Bitkisel üretim, hayvancılık ve ormancılık sektörlerinin, başta insanlar olmak üzere canlılarının bedensel ve ruhsal sağlıklarının sürdürülebilmesi ve geliştirilmesi yönünden taşıdığı önem bilinmektedir. Bu önemi nedeniyledir ki, ülkemizde bu sektörlerdeki etkinliklerin kamu kurum ve kuruluşları tarafından ve/veya bu kurum ve kuruluşların öncülüğünde ve gözetiminde yürütülmesi, yakın zamanlara değin ulusal bir ilke sayılmıştır. Her toplum için her […]
Bitkisel üretim, hayvancılık ve ormancılık sektörlerinin, başta insanlar olmak üzere canlılarının bedensel ve ruhsal sağlıklarının sürdürülebilmesi ve geliştirilmesi yönünden taşıdığı önem bilinmektedir. Bu önemi nedeniyledir ki, ülkemizde bu sektörlerdeki etkinliklerin kamu kurum ve kuruluşları tarafından ve/veya bu kurum ve kuruluşların öncülüğünde ve gözetiminde yürütülmesi, yakın zamanlara değin ulusal bir ilke sayılmıştır.
Her toplum için her dönemde geçerli olan bu önemin yanı sıra ülkemizdeki bitkisel üretim, hayvancılık ve ormancılık koşulları da bu sektörlerde kamusal yükümlülükleri pekiştirmektedir. Ne var ki, ülkemizde, kamusal hizmet alanı olarak yönetilmesi gereken bitkisel üretim, hayvancılık ve ormancılık etkinliklerinin gerektiği gibi tasarlanabilmesi, planlanabilmesi ve yürütülebilmesi için gerekli koşullar giderek ortadan kaldırılmaktadır:
Cumhuriyetimizin kuruluşundan bu yana bu ilke doğrultusunda örgütlenen devlet, bilindiği gibi, son yirmi yirmi beş yıldır bu ödevlerinden kaçınma, yükümlülüklerini yerli ve yabancı özel kişi ve kuruluşlara devretme çabasına girmiştir. Bu doğrultuda yapılan özelleştirme uygulamalarının yanı sıra kamu çalışanları bir yandan işlevsizleştirilmekte, bir yandan sayıca azaltılmakta ve bir yandan da çalışma koşulları verimli olamayacak biçimde olumsuzlaştırılmaktadır. Oysa; bitkisel üretim, hayvancılık ve ormancılık sektörlerinde işlendirilen kamu çalışanlarının çalışma koşulları zaten öteki sektörlerde işlendirilenlerden çok daha olumsuzdur. Bu sektörlerdeki kamu çalışanları tüm kamu çalışanlarının giderek yoğunlaştırılan sorunlarının yanı sıra aşağıda başlıcaları örneklenen uygulamalarla da yaşamlarından bezdirilmekte; en temel insan haklarından yararlanabilmeleri bile doğrudan ve dolaylı olarak engellenmektedir:
. Çalışma süreleri, neredeyse sınırsızdır; tanım dışı çalışmaları, ormancılık sektöründe daha yaygın olarak görüldüğü gibi çoğu alanda ve yörede angaryaya dönüştürülebilmektedir.
. İş yüklerinin hem yoğunluk hem de çeşitlilik olarak fazla olmasına karşın farklı ücret ödemesi yapılmadığı gibi ”seyyar görev”, ”arazi” vb tazminatları ile, ”giyecek yardımı”, ”tayin bedeli”, ”tedavi”, ”yolluk”, ”yakacak odun tahsisi” vb yasal ödemeler ve uygulamalar bile zamanında ve/veya yeterince yapılmamaktadır; çoğunluğu ”fiili hizmet” işlemlerinden yararlanamamaktadır.
. Olumsuz iklim koşulları başta olmak üzere çalışma yeri ortamlarına göre çoğu yörede ve alanda özel biçimde donatılmaları gerekli olmakla birlikte bu gerek çoğunlukla yerine getirilmemektedir.
. İşyerleri, çoğunlukla, toplumsal ve kültürel yaşamın görece olarak daha geri olduğu yörelerde kurulmuştur. Bu durum, kamu çalışanlarının çeşitli ailevi sorunları daha çok yaşamalarına yol açmaktadır.
. Hizmet götürülmeye çalışılan yurttaşlarımızın çoğunlukla eğitim düzeyleri düşük, ekonomik olanakları kısıtlı; dolayısıyla yerel siyasal ve ekonomik egemenlerin kolaylıkla yönlendirebildiği kesimlerdir. Bu durum kamu çalışanları üzerindeki baskılara güç ve süreklilik kazandırmaktadır.
. Yerel siyasal ve ekonomik egemenlerin partizanca baskıları ile görece olarak daha fazla karşılaşılmaktadır.
. Hizmet içi eğitim olanaklarından yararlanabilme düzeyleri daha düşüktür.
. Yıllık izin ve resmi tatil olanaklarından yeterince yararlanamamakta ve bu izinler çoğunlukla da tek yanlı olarak idare tarafından belirlenmektedir.
. Çalışanlar arasındaki maaş/ücret farklılıkları daha keskindir ve ayrıcalıklı düzenlemelerle giderek daha da keskinleştirilmektedir.
. Görevde yükselebilmelerde, görev yeri ve alanı değiştirmelerde keyfilik, çoğu durumda da partizanlık çok daha fazla yaygındır; görev yeri ve alanı değişiklikleri daha sık değiştirilebilmektedir; ”sürgün” niteliğindeki uygulamalar giderek daha yaygın biçimde sürdürülmektedir.
. Çalışanların gerektiğince bilgi ve deneyim birikimine sahip oldukları alanlarda yörelerde, etkinlik alanlarında işlendirilmeleri, büyük ölçüde rastlantılara kalmıştır.
. Demokratik örgütlenme haklarını özgürce kullanılabilme olanakları kolaylıkla kısıtlanabilmekte; örgütlenme tercihlerini sınırsızca kullanabilmeleri çeşitli yollarla engellenebilmektedir; özellikle sendikal örgütlenmede işverene düşen gerekler kolaylıkla yerine getirilmeyebilmekte; kurdurulan sarı sendikalar aracılığıyla sendikal örgütlenmenin etkisizleştirilmesine yoğun çaba harcanmaktadır. Öyle ki, şimdiden tarım ve ormancılık işkolunda yedi sendika örgütlendirilmiştir.
Kısacası; üyelerimizin çok büyük bir çoğunluğunun işlendirildiği Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Çevre ve Orman Bakanlığı ile bağlı/ilgili kuruluşlarında kamu çalışanları, son derece sistemli çabalarla iş göremez duruma getirilmeye çalışılmaktadır. Anılan bakanlıklar, işlendirdikleri kamu çalışanlarını öylesine gözden çıkarmıştır ki, 29-30 Kasım ve 1 Aralık 2004 günlerinde Ankara’da toplanan 2. Tarım Şurası’nda söz konusu sektörlerdeki kamu çalışanlarının sorunları hiçbir düzlemde ele alınmamıştır. Mart 2005’de toplanması öngörülen 1. Çevre ve Ormancılık Şurası’nın hazırlık çalışmaları sırasında da bu yaklaşım benimsenmiş; bu Bakanlıktaki kamu çalışanlarının sorunlarının ele alınabileceği düzenlemelere yer verilmemiştir. Giderek insan haklarına; ILO’nun Türkiye tarafından da benimsenen insanca çalışma ilkelerine aykırı olan bu süreçte, devletin bitkisel üretim, hayvancılık ve ormancılık alanlarındaki yükümlülüklerini gerektiğince yerine getirebilmesi de büyük ölçüde olanaksızlaşmaktadır. Dolayısıyla da, yakın zamana değin ”kendi kendine yeterli” olmakla övünen Türkiye’nin, artık tarım ürünleri ve özellikle de besin maddeleri yönünden dışa bağımlı ülke bir duruma gelmesi kaçınılmaz bir durum olmaktadır. Örneğin tarım sektöründe üretim 1940 ve 1950’li, hatta 1960’lı yıllarda olduğu gibi büyük ölçüde doğal koşullara bağımlı olmuş; tarımsal büyüme hızı da bu koşullara göre değişmiştir; düzensizleşmiştir. Kamunun tarımdan, deyiş yerindeyse büyük ölçüde çekilmesi, başta erozyon olmak üzere kırsal çevre sorunları gündelik yaşamı etkileyebilecek boyutlara ulaşmasına ve en olağan doğal oluşumlar bile artık doğal felaketlere dönüşebilmesine yol açmıştır. Bu gerçeklikleri gözönünde bulundurmayan, dolayısıyla da bu kesimlerdeki kamu çalışanlarına insanca çalışma ve yaşayabilme ortamlarının sağlanmasını da hedeflemeyen tarım ve ormancılık politikaları ile yurttaşlarımızın sağlıklı beslenebilme ve yaşayabilmesi daha da güçleşecek; giderek olanaksızlaşacaktır.
Sezai KAYA
(Tarım Orkam-Sen Genel Başkanı)
Kaynak: Cumhuriyet Tarım ve Hayvancılık Dergisi / 14 Aralık 2004