniş ve birikimlerin takipçisi saymaktadır. Türkiye işçi sınıfının ilk oluşum aşamalarında yaşanan direnişler ve Türkiye’nin emperyalizmle bütünleşme süreci içinde kısa ama etkili bir yeri olan 1946 sendikacılığının, 1946 ruhunun yeniden ve daha ileri bir düzeyde canlandığı 1960’1ardaki Kavel, Alpagut, Paşabahçe, Zonguldak direnişlerinin; Türkiye işçi sınıfının 1970’1erdeki devrimci direniş eylemlerinin, yani 15-16 Haziran, Yeni Çeltek, Aşkale, Hekimhan, Tariş ve adı bilinmeyen binlerce direnişin; 1980 sonrasındaki işyeri komite ve konseyleri girişimlerinin; 1989 Bahar Eylemleri’ndeki işçi insiyatiflerinin; 1990’lı yıllarda kamu çalışanlarının fiili, meşru ve demokratik militan sendikal mücadelesinin ve bugün de irili ufaklı atelyelerde, fabrikalarda, orga- nize sanayi bölgelerinde süregiden direnişlerin mirasçısı olmayı amaçlıyor İşçilerin Sesi ‘nde, Dinazorların Krizi’nde, DİSK Ören Toplantıları’na sunulan “İşçilerin DİSK’i İçin” ve “Yeni Bir Sınıf Hareketi İçin” broşürlerinde, KESK Genel Kurulu’na sunulan “Bir Mücadele Örgütü İçin” kitapçığında ve Sınıf Hareketinde Yön Dergisi’nde ifade edilen görüşlerin bir devamını sunmayı hedefliyor.
Tartışma sürüyor, mücadele de!.. Üstelik daha da büyüyerek ve güçlenerek!.