Uzun bir süredir, Türkiye, AB yolunun nereden geçtiğini tartışıyor. Bu yol, kimine göre, ”Kopenhag kriterleri” nden, kimine göre, Kıbrıs’tan, kimine göre Diyarbakır’dan geçiyor. Hükümet yetkilileri, medyanın etkili kalemlerinin büyük çoğunluğu, Ceza Kanunu ve benzer yasaların çıkarılmasından sonra ”yolumuzun açık olduğunu” öne sürüyor. Ancak çok az insan, Türkiye’nin rotası üzerinde koca bir buzdağının yattığının farkında. O […]
Uzun bir süredir, Türkiye, AB yolunun nereden geçtiğini tartışıyor. Bu yol, kimine göre, ”Kopenhag kriterleri” nden, kimine göre, Kıbrıs’tan, kimine göre Diyarbakır’dan geçiyor.
Hükümet yetkilileri, medyanın etkili kalemlerinin büyük çoğunluğu, Ceza Kanunu ve benzer yasaların çıkarılmasından sonra ”yolumuzun açık olduğunu” öne sürüyor.
Ancak çok az insan, Türkiye’nin rotası üzerinde koca bir buzdağının yattığının farkında.
O buzdağının adı tarım …
Ve Türkiye ”tarım kriterleri” ni yerine getiremezse, hiçbir yol Roma’ya çıkmayacak!
* * *
Geçtiğimiz günlerde, AB Komisyonu’nun Türkiye ile müzakerelere başlanmasını tavsiye edeceğinin açıklanmasının ardından ortalığa bir şenlik havası hakim olmuşken, Tarım ve Köyişleri Bakanı, pek çok gazetede hiç yer bulamayan bir açıklama yaptı.
Açıklamanın özü şuydu:
”AB’ye üyelik sürecinde, çiftçi nüfusunu on-on beş senede yaklaşık yarıya indirmemiz isteniyor. Üstelik, bu süreçte korumacı önlemleri kaldırmamız gerekecek ve bu önlemlerden çiftçinin yüzde 90’ı olumsuz etkilenecek. Tarıma, ne yeterli destek verebiliyoruz, ne de yeterli kaynak ayırabiliyoruz. Bu durumda, AB, bize kaynak aktarmalı ve serbest ticaret konusunda taviz vermeli. Bu nedenle, müzakere sürecini kısa tutmak bizim yararımıza değil,”
* * *
Tarım Bakanı’nın sözleri, Türkiye’nin AB üyeliği gerekçesiyle nasıl bir kıskaca alındığının işaretlerini veriyor.
AB, Türkiye’nin bir çok alanda olduğu gibi, tarım alanında da Topluluğa ”uyum sağlamasını” istiyor.
Ancak, uyumun yolunun, modernleşmeden, yani bu sektöre kaynak aktararak işletmelerin çapını büyütmekten, teknolojik düzeylerini geliştirmekten, rekabet güçlerini artırmaktan geçtiğini görmek istemiyor.
Oysa, böyle olduğu içindir ki, geçmişte, her yeni genişleme dalgası öncesinde, AB, katılımcı ülkelere tarımsal yapılarını dönüştürmeleri için önemli ek kaynaklar aktarmıştı.
* * *
AB yetkilileri, Türkiye’ye 2014 yılına kadar tarımsal yardım yapılmasının mümkün olmayacağını, bu tarihten sonra ise zaten sübvansiyonların kaldırılacağını söylüyor ve Türkiye’ye ”Başının çaresine bak” mesajı veriyor.
Bununla da yetinilmiyor, Türkiye’ye sözde uyum sağlamak adına, ”IMF eliyle” ”Tarım Reformu” adı altında bir program dayatılıyor.
Bu programın tek bir temeli var:
Tarıma bugüne kadar aktarılan ve zaten yetersiz olan kaynağın da kesilmesi…
* * *
Nitekim, 1999-2002 yılları arasında bu programın uygulanması sonucu tarım kesimine aktarılan sübvansiyonlarda 5.5 milyar dolarlık kesinti yapıldı. Tarıma aktarılan kaynak 4.3 milyar dolarlık azaltıldı.
Sonuç: Tarımsal üretimdeki yüzde 4’lük düşüş ve tarımsal gelirdeki yüzde 16’lık kayıp…
* * *
AB’nin, tarım sektörünü çöküşe sürükleyen tavrı, geçtiğimiz günlerde hayvan ve hayvancılık ürünleri gibi çok önemli bir sektörde bir kez daha kendini gösterdi.
Bilindiği gibi, Türkiye’de hayvancılık, 1980’li yılların ikinci yarısında gümrük duvarlarının indirilmesiyle onulmaz bir yara almıştı. Ardından 2001 krizi, kredi alarak toparlanmaya çalışan besicilik işletmelerini iflasa sürükleyerek, hayvancılığa son darbeyi vurmuştu.
Son bir-iki yıldır, Türkiye, hayvancılığa verdiği desteği artırarak, ”uyum sürecine” hazırlanmaya çalışıyordu.
İşte tam bu süreçte, AB, Türkiye’yi, Birlik üyesi ülkelerden düşük gümrük vergisi ve muafiyet yoluyla et ithaline zorladı. Bu konudaki karar, geçtiğimiz günlerde Resmi Gazete’de yayınlandı.
* * *
Türkiye’de ”AB şampiyonluğu” yapan bir kesim, yıllardan beri tarım sektörünün ve çiftçilerin çıkarlarını savunan herkesi düşman ilan ediyor.
Bu insanlar, samimi değiller.
Çünkü, gerçekten samimi olsalardı, geçmişte Yunanistan, İspanya, Polonya söz konusu olduğunda uygulanan politikaların Türkiye’nin üyelik sürecinde de uygulanmasını isterlerdi.
Yani, tarıma kaynak aktarılarak, işletmelerin modernleştirilmesini, teknolojik düzeyin yükseltilmesini, üretici birliklerinin kooperatif işletmelerinin güçlendirilmesini ve bu işletmelerin tarım kesiminden kaydırılacak nüfusa istihdam olanağı yaratması için tarımsal sanayi işletmeleri kurmalarını talep ederlerdi.
Oysa tüm yaptıkları, besin miktarı her gün biraz daha azaltılan, toprağına gübre, traktörüne mazot atamaz hale getirilen, güçsüz, zayıf düşürülmüş Türk çiftçisine, Avrupa’nın dopingli çiftçilerini göstererek, ”Bir türlü onlar gibi olamıyorsun, senin yediğin içtiğin haram!” , demekten ibaret.
* * *
İşin acı tarafı, aynı tavrı AB yetkilileri de sergiliyor:
Bir yandan kaynaklarımızı kurutur, gümrüklerimizi açmaya zorlar ve tarım sektörünü yıkıma sürüklerken, diğer yandan ”Çabuk bize yetiş, yoksa üyelik hayal!” diyor.
* * *
Görünen o ki, böyle giderse, bu politikalar tek bir mantıki sonuç verecek:
Dimyat’a pirince giderken, evdeki bulgurdan da olacağız!
İbrahim Yetkin/Türkiye Ziraatçılar Derneği Genel Başkanı
Kaynak: Cumhuriyet Tarım ve Hayvancılık Dergisi Aralık-2004