Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı tarafından hazırlanan ve Sosyal Güvenlik Sisteminde Reform öngören bir tasarı taslağını, 29 Temmuz 2004 tarihinde Sosyal Güvenlik Yüksek Danışma Kurulu’na sunarak değerlendirmeye açmıştır. Bu amaçla, 20-22 Eylül 2004 günleri arasında taraflarla bir çalışma toplantısı gerçekleştirilmiştir. Toplantıda, konuyla ilgili görüş ve düşünceler aktarılmış; bu kapsamda belirtilenler, yazılı […]
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı tarafından hazırlanan ve Sosyal Güvenlik Sisteminde Reform öngören bir tasarı taslağını, 29 Temmuz 2004 tarihinde Sosyal Güvenlik Yüksek Danışma Kurulu’na sunarak değerlendirmeye açmıştır.
Bu amaçla, 20-22 Eylül 2004 günleri arasında taraflarla bir çalışma toplantısı gerçekleştirilmiştir.
Toplantıda, konuyla ilgili görüş ve düşünceler aktarılmış; bu kapsamda belirtilenler, yazılı olarak da iletilmek üzere aşağıda belirtilmiştir:
SOSYAL GÜVENLİK REFORMUNUN ANLAMI
Reform önerisi, bir taslak metin biçiminde sunularak; toplumsal uzlaşma sağlandığında ortaklaşılacak bir çerçevede yasa taslaklarının hazırlanmasına başlanacağı, dolayısıyla somut bir model önerisinde bulunulmadığı belirtilmiştir. Ancak, tartışmaya sunulan metinde yer alan ve çalışmaya gerekçe olmak üzere yapılan makro ekonomik çözümlemeler, sosyal güvenlik sisteminin sorunlarına ilişkin saptamalar ve çözümle ilgili seçenekler, gerçekte bir model önerisine dayanmaktadır.
Kimi ekonomik göstergeler veri alınarak, uygulamaların süreceği ve sürekliliği varsayılarak, yapay olarak türetilen ya da ortadan kaldırmak için önlem alınmayan sorunların sosyal güvenlik sisteminin yanlış kurgulanmasından kaynaklandığı ileri sürülerek; bilinmezlik, belirsizlik ve çözümsüzlük üstüne kurulu bir model önerisi üzerinden tartışma yürütmek, üstelik bu modelde uzlaşmak için çaba harcanması istenmektedir.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, ülkemizdeki sosyal güvenlik sistemini, var olan kurumları ve uygulamayı ortadan kaldırarak, tümüyle değiştirmeyi, sosyal güvenlik hizmetlerinin kamu hizmeti olmaktan çıkarılmasını ve özelleştirilmesini, kamusal kaynakların piyasaların yararına sunulmasını, bu yolla işçilerin birikimlerine el koymayı hedefleyen bir model önermektedir.
Bu yaklaşım nedeniyle, Reform Önerisi Taslağı, reform iddiasında olan her yeni girişimde olduğu gibi; sosyal hakları tehdit etmektedir. Bu girişimin amacı, sosyal güvenlik sistemini tasfiye etmek ve sosyal güvenlik fonlarına el koymaktır. Modelin, büyük ölçüde 1994 yılından bu yana sosyal güvenlik kurumlarının yaşadığı sorunların, emeklilik parametreleri ile ilgili yeni düzenlemeler yapılarak çözülemeyeceğinden yola çıkılarak tasarlandığı belirtilmekte, bu kurumların içinde bulundukları sorunların, makro ekonomik dengelerin bozulmasına neden olduğu ifade edilmektedir.
Bu saptama yapılırken, 1980’li yıllardan başlayarak özellikle SSK fonlarının nasıl kullanıldığı, bu fonlarla hangi kesimlerin finanse edildiği, 1994’te gerçekleştirilen kaynak aktarımı sonucu ortaya çıkan zorunlu devlet katkısı, üst üste yaşanan krizlerle ücretlerde gerçekleşen gerileme, özelleştirmeler sonucu erken emeklilik uygulamaları, yaygınlaşan işsizlik, desteklenen kayıt dışılık gibi etkenler göz ardı edilerek öne sürülen temel gerekçeler, sosyal güvenlikle ilgili bir kavram kargaşası yaratmaktadır. Ancak, bu yaklaşımın bilinçli olarak izlendiği, gerçekte niyeti gizleme ve farklı yansıtma çabasına dayandığı önerilen model ve modelin dayandığı sistem birlikte değerlendirildiğinde açığa çıkmaktadır. Genel doğrulara dayalı olarak sürdürülen söylem, gerçek niyeti gizlemeye yeterli olmamaktadır.
SOSYAL HAKLAR VE SOSYAL DEVLET
Sosyal güvenlik ve sağlık hakkının da aralarında olduğu temel haklar, hiç kuşkusuz insanlık tarihinde önemli dönemeçleri tanımlayan gelişmişlik noktalarıdır. Ancak toplumsal olana vurgu yapan ve bu hakların sosyal boyutunu öne çıkaran dönem, bu gelişme sürecinde görece yakın tarihlerdir. Sosyal haklar, kapitalist sistemin belirli bir evresinde, emek gücünün yaşamsal gereksinimlerinin karşılanması ve kendini yeniden üretmesi için ortaya çıkmış, sosyalist sistemin etkisi ile kurumsallaşmış, işçi sınıfının mücadelesi ile genişlemiştir. Bu nedenle insanlık tarihi boyunca değil, ancak iki yüzyıllık bir geçmişten söz etmek olanaklıdır.
Sosyal haklardaki bu gelişme ve bu doğrultuda sürdürülen mücadeleler, devleti refahı yaygınlaştırmak için kurumsal yapılar oluşturmaya zorlamış ve sosyal devlet bu süreçte şekillenmiştir. 1970’li yıllardan başlayarak kapitalist istemde ortaya çıkan krizler, sosyal hakları hedef alarak aşılmaya çalışılmıştır. Doğru olan, sosyal güvenlik sistemlerinin bu tarihte krize girdiği iddiası değil, kapitalist sistemin birikim krizini, sosyal güvenlik başta olmak üzere emeğin kazanılmış haklarını ortadan kaldırarak aşma isteğidir.
Oysa, sosyal devlet, yalnızca kamu düzeninin sarsılması halinde topluma müdahale etmekle yetinen, onun dışındaki toplumsal olaylara gözlemci kalan, toplumsal yaşamın işleyişi içindeki düzenin kendiliğinden oluşacağını kabul eden bir devlet değildir. Sosyal devlet, topluma hizmet sunarak ve toplumu yönlendirerek, örgütlü bir toplumda ekonomik ve toplumsal düzene adil bir biçim vermekle ödevli bir devlettir. Bireylerin güçsüz duruma düşmelerini önlemek, insan onuruna yaraşır bir biçimde yaşamalarını sürdürmelerini sağlamak sosyal devletin temel görevlerinin başında yer almaktadır.
Sosyal devletin görevlerinden olan sosyal güvenlik de keyfilikten uzak, süreklilik özelliği olan, yurttaşların tümünü kapsayan, karlılık ölçütleriyle tanımlanamayacak kamusal hizmetlerdendir. Sosyal güvenlik, bireyin ve ailesinin, toplumun tüm kesimlerinin bugününün ve yarınının toplumsal risklere karşı korunmasıdır. Korunma, anayasasında sosyal devlet ilkesi yazan ülkelerde de yurttaşlar için temel anayasal haklardandır.
Sosyal devlet, uygulanan ekonomi politikaların sonuçlarına ilişkin koruma amaçlı politikalarla, çalışanların ve bu uygulamalardan etkilenen kesimlerin risklerini ortadan kaldırır. Sosyal güvenlik, bu doğrultudaki önlemleri kapsayan sosyal koruma sisteminin yalnızca bir boyutunu tanımlamaktadır. Sağlık ve sosyal yardım da bu alanın başka boyutlarıdır. Yani, sosyal koruma kavramı, içinde sosyal güvenlik, sağlık ve sosyal yardım yanında, çalışma yaşamı (bireysel ve toplu çalışma ilişkileri), eğitim, mesleğe yöneltme ve işlendirme (istihdam), sosyal ücretler ve yardımlar ve yoksulluğu ortadan kaldırmayı hedefleyen çeşitli uygulamaları tanımlamaktadır.
Bu nedenle, sosyal korumayı çarpıtmadan; evrensel ve tarihi gelişimi içinde kavramsal ve kurumsal bütünlüğünü göz ardı etmeden değerlendirmek, geçici ve eklektik çözüm arayışları ile ilgili politikalara indirgememek gereklidir.
YOKSULLUK
Reform girişime gerekçe olarak öne sürülen ve nedenlerine vurgu yapılan konulardan biri de yoksulluktur. Yoksulluk en yalın tanımıyla, asgari beslenme gereksinmesi ile barınma, sağlık ve eğitim gereksinimlerini karşılamak için yeterli araç ve olanakların yokluğu sonucu ortaya çıkan bir fiziksel yoksunluk durumudur. Yaşamını sürdürmek için gerekli geliri çalışarak elde etmek zorunda olan kesimler için işsiz kalmak ya da istihdam edilmemiş olmak, yoksulluk kısır döngüsünün başlangıç noktasıdır.
Yoksulluk, kapitalist sistem içinde, sistemin yarattığı bir olgudur. Kâr elde etmek üzere mal alıp satmak amacı ile üretim yapmaya kurgulanmış bir ekonomik sistemde; bu üretimi gerçekleştirecek emek gücünün fazlası bu sorunun kaynağıdır. Kapitalist sistemde, fazla üretim yapıldığında eldeki mal depolanabilirken, emek gücündeki fazlalık mal gibi düşük maliyetle depolanamamaktadır. Bu durum, sistem için sorun yaratmaktadır. Çünkü bu
fazlanın ve bu fazlaya bağımlı olan bireylerin, varlığını sürdürebilmesi, yaşaması ve kendini yeniden üretebilmesi için gereksinimlerinin karşılanması gerekmektedir. Bu kitlelerin bir yandan da piyasaların işlemesi için sunum yaratacak bir istemde bulunması yani, asgari de olsa tüketmesi gerekmektedir.
Ülkemizde uygulanan yeni liberal ekonomi politikalar, kapitalist sistemin bu yapısal sorununu derinleştirmiş, yaygınlaştırmış, süreğenleştirmiştir. Bugün ülkemizde mutlak ya da göreli biçimiyle nüfusumuzun üçte birini kapsayacak kadar artan yoksulluk, doğrudan doğruya işsizlik üreten ve iş yaratamayan/yaratmayan bu sistemin bir çıktısıdır, uygulanan ekonomi politikaların ürünüdür. Üstelik kırsal alandaki çözülme ile kentlere akan ve kayıt dışı sektörü ve işsiz kitleleri büyütecek olan niteliksiz işgücü, yoksulluğun daha da yaygınlaşacağını göstermektedir.
Öte yandan, yaygın ücret olan asgari ücret, açlık sınırında bir geliri tanımlamaktadır. Yoksulluk sınırı olarak belirlenen ücret, asgari ücretin birkaç katıdır. Kayıt dışı sektörde asgari ücretin altındaki ücretler geçerlidir. Kadın ve çocukların sefalet ücreti ile çalıştığı ülkemizde, çalışanlar da yoksuldur. Çalışanların yoksulluğu ücretler üzerindeki baskılar, örgütsüzlük, toplu sözleşme hakkından yararlanamama, çalışmada geçen sürelerin giderek kısalması gibi nedenlerle yaygınlaşmaktadır. Tablo 1’de çeşitli ülkelerdeki asgari ücretler karşılaştırılmaktadır.
Tablo 1: Bazı Avrupa Ülkelerinde Asgari Ücretler (2004, Euro)
Lüksemburg 1.403; İspanya 537; Hollanda 1.265; Portekiz 498; Belçika 1.186; Türkiye 240; Fransa 1.173; Macaristan 189; İngiltere 1.083; Polonya 177; İrlanda 1.073; Romanya 69; ABD 727; Bulgaristan 61; Yunanistan 605.
Yoksulluk bir paylaşım sorunudur. Üretilen değer hakça paylaşılmamaktadır. Yoksulluğun kaynağı gelir dağılımındaki adaletsizliktir. Yoksulluk vergi adaletsizliğidir. Yoksulluk, bu ekonomi politikalar sürdükçe derinleşecek bir olgudur. Ancak, bu politikaların sürüp gitmesi mutlak değildir. Yani, yoksulluk üreten ekonomi politikalar bu ülke insanlarının kaderi olmamalıdır.
Yoksulluk üretmeyen, yoksul yaratmayan ekonomi politikalar izlenerek, yoksulluk ortadan kaldırılmalıdır. Sosyal yardımlarla, kaynağı belirsiz sigortacılık teknikleriyle, bilinmezlik, belirsizlik ve öngörüsüzlükle tasarlanmış sistem önerileriyle, yoksulluk azaltılamaz, ortadan kaldırılamaz. Bu söylemlerle insanlar beklentileri yükseltilerek, ancak oyalanabilir. Yoksulluk yönetiminden başka bir anlamı olmayan bu yaklaşım kitleleri aldatmaktır. Yoksulların varlığını kanıksamak, sürekli kılmak ve yoksulluğu kadere dönüştürmektir.
SOSYAL GÜVENLİK KURUMLARININ AÇIKLARI VE YOKSULLUK
Reform önerisinde, reform yapılacak olan alan olan sosyal güvenlik sistemi ile yoksulluk sorununun çözümü bir karşıtlık temelinde gerekçelendirilmektedir.
Sosyal güvenlik kurumlarına bütçeden ayrılan kaynağın yoksulluğun nedeni olduğu gibi yanlış bir kabulden yola çıkılarak; sosyal güvenlik kurumları (sosyal sigortalar: SSK, Emekli Sandığı, Bağ-Kur) ile sosyal yardım sistemi, dolayısıyla bu sistem içinde olanlar karşı karşıya getirilmektedir. Toplumun yoksul kesimlerine sosyal yardım olarak gitmesi gereken mali kaynağın sosyal güvenlik kurumlarının açığının kapatılmasında kullanıldığı iddia edilerek; bu açık kapatılırsa, yani sosyal güvenliğe hiçbir kaynak aktarılmazsa bu tutarın sosyal yardımlarda kullanılacağı, bunun da yoksulluğu hafifletebileceği söylenmektedir.
Bu iddia ile güvencesiz çalışanlar ve işsizlerle, sosyal güvenlik kapsamında olan çalışanların birbirinin karşıtı olduğu yanılsaması yaratılmaktadır. Toplumun yoksul kesimlerine, iş, istihdam, insanca yaşamaya yeterli bir gelir elde etme olanağı sağlamak yerine; yoksulluklarının nedeninin; sosyal güvenlik kuruluşları kapsamında olan talihliler olduğu ve devletçe sağlanan olanakların bu şanslı kesim için kullanılmasından kaynaklandığı söylenmektedir. Böylece, yeni kaynak yaratmadan sosyal harcamaların artırılması yönündeki toplumsal baskılara karşı, çalışanların etkin olabildiği sosyal güvenlik sistemi parçalanarak, eldeki kaynak daha geniş bir havuzda dağıtılmak istenmektedir.
Bu yaklaşım, yanlış ve eksiktir. Çünkü sosyal güvenlik sistemlerinde, çalışanlar öznedir. Etkin yurttaşlar olarak, hak ve yetki sahibidirler. Sosyal yardım sisteminde ise hak yerine, yardım ve ianeden söz edilebilir. Yurttaşlık hakkı temelinde kurgulanmayan bir yardım sistemi kolaylıkla, onur kırıcı bir bağışlamaya ve siyasal bir araca dönüşebilir.
Bu karşıtlığın bir başka sonucu da, eşitlik ilkesine aykırılık olarak ortaya çıkmaktadır. Devlet, yoksulların sorunlarına çözüm üretirken, bir yandan tefeci ve rantiyeden vergi almaktan kaçındığı için katma değer üretenlerden sağladığı kaynağı bu kesime aktarmakta; ama üreten ve istihdam edilmiş olan kesime de sosyal güvenlik katkısı (sistematik katkı) yapmamaktadır. Vergilendirilmeyerek gözetilen kesim ise el koyduğu gelir ve yarattığı adaletsizlikle zaten bu eşitsizliğin nedenini oluşturmaktadır.
Anayasasında hala sosyal devlet ilkesinin yer aldığı bir ülkede, sosyal güvenliğin finansmanına ulusal bütçeden katkı sağlanması kaçınılmazdır. Bu nedenle sosyal güvenlik sisteminin finansmanına bütçe katkısı açık kavramıyla nitelenemez. Sosyal güvenliğin finansmanında devlet katkısına açığın kapatılması olarak yaklaşmak sosyal devlet anlayışıyla bağdaşamaz.
Taslak metinde, sosyal güvenlik kurumlarının finansman açığının ekonomi üzerindeki olumsuz etkileri sıralanırken, 1994-2003 dönemindeki açığın hazine iç borçlanma faiz oranları dikkate alınarak hesaplanan 2003 yılı güncel değerinin 345 katrilyon olduğu, on yıllık transferlerin toplamı olan bu tutarın neredeyse 2003 yılında yaratılan toplam ulusal gelire eşit olduğu belirtilmektedir.
Aynı yöntemle yaptığımız hesaplamalar sonucu, 1990-2003 yılları arasında sosyal güvenlik kurumlarına yapılan transferlerin hazine faiziyle güncellenmiş değeri 404 katrilyon, Bakanlık taslağında gözden kaçırılan bir başka kalem olan faiz ödemelerine yapılan transferlerin güncellenmiş değeri ise 2351 katrilyondur. Yani faiz ödemeleri için ayrılan kaynak, 2003 yılı ulusal gelirinin yedi katıdır. Bakanlıkça yapılan hesaplamanın mantığına uygun bir başka anlatımla, sosyal güvenliğe bütçeden 1 birim aktarılırken, tefeci ve rantiyeye 7 birim aktarılmıştır. (Tablo 2)
Tablo 2: Faiz Ödemelerinin ve Sosyal Güvenlik Transferlerinin Güncellenmiş Değerleri
1990-2003 Yılları Arasında Bütçeden SSK, BAĞ-KUR ve Emekli Sandığı’na Yapılan Transferlerin Hazine Faiziyle Güncellenmiş Değeri 404 Katrilyon
1990-2003 Yılları Arasında Bütçeden Faiz Ödemelerine Yapılan Transferlerin Hazine Faiziyle Güncellenmiş Değeri 2.351 Katrilyon
2003 Yılı GSMH 357 Katrilyon
2003 yılı bütçe rakamlarına göre, bütçenin yüzde 41,7’si faiz ödemelerine, yüzde 11,3’ü ise sosyal güvenlik harcamalarına ayrılmaktadır. Yatırımlar için ayrılan pay ise sadece yüzde 5’tir. (Tablo 3)
Tablo 3 : Yıllara Göre Bütçenin Dağılımı
(Milyar TL) 1999 / 2000 / 2001 / 2002 / 2003
Cari 32,7 / 29,1 / 25,4 / 26,9 / 27,4
Yatırım 5,5 / 5,3 / 5,1 / 6,0 / 5,1
Faiz Ödemeleri 38,2 / 43,8 / 51,0 / 44,8 / 41,7
Sosyal Güvenlik 9,8 / 7,1 / 6,3 / 9,7 / 11,3
Diğer T
ransferler 13,9 / 14,7 / 12,2 / 12,6 / 14,4
Ekonomik istikrarsızlığın nedeni, ileri sürüldüğü gibi sosyal güvenlik sisteminin kendisi değil, iş yaratma hedefi olmayan ve toplumun çoğunluğu için yapılan sosyal güvenlik harcamalarını yük olarak gören, toplumun küçük bir azınlığına kaynak aktarımını amaçlayan ekonomik sistem ve bunu sürdürmeyi amaçlayan siyasi tercihler ve politikalardır. Tablo 4’te çeşitli ülkelerde sosyal güvenlik harcamalarının milli gelire oranı gösterilmektedir. Burada Türkiye’de sosyal güvenlik harcamalarının düşük oranı göze çarpmaktadır.
Tablo 4: Sosyal Güvenlik Harcamalarının GSYİH’ye Oranları
İsveç 31,3; Fransa 30,0; Almanya 29,8; Danimarka 29,5 İsviçre 28,9; Avusturya 28,4; Hollanda 27,6; Belçika 27,5; Yunanistan 27,2; İngiltere 27,2; Finlandiya 25 ,8; İtalya 25,6; Slovenya 25,6; Norveç 25,6; Portekiz 23,9; İspanya 20,1; İzlanda 20,1; Macaristan 19,9; Slovakya 19,1; İrlanda 14,6; Türkiye 11,2; AB-15 27,5
Kaynak: Eurostat ve ÇSGB
Yoksulluk üreten politikaların uygulandığı koşullarda, yoksulluğun ve yoksulların çoğalması kaçınılmazdır. Yoksulluğu ortadan kaldıramadan, yoksulların durumuna çözüm vaat etmek, yoksulları ve yoksulluğu yönetmektir. Yoksulluk yönetiminin anlamı da sürdürülebilir yoksulluk kavramına denk düşmektedir. Bu model önerisini kabul etmek, kitlelerin aldatılmasına aracılık etmek mümkün değildir.
REFORM TASLAĞI İLE ÖNERİLEN MODEL
Sosyal Güvenlik Reformu taslağı ile, ülkemiz gerçeklerine yabancı, ancak bazı yabancılar için çok tanıdık olan bir model önerilmektedir. Bir yandan da sürdürülen uygulamalarla, bu model yaşama geçirilmektedir. Hedef, sosyal güvenlik sisteminin içinde barındırdığı fonlar ve piyasalar için kârlılık alanı olarak belirlenen alanlardır. Bu nedenle, SSK odaklı bir programla, sosyal güvenlik sistemi, piyasa kurallarının geçerli olduğu yeni bir sisteme dönüştürülmektedir.
Bugüne dek bu amaçla sürdürülen bir dizi bilinçli girişimle, SSK’nın kurum olarak kamuoyunda güvenilirliği ortadan kaldırılmış, nitelikli hizmet sunma potansiyeli yok edilmiş, kurumun yönetimi, işleyişi ve çalışma koşulları farklılaştırılmış, nüfusun yarısına hizmet ve güvence sağlayan ve tek başına bir sosyal güvenlik kurumu olarak işlev gören yapı işleyemez hale getirilmiştir.
Son uygulamalarla, SSK’nın kaynakları doğrudan özel sağlık işletmelerine aktarılarak, sondan bir önceki darbenin koşulları yaratılmıştır. Dünya Bankası tarafından önerilen tüm yapısal dönüşüm programlarının sistematiğine uygun olarak gerçekleşen bu uygulamanın bugün gelinen aşaması, bu reform taslağı ile gerçekleştirilecek kurumsal yapıya, hukuksal dayanak ve toplumsal destek oluşturma girişimidir.
Dünya Bankası, sağlık ile ilgili politika önerilerinde, öncelikle sağlık harcamalarına ulusal ekonomiden daha fazla kaynak aktarılmasını önermektedir. Bu önerinin dayanağı daha çok insana daha iyi sağlık hizmeti verilmesi değil, sağlığın piyasalaşması için daha çok kaynak gerektiğidir. Dünya Bankası dilinde koruyucu sağlık hizmetlerinin adı talep sıkıntısı çekilmeyen tedavi hizmetleri dalıdır. Bu alandaki harcamalar kişisel kaynaklardan istikrarsız ödemelerle değil, sağlık sigortası fonları ile yapılmalıdır. Dolayısıyla nüfusun tümünü kapsayan bir sigorta sistemine gereksinim vardır. Prim ödeme gücü olanlar, bu sisteme kendi ödeyecekleri primlerle katılacaklardır. Prim ödeme gücü olmayanların primleri ise devlet tarafından karşılanmalıdır. Devlet bütçesinden tedavi hizmetlerine kaynak aktarılmasına son verilmelidir. Bütçe koruyucu ( asgari) sağlık harcamaları için kullanılmalıdır. Yani, prim ödeme gücü olmayanlar için devletin yapacağı katkılar bazı paketlerle sınırlı olacaktır. Tedavi hizmeti veren kurumlar, sigorta fonlarının hizmet satın aldığı kurumlar haline dönüştürülmelidir. Bu amaçla, bu kurumlarda reorganizasyona gidilmelidir. Hizmet veren ve finanse eden kurumlar birbirinden ayrılmalıdır. Bu kurumlar arasındaki ilişki piyasa aracılığı ile kurulmalıdır. Hizmet kalitesi için özel hastaneler teşvik edilmelidir; ancak asıl olarak kamu hastanelerinin sigorta fonlarına hizmet satacak işletmelere (Reform tanıtımında bu ifade hastanelerin fatura verir hale gelmeleri olarak tanımlanmaktadır) dönüştürülmesidir. Dünya Bankası, hastaneler dışındaki tedavi hizmet talebinin geliştiği alanlara devlet bütçesi kaynaklarının aktarılmasının kesilmesini, bu hizmetlerin özel muayenehaneler ve polikliniklere (aile hekimliği) verilmesini ve finansmanının sigorta fonlarınca yapılmasının hedeflenmesini önermektedir.
Geçtiğimiz yıllarda benzer başka girişimlerde olduğu gibi bu taslak, bir reform gerektiği savı ile yola çıkmakta ve ekonomik istikrarsızlığın nedeni olarak öne sürdüğü sosyal güvenlik sisteminin finansmanın yarattığı yoksulluğu ortadan kaldırmayı hedeflemektedir. Reforma gerekçe yaratmada bu denli zorlanmanın ve uygun olmayan bir neden-sonuç ilişkisine dayandırmanın nedeni; reformun yukarıdaki Dünya Bankası önerilerine/ buyruklarına dayandığı ve önerilen modelin kaynağının Dünya Bankası olduğu gerçeğini gizleme isteğidir.
Önerilen sistem bir özgünlük taşımamakta ve bir yenilik içermemektedir. Öncelikle uzun ve kısa vadeli sigorta kollarının ayrıştırılması (SSK için bu uygulamaya dönüşmüştür), bir genel sağlık sigortası kurulması, SSK, Emekli Sandığı, Bağ-Kur ve özel sandıkları kapsayacak biçimde sosyal sigorta kurumlarının, norm ve standart birliği de sağlanarak tek çatı altında birleştirilmesi; sosyal yardımların merkezi bir organizasyon tarafından gerçekleştirilmesi ve tüm bu hizmetleri yerine getirecek yeni bir kurumsal yapılanma, bu alandaki reform girişimlerinin olmazsa olmazları olarak sürekli gündeme getirilmiştir.
Geçmişte olduğu gibi, bu kez de yapılmak istenen bu değişikliklerin ortak ve tek özelliği sosyal sigorta fonlarına el konulması ve sosyal güvenliğin kamusal bir hizmet olmaktan çıkarılmasıdır. Bu el koyma işlemiyle, uzun vadeli bir sigorta biçimi olan emeklilik fonları sermaye birikiminin ihtiyaçlarına, iç borçlanma, hisse senedi piyasasının canlandırılmasına uyarlanabilir duruma getirilmektedir. Prime dayalı sağlık hizmetleri yani genel sağlık sigortası yoluyla ise, sağlık hizmetlerinin maliyetlerinin hizmeti kullananlardan sağlanması ve sağlık tesislerinin özelleştirilmesi yöntemi yerleştirilmektedir.
Bunun sonucu olarak, sosyal güvenlik sisteminin tasfiyesi ile birlikte doğrudan ve dolaylı vergileme yöntemiyle iki fon oluşturulacak; sosyal güvenlik ve sağlık temel haklar olmaktan çıkarılarak, sadakaya dönüştürülecektir. Bu girişimin anlamı, insanlık tarihinin kaydettiği gelişme aşamasını ve emekçilerin mücadele ederek elde ettiği kazanımları reddetmek, hakların kullanımına dayalı çağdaş kurumsal çözümleri tasfiye ederek, yüzyıllar öncesinin yoksulluk yönetimine geri dönmek, arkaik Yoksullar Yasası’na yönelmektir. Devletin temel sosyal yükümlülüklerini terk ederek, yoksulluk yönetimine yönelmesi istenmektedir.
GENEL SAĞLIK SİGORTASI
Genel Sağlık Sigortasının, toplumun, sosyal güvenlik kurumları kapsamında olmayan, dolayısıyla devletin açık kapatmak amacıyla yaptığı katkılardan yararlanamayan ve sayıları da 4- 20 milyon gibi bir yakınlıkla tahmin edilen yoksullarına sağlık hizmeti sağlamak amacıyla kurulacağı belirtilerek, reform girişimine meşruiyet kazandırmak ve destek sağlamak istenmektedir.
Gerçekte, Genel Sağlık Sigortası, Dünya Bankası’nı
n da önerdiği gibi sağlığın piyasalaştırılmasında gerekli olan araçlardan biridir. Bu nedenle, Genel Sağlık Sigortası, Sağlık Bakanlığı tarafından yürütülen Sağlıkta Dönüşüm Projesi ile bağlantılı olarak tasarlanmakta ve uygulanmakta olan bu projenin finansal ayağını oluşturmak istenmektedir. Başka bir deyişle, sağlık işletmelerine dönüştürülen devlet hastaneleri aracılıyla bütünüyle ticarileşen ve dönüştürülen sağlık sisteminin finansmanı, Genel Sağlık Sigortası ile karşılanacaktır. Genel Sağlık Sigortasının Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı üzerinden yürütülmesinin temel nedeni ise SSK hastanelerinin bu sisteme eklenmek üzere tasfiye edilmesi ya da mülkiyet değiştirmesi gereğidir.
Genel Sağlık Sigortası bir sağlık finansmanı aracıdır. Bu işleyişin gerçekleşmesi, sağlık sigortası sisteminin seçilmesi durumunda, devlet sağlık hizmeti sağlamaktan çekilecek ve primli bir sistem yürürlüğe girecektir. Bu seçimin anlamı, sağlığın bir hak olmaktan çıkması, toplumsal boyutunun ortadan kalkarak kişiselleşmiş ve özelleşmiş nitelik kazanması ve sağlık hizmetlerinin prim karşılığı satın alınır hale gelmesi demektir. Tablo 5’te sağlık harcamalarına ilişkin karşılaştırmalar sunulmaktadır.
Tablo 5: Bazı Avrupa Ülkelerinde Sağlık Harcamaları
Ülkeler (2001) / Sağlık Harcamalarının GSMH’a Oranı / Kamu Sağlık Harcamalarının Bütçeye Oranı Kişi Başına Sağlık Harcaması ($]
Norveç / 8,0 / 15,2 / 2497
İzlanda / 9,2 / 17,5 / 2192
Almanya / 10,8 / 16,6 / 2113
Danimarka / 8,4 / 12,8 / 2063
Fransa / 9,6 / 13,7 / 1951
İsveç 8,7 13,0 1935
İsviçre / 11,0 / 13,2 / 1897
Belçika / 8,9 / 13,0 / 1778
İtalya / 8,4 / 13,0 / 1660
Hollanda / 8,9 / 12,2 / 1654
İngiltere / 7,6 / 15,4 / 1634
Avusturya / 8,0 / 10,7 / 1566
İrlanda / 6,5 / 14,0 / 1470
Finlandiya / 7,0 / 10,7 / 1395
İsrail / 8,7 / 11,5 / 1272
İspanya / 7,5 / 13,6 / 1148
Portekiz / 9,2 / 13,7 / 1116
Çek Cum. / 7,4 / 14,1 / 1031
Yunanistan / 9,4 / 11,2 / 852
Macaristan / 6,8 / 11,5 / 686
Slovakya / 5,7 / 8,9 / 608
Hırvatistan / 9,0 / 12,8 / 593
Polanya / 6,1 / 10,9 / 452
Estonya / 5,5 / 12,1 / 438
Romanya / 6,5 / 15,9 /365
Litvanya / 6,4 / 9,1 / 337
Rusya / 5,4 / 10,7 / 310
Bulgaristan / 4,8 / 9,3 / 248
Türkiye / 5,0 / 9,1 / 209
Ukrayna / 4,3 / 7,6 / 120
Öte yandan Reform önerisi, aile hekimliği, hasta sevk zinciri oluşturma ve bunun için model önerme gibi, sağlık sistemini ve sağlık politikalarını belirleme ve yönlendirme eğilimi taşıyan düzenlemeler de içermektedir. Ülke sağlığını planlamak, sağlık politikalarını belirlemek, tanı ve tedavi kurumlarını geliştirmek, teknoloji ile donanmış sağlık kurumları oluşturmak, Genel Sağlık Sigortası gibi bir finansman kurumunun görevi değildir ve olamaz. Ulusal sağlık politikası bir devlet politikası olmak zorundadır. Bu açıdan genel sağlık sigortasına işlevi dışında görev yüklemek yanıltıcıdır. Üstelik, sağlık hizmetlerinin sosyalizasyonu ile ilgili bir yasanın yürürlükte olduğu gerçeği, bu alandaki model arayışlarını ortadan kaldırmalıdır.
Sağlığın kamusal bir hak olduğu, devletçe sağlanması ve kamu hizmeti yoluyla düzenlenmesi gerektiği, yani ticari meta konumuna indirgenmemesi anlayışı benimsenmelidir. Oysa taslak metinde önerilen düzenlemelerin arka planında sağlık hizmetlerinin metalaştırılması anlayışı yatmaktadır. Önerilen sisteme bir bütün olarak bakıldığında sağlığın bir hak ve kamusal görev olmaktan çıkarıldığı görülmektedir. Kurulmaya çalışılan sistem ile sağlık piyasalaştırılmakta, sağlık hizmetleri piyasada oluşacak fiyatlara endekslenmektedir. Prim ödemesini zamanında yapmayanların sağlık sigortasının sağladığı haklardan yararlandırılmaması sosyal sigorta anlayışı ile bağdaşmayacak özel sigortacılık anlayışının bir sonucudur. Katkı payı adı altında, bugünkü uygulamanın da ötesinde, paralı sağlık uygulaması yaygınlaştırılmaktadır.
Sigortalının hekim ve sağlık kuruluşunu seçme özgürlüğü adı altında, kamusal sağlık hizmetlerinin önü kapanmakta, ticarileşme ve piyasalaşma desteklenmektedir. Sağlık hizmetleri, aile hekimliği ile başlayan bir basamaklandırma işlemiyle, temel teminat paketine indirgenmektedir. Bu paketin içeriğinin dar tutulması ve yönetmeliklerle belirlenmek yoluyla değişikliğe açık tutulması sistemin doğası gereğidir. Böylelikle temel teminat dışındaki sağlık hizmetlerinin çeşitlendirilerek fiyatlandırılması, her aşama için doğrudan katkı payı alınması, giderek özel sağlık sigortası aracılığıyla tümüyle paralı hale gelmesinin yolu açılmaktadır.
Bu, sağlıkta kamusal sorumluluğun silikleşmesi, sağlığın temel bir hak olmaktan çıkarılması ve özel sigortacılığın, kamu hizmetinin yerine geçmesi anlamına gelmektedir. Sağlık hizmeti üreten kurumların işletmeye dönüştürülmesi, kamunun sağlık hizmetinden çekilmesi, kamuya ait tüm sağlık tesislerinin piyasa kurallarına göre çalışması, bu noktaya dek gidebilecek girişimler için ilk adım niteliği taşımaktadır.
İşletmeye dönüşen sağlık kurumlarında hizmetlerin taşeronlaştırılması gündemdedir. Çalışanların sözleşmeli personel olarak istihdamına olanak tanınması güvencesiz istihdamı getirecektir. Sağlık gibi, doğrudan insan etkileşimi ile gerçekleşen bir hizmetin, sürekliliğini tehdit eden bu çalışma koşullarının yaygınlaşması, hizmet kalitesini düşürecek bir uygulamanın önünü açacaktır.
Genel Sağlık Sigortası, devletin prim ödeme gücünden yoksun olanların primlerini ödeyeceği, prim ödeme gücü olanlar, dolayısıyla çalışanlar için herhangi bir katkı yapmayacağı esası ile kurgulanmaktadır. Oysa asıl olan, devletin tüm yurttaşların için eşitlik gözeterek davranmasıdır. Devlet, sağlık hizmetlerini tüm yurttaşları için erişilebilir kılmak ve sağlık hakkından yararlanmada tüm yurttaşlarına eşit davranmakla yükümlüdür.
EMEKLİLİK
Sosyal Güvenlik Sisteminde reform öngören son değişiklik 1999 yılında 4447 sayılı Yasa ile gerçekleştirilmiştir. Emeklilik yaşı ve prim ödeme gün sayısı, çalışma süresi gibi koşullar değiştirilerek, sistemin finansman açığının kapatılacağı savı ile, oluşan toplumsal tepkiye karşın bir yasal düzenleme gerçekleştirilmiştir.
Böylesine büyük bir sav ile yola çıkılmasına karşın, bu Yasa ile beklenen sonuç alınamamış, Yasada 2003 ve 2004 yıllarında iki kez değişiklik yapılmıştır. Bu durumda, reform yasasının gerekçesini oluşturan ve sosyal güvenlik kuruluşlarının finansman dengelerinin 2010 yılından itibaren düzeleceğini ileri süren IMF ve DB hesaplamalarının yanlış olduğu anlaşılmaktadır. Bu hesaplamalarda bir yanlışlık söz konusu değilse; ya reform tanımında bir yanlışlık vardır ya da gerçekler gizlenerek halk yanıltılmıştır.
Açık olan gerçek, 1999 yılında yapılan düzenleme ile başarı sağlanamadığıdır. Bu kez önerilen reform için Taslakta, 1999’da yapılan reform sonrası 2000 yılı için dengelerin sağlandığı, yerinde bir saptama ile 2001’de genel ücret seviyesindeki gerileme ile prim gelirlerinin düştüğü belirtilmektedir. Bu açık gerçek, tek başına durumu açıklamaya yeterlidir. Aktif-pasif sigortalı olma oranının düşüklüğü, kayıt dışı istihdamın yüksekliği, prim tahsilat oranının ve prime esas kazanç sınırlarının düşüklüğü ve fon gelirlerinin yetersizliği