Giriş 1. Sermayenin egemenliğindeki artış, işçi sınıfının kölelik koşullarını ağırlaştırır. İşçi sınıfı üretim ve geçim araçlarının mülkiyetinden yoksun olduğu için işçiler, tek tek kapitalistlere değil, bir bütün olarak kapitalist sınıfa iktisadi olarak bağımlıdır. İşçi sınıfının üyeleri; çalışma ihtiyacında olan, farklı statülerde çalışan ve emek gücünden başka satacak bir şeyi olmayan ücretli kölelerdir. Bu iktisadi bağımlılık, […]
Giriş
1. Sermayenin egemenliğindeki artış, işçi sınıfının kölelik koşullarını ağırlaştırır. İşçi sınıfı üretim ve geçim araçlarının mülkiyetinden yoksun olduğu için işçiler, tek tek kapitalistlere değil, bir bütün olarak kapitalist sınıfa iktisadi olarak bağımlıdır. İşçi sınıfının üyeleri; çalışma ihtiyacında olan, farklı statülerde çalışan ve emek gücünden başka satacak bir şeyi olmayan ücretli kölelerdir. Bu iktisadi bağımlılık, işçilerin yoksulluğunun, siyasal bağımlılığının, ahlaki ve manevi çürümesinin, gelecek güvensizliğinin nedeni ve sermayedar sınıfın iktidarının temelidir. İşçi sınıfı sermayenin egemenliğini ortadan kaldırmadan kurtuluşunu gerçekleştiremez ve tüm işçi hareketlerinin kendilerini bağlı kılmaları gereken amaç budur.
2. Sermaye kendini var edebilmek ve büyüyebilmek için sürekli bir biçimde proleter (mülksüz emekçiler) ücetmek ve bunların konumlarını kalıcılaştırmak zorundadır. İşçilerin karşılığı ödenmemiş emeğine el koymak ve bunu kara dönüştürmek, kapitalist üretimin temel amacıdır. Bu amacını gerçekleştirmek için sermaye daha fazla işçiyi sömürmek ve daha fazla mal üretmek zorundadır. Ancak bu hedef kapitalist üretimin kaçınılmaz bir biçimde ve döngüsel olarak krize girmesinin de temel nedenidir. Çünkü üretilen malların satılacağı pazar, fiziki ve toplumsal olarak sınırlıdır ve aynı mallardan üreten başka kapitalistler de vardır. Başlıca amacı daha fazla işçiyi sömürmek ve artı-değeri kara dönüştürmek olan kapitalist üretim, satabileceğinden fazla mal, sömürebileceğinden fazla işçi ortaya çıkarır ve tıkanır.
3. Kapitalistler döngüsel olarak girdiği krizlerden çıkmak için imha ve yıkım politikaları uygularlar. Bu politikalar, işçi sınıfının kölelik koşullarının ağırlaştırılması (ücretlerin düşürülmesi, işten çıkarmalar, kitlesel işsizlik, çalışma koşullarının ağırlaştırılması vb.), rakip kapitalistlerin piyasanın dışına itilmesi, sermayenin uluslararası hareketinin önündeki her türlü sınırlamanın kaldırılması özelliğini taşır ve sermayenin merkezileşme-yoğunlaşma sürecinin önündeki engellerin temizlenmesi amacına hizmet ederler.
4. Krize yapılan müdahaleler, kriz öncesi tüm yerleşik ilişki ve yapıları sarsıcı niteliktedir. Üretim koşullarından, devlet yapılanmaları ve uluslararası ilişkilere kadar bütün her şey bu müdahalelerin yıkıcı etkisiyle sarsılır. Gerek kapitalist sınıfın kendi içindeki dengeler, gerekse de kapitalistlerle işçi sınıfı arasındaki dengeler altüst olur. Eskinin yapı ve ilişkileri, kendilerini var ettikleri zeminin ayaklarının altından hızla kaydığına tanık olurlar. Bu nedenle sermayenin egemenliğindeki artış ve bunun kaçınılmaz sonucu olan proletaryanın kölelik koşullarının ağırlaşması, işçi sınıfı hareketini bir bütün olarak krizin içine sokar.
5. Kapitalizm kendi krizini aşarken, karşıtı sınıfın örgütlerini geriletmek zorundadır. Ancak aşılan her kriz, kapitalizmin iki karşıt sınıfı arasındaki çatışmanın daha da şiddetlenmesinin nesnel zeminini oluşturur. Bu durum, sermaye iktidarının sınırlanması, geriletilmesi, nihayetinde ortadan kaldırılması için yeni olanaklar sunmaktadır. Ancak bu, proleterlerin bilinçli ve örgütlü bir müdahalesi olmadan gerçekleşmeyecektir.
Dünyada ve Türkiye’de sermaye politikaları ve işçi sınıfı
6. Sermayenin merkezileşme-yoğunlaşma süreci, banka ve sanayi sermayesinin birleşmesiyle oluşan mali sermayenin egemen hale gelmesine ve kapitalizmin emperyalist aşamasının ortaya çıkışına neden olmuştur. Bu aşamada farklı mali sermaye grupları, dünya pazarını ve dünya çapındaki sermayeyi kontrol edebilmek için amansız bir mücadeleye tutuşmuşlardır. Ulusal denilen kapitalist devletler ve yerel mülk sahibi sınıflar, farklı uluslararası mali sermaye gruplarının paylaşım savaşının yerel dayanakları haline gelmişler; farklı bölgesel bloklar biçiminde örgütlenmişlerdir. Bunlar kendilerini, emperyalist çıkarların korunması ve işçi sınıfı ile emekçilerin ezilmesi konusunda uzmanlaştırmışlar ve siyasal gericilik tüm kapitalist dünyada genel bir eğilim haline gelmiştir. Emperyalistler arasındaki çelişkiler, bunlar arasında gizli ya da açık çatışmalara neden olmaktadır ve savaş tüm dünyayı kaplama eğilimine girmiştir.
7 .Yaklaşık 30 yıldır kapitalizmin krizini aşmak ve uluslararası mali sermayenin egemenliğini yaymak için tüm dünya çapında uygulanan neo-liberal politikalar, işçi sınıfının kazanılmış tüm haklarının gasp edilmesi; sendikal örgütlenmenin geriletilmesi; sermayenin ve kapitalist devletin ulusa/uluslararası ölçekte yeniden yapılandırılması temeline oturtulmuştur. Bu çerçevede, özellikie 1980’li yıllarla birlikte sermayenin merkezileşmesi-yoğunlaşması, sermayedar sınıfın kendi içerisinde iflaslar, şirket birleşmeleri/el koymaları, uluslararası ortaklıklar ve özelleştirmeler yoluyla hızlanan bir tasfiye süreci olmuştur. Diğer yandan taşeron uygulamalarıyla doğrudan tekellere bağımlı bir çekirge sürüsü yaratılmış ve bunlar neo-liberal dönemin “köşe dönmecilik” ideolojisinin, “kuralsız ve kayıt dışı çalışma” gibi yaygın uygulamalarının siyasal, toplumsal temelini oluşturmuştur.
8. İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan “yeni” ekonomik düzen içinde kapitalist devletlere biçilen rol, sermayenin “küreselleşmesi” sürecinde kökten biçimde değişmiştir. Ulusal denilen kapitalist devletler, uluslararası mali sermayenin sınır tanımayan küresel hareketi önündeki yasal ve siyasal engellerin ortadan kaldırılması hizmetinin verildiği bürolara dönüşmekte; kapitalist devletler “sosyal” işlevlerini hızla terk ederken, baskıcı ve vurucu taraflarını daha hızlı geliştirerek yeniden yapılandırılmaktadır.
9. Devletin yeniden yapılandırılması süreci, kapitalist dünyanın siyasal rejimlerine (anayasalar, yasalar, bürokratik mekanizma ve askeri yapılanmalar) doğrudan müdahalelerden oluşmaktadır ve siyasal gericilik tüm kapitalist ülkelerde hakim duruma gelmektedir.
10. Özellikle, Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku’nun çöküşünün ardından, sosyalizm seçeneği ezilenler içindeki etkisini kaybetmiştir. İşçi sınıfı ve ezilenler, sosyalizm ve sınıf eksenli her düzeydeki örgütlenme-mücadele arenasından olabildiğince geri düzeylere çekilmiş; sendikal hareket kendisini besleyebilecek temel düşünsel destekten yoksun kalmıştır. İşçi sınıfı ve ezilenler bütünüyle kendi aleyhlerinde gelişen bu süreçte emperyalist-kapitalist sistemin çok yönlü saldırıları karşısında adeta pusulasını yitirmiş; sermayenin saldırısı daha kolay yol alabilmiştir.
11. Bu dönem aynı zamanda sosyal refah devletlerinin de krizidir. Dünyanın sınırlı bir bölgesinde, sınırlı sayıda nüfusu kapsayan ve esas olarak dünya halklarının yoksullaştırılması temeline oturtulmuş olan “refah” uygulamaları, kapitalist sistemin işçi sınıfının tümünün sosyal ihtiyaçlarını karşılayamayacağının bir göstergesi olarak; dolayısıyla işçi sınıfı ile sermaye arasında çıkar birliği olduğu yalanını ve bu yalanın ardında duran sendikal yapıları da beraberinde götürerek, çöküyor.
12. Sermayenin yeniden yapılandırılması süreci aynı zamanda üretim koşullarına bir müdahale niteliği taşımaktadır. Bu müdahaleler sonucunda tam zamanlı çalışma sistemi, yerini giderek esnek ve kı
smi zamanlı çalışmaya bırakmıştır. İşyerleri gerek ulusal gerek uluslararası ölÇekte parçalanıp, küçültülmüş; toplam kalite yönetimi gibi yöntemlerle daha az sayıda işçi ile daha verimli üretim teknikleri kullanılmış; kayıt dışı istihdam yaygınlaşmıştır.
13. Sosyal devlet uygulamalarının tasfiyesi ile, başta gelişmiş kapitalist ülkelerdeki işçiler olmak üzere, genel olarak bütün dünya işçi sınıfının ücret gelirlerinde ciddi düşüşler yaşanmıştır. İşletmelerin ülke dışına ve ucuz işgücünün olduğu bölgelere taşınması, işyeri iflasları/kapanmaları, işyerlerinin mülkiyetinin el değiştirmesi ve özelleştirmeler nedeniyle işsizlik oranları hızla yükselmiştir. Özelleştirme, taşeronlaştırma ve işyerlerinin parçalanması uygulamalarının sonucunda, sendikal örgütlenmeler zayıflamışlar ve etkilerini kaybetmeye başlamışlardır. Yeni istihdam alanlarında ve kayıt dışı sektörde özellikle kadın ve çocuk emeğinin yaygın olarak kullanılması, kayıtlı sektörde çalışan işçi ve sendikaları büyük açmazlarla karşı karşıya bırakmıştır. Kıtalar ve ülkeler arası göç nedeniyle göçmen işçilerin sayısının artışı, özellikle gelişmiş kapitalist ülkelerin işçi sınıfı içinde ırkçılık, ayrımcılık ve milliyetçiliğin yayılmasına neden olmuştur.
14. Sermayenin bü son dönem saldırısı, işçi sınıfı ve onun örgütleri üzerinde büyük bir tahribat yaratmıştır. Uygulanan politikaların doğrudan sonucu, proletaryanın dünya çapında sayıca kabarması olmuştur. Bu yeni proleter kitleler, bir yanda örgütsüzlükleri diğer yandan da sınıf mücadelesi deneyimlerinin az olması nedeniyle, ilk aşamada, işçi sınıfı ve sendikacılık hareketinin parçalanması, güçsüzleşmesi sürecine katkıda bulunmuşlardır. Sermaye, proleterlerin kendi aralarındaki iletişim, örgütlenme ve dayanışmayı geliştirdikleri yaşam alanlarını da işgal ederek onları tam anlamıyla bir ideolojik bombardıman altında yaşamaya zorlamaktadır.
15. Bir bütün olarak değerlendirildiğinde, bu dönemde işçi sınıfı sayıca kalabalıklaşmış ve yoksullaşmış, iç yapısındaki cinsiyet, yaş, vasıt; etnik köken bileşimi önemli değişiklikler geçirmiştir. İşçi sınıfı örgütleri olan sendikalar, bu büyük değişime ayak uyduramamışlar, eski üye yapısı ve bileşimi üzerinden mücadele ederekhaklarını koruyabileceklerini düşünmüşlerdir. Eski anlayış ve yapılarında direnmeleri, yaşanmakta olan dönüşümü anlamamaları, sendikal hareketin içine düştüğü krizi daha da derinleştirmiş ve sendikaları işçi sınıfının çoğunluğu ile karşı karşıya getirmiştir. Diğer yandan sermayenin saldırılarının yoğunlaştığı ülkeler başta olmak üzere, çeşitli ülkelerdeki sendikal hareketler içinde, işçi sınıfının bileşiminde ve taleplerinde ortaya çıkan değişime ayak uydurma çabası içine girilmiş, bunda kısmi başarılar da kazanılmıştır.
16. Türkiye Cumhuriyeti, dünya çapında yaşanan bu dönüşümden doğrudan etkilenmiştir. Devlet ve siyasal rejim, uluslararası mali sermayenin çıkarları ve onun örgütlerinin hazırladığı programlar çerçevesinde emperyalizmin yerel dayanağı olarak yeniden şekillendirilmiştir. İşçi sınıfının her türlü bağımsız örgütlenmesi ve bütün muhalefet hareketleri uzun yıllar baskı altında tutulmuş, dağıtılmış ve yeniden oluşmalarının önüne ciddi anayasal-yasal engeller konulmuştur. On altı yıl süren savaş ortamının beslediği şovenizm dalgası, işçi sınıfının ortak mücadele olanaklarını daha da zayıflatmıştır. Sendikal örgütlenme, içinde yaşadığımız dönemde, küçük bir azınlığın örgütü durumuna dönüşmüş; ama buna rağmen “kırk” parçaya bölünmüştür. İşçi sınıfının büyük çoğunluğu örgütsüzdür; yine çok büyük bir bölümü sigortasız çalışmaktadır ve sendikalar hızla üye kaybetmektedirler. Sendikal hareket sadece yasalar tarafından kuşatma altına alınmamış, sermaye ve devlet tarafından işgal edilmiştir. İşçilerin sendikalara güveni yoktur ve sendikalarda üye tabanının iradesi dışında iradeler hakim durumdadır.
17. Emperyalistlerin çıkarları çerçevesinde yapılan pek çok düzenleme ile işçilerin yaşama ve çalışma koşulları ağırlaşmıştır. Giderek sıklaşan aralıklarla yaşanan krizler nedeniyle geniş işçi ve emekçi yığınlar büyük yıkımlara uğramaktadır. Sendikal mücadele işçi sınıfının bağımsız gücüne yaslanarak yürütüleceği yerde, devletin ve sermayenin farklı kesimlerine; dolayısıyla farklı emperyalist çıkarlara destek verilerek, işçi sınıfı içindeki bölünme daha da derinleştirilmektedir. 1989 Bahar eylemleriyle birlikte işçi sınıfı ve sendikacılık hareketinin krizini aşmak yönünde olumlu özellikler taşıyan kamu emekçileri hareketi de, bu özelliğini zaman içinde kaybetmiştir.
18. Geleneksel sendika yönetimleri işçi sınıfı içinde kaybettikleri meşruiyeti; devlet, sermaye ve emperyalistler katında arama çabası içindedirler.
19. Sendikaların mücadele hattı, örgütlenme biçimleri, yapısı, iç işleyişi ve hakim anlayışlarında gerçekleşecek bir değişimden, işçi sınıfının çıkarı ve beklentisi vardır. Bu değişimin gerçekleşmesinin nesnel koşulları oluşmuştur.
20. Birleşik Sendikal Hareket (BSH) bu değişimi gerçekleştirme yolunda iradesini ortaya koyuyor ve işçi sınıfını BSH saflarında buluşmaya; sendikal hareketi sermaye, devlet ve onların uzantılarının işgalinden kurtarıp, işçi sınıfının denetimine almaya çağırıyor.
BSH’nin Hedef ve ilkeleri
21. BSH, yeni bir sınıf hareketi yaratma girişimidir.
Sermayedar sınıfın iktidarı ve sömürüsü altında işçi sınıfının en geniş kesimlerinin birliğinin sağlanması, sınıfın içinde devlet ve sermayenin dayattığı her türlü ayrımın aşılması, gerçekleştirilmesi gereken görevlerin başında gelmektedir. Varolan bölünmüşlük durumunda işçi sınıfının sorunlarının çözümüne kendi çıkarları doğrultusunda müdahale etmesi mümkün değildir. Ancak bu sınıf hareketinin ortaya çıkmasıyla, her düzeyde işçi sınıfı örgütlerinin yaşamakta olduğu tıkanmanın aşılması olanakları oluşacaktır.
22. BSH, işçi sınıfının gerçek bağımsızlığını savunur.
İşçi sınıfının birleşik hareketinin yaratılması, işçi sınıfının bağımsızlığından ayrı düşünülemez. Bu bağımsızlık işçi sınıfı ve örgütlerinin sermayeden, devletten, bunların siyasal partileri ve örgütlerinden kopmasıyla gelişecektir. İşçi sınıfı, sermayedar sınıfın bir bölüğünün egemenliğine karşı çıkarken, bir diğer sermayedar bölüğünün çıkarlarına hizmet etmez. Ama işçi sınıfının bağımsızlığı sadece bununla sınırlı değildir ve tüm diğer emekçi kesimlerden bağımsız olmak anlamına gelir. Bu bağımsızlık, diğer emekçilerin sermaye egemenliği nedeniyle yaşamış olduğu sorunlara duyarsız olmak anlamına gelmez; tam tersine, bu emekçilerle işbirliğinin, işçi sınıfının çıkarları ve önderliği altında gerçekleşebilmesinin garantisidir.
23. BSH, anti-kapitalisttir.
İşçi sınıfının yaşadığı sorunlar, sermaye egemenliğinden kaynaklanmaktadır. Kapitalistlerin iktidarının sınırlanması ve geriletilmesi demek olan anti-kapitalist hat, işçi sınıfının geniş kesimlerinin (bütün farklılıklarına rağmen) birleşmesinin yegane temelidir. Bütün işçi hareketlerinin ortak hedefi, işçi sınıf