Dünyanın Brezilya, Filipinler, Güney Afrika ve Güney Kore gibi birbirinden oldukça farklı birçok ülkesindeki işçiler, bugün dünyanın en dinamik ve güçlü emek hareketlerini yaratmış bulunuyorlar. Kendi toplumlarının üretim dağıtım ve değişim süreçlerine sıkıca dayanmakta olan bu yeni emek hareketleri, işçileri örgütlenmenin ötesine uzanan bir öneme sahipler: bu emek hareketleri, ittifak içinde oldukları bir dizi toplumsal […]
Dünyanın Brezilya, Filipinler, Güney Afrika ve Güney Kore gibi birbirinden oldukça farklı birçok ülkesindeki işçiler, bugün dünyanın en dinamik ve güçlü emek hareketlerini yaratmış bulunuyorlar. Kendi toplumlarının üretim dağıtım ve değişim süreçlerine sıkıca dayanmakta olan bu yeni emek hareketleri, işçileri örgütlenmenin ötesine uzanan bir öneme sahipler: bu emek hareketleri, ittifak içinde oldukları bir dizi toplumsal hareketle birlikte, kendi ülkelerindeki demokrasi, insan hakları ve toplumsal adalet mücadelesinin başlıca aktörleri durumundalar.
Ancak, kavramsal açıdan emeği merkeze koyan bizler, bu yeni hareketleri nasıl anlamalıyız? Bu makale, bu soruya bir yanıt sunabilmek amacıyla, değişik bakış açılarını tartışıyor ve en iyi çerçevenin “toplumsal hareket sendikacılığı” kavramı tarafından sunulan çerçeve olduğunu savunuyor. “Toplumsal hareket sendikacılığı”, radikal toplumsal değişim öngören özel bir tip emek hareketi olarak tanımlanıyor. Bu çerçevenin geçerliliğini ise Filipinler’deki Kilusang Mayo Uno, “KMU (1 Mayıs Hareketi)” isimli Emek Merkezine ilişkin inceleme etrafında kanıtlamaya çalışıyor.
kavramsal çerçeve
Emek hareketleri birçok değişik perspektifle tahlil edilebilir. Bu perspektifler teorisyenlerin bu hareketlere atfettikleri temel toplumsal role (Larson Nissen, 1987) gözlemcilerin bu hareketlerin toplum içindeki davranışlarıyla ilgili gözlemlerine (Lambert ve Webster, 1988); hareketlerin kendilerini nasıl tanımladıklarına (Golden 1988) göre farklılaşır ya da bu yaklaşımların bir bileşkesinden oluşur. Bu makalede de bileşik bir yaklaşım kullanılacaktır. Emek hareketlerini radikal toplumsal değişimlerin taşıyıcısı olarak kabul eden (…) teorik bir bakış açısını, emek hareketindeki aktörleri temel alan perspektifin öngörüleri ve emek hareketinin toplumda nasıl bir davranış hattı sunduğuna ilişkin gözlemlerle birleştireceğim.
geleneksel marksist ve leninist yaklaşımlar
Emeğin radikal toplumsal değişimlerin taşıyıcısı olarak görülmesi, geleneksel olarak hem marksistlerin hem de sendikalistlerin emek hareketini anlama çabalarına kaynaklık eden bir bakış açısı oluşturmuştur. Bu makalade marksist yaklaşım incelenecek, ancak sendikalist yaklaşım, ekonomik bakımdan azgelişmiş ülkelerde ve özel olarak da , üzerinde yoğunlaştığımız örneklerde güçlü bir varlığa sahip olmaması nedeniyle tartışma dışı bırakılacaktır. (…) Emeğin radikal toplumsal değişimlerin taşıyıcısı olarak görülmesi en azından Karl Marks’a dek uzanan bir yaklaşımdır. Lozovsky’nin de belirttiği üzere (l987:44) “Marks, ilk ve sürekli olarak, sendikaları örgütlenme merkezleri olarak, işçilerin güçlerini birleştirecekleri merkezler olarak, işçilere temel sınıfsal eğitim verecek örgütlenmeler olarak kabul etti.” Bu sınıfsal eğitim burjuvaziyi alt edecekti.
Marks sendikalarla ilgili fazlaca yazmamışken, Lenin, özellikle “Ne yapmalı”da bunu yaptı. Lenin’in sendikalara bakışı son derece araçsalcıydı. Sendikaları, tek tek işçiler için önemli bulmakla birlikte , temelde öncü Marksist partinin devlet iktidarını ele geçirmesi ve sonra da korumasına yardımcı olacak araçlar olarak gördü. Hammond (l987:60) Lenin’in sendikalara bakışını şöyle özetlemektedir:
Lenin’in yazdıklarında son derecek açık olan onun ilk başta sendikaların Parti’nin etkisinde ve eğer mümkünse denetiminde olmalarını, ideolojik ve eylemsel açıdan Sosyal Demokrat (yani komünist) olmalarını istediğidir. Ancak, bazı koşullarda, sendikaların tarafsız görünmelerini, böylelikle sosyalist olmayanları üyeliğe çekmelerini ve polis müdahalesini önlemelerini de ister.
Lenin Parti üyelerinin sendikalara katılmasını ve sendikalarda hakim bir rol elde etmelerini de sorunlu görür. Her sendika, yerel Parti örgütleriyle ilişkiler kurmalı ve sendikalar, belirli koşullar altında Partiye üye olmalıdır demiştir. Sendikal faaliyetler üzerinde sıkı bir Parti denetimi kurulabilmesi için, sendikalarda Parti hücreleri kurulmalıdır. Bu Parti hücreleri tüm Parti üyelerinin önemli pozisyonlara seçilmelerini güvence altına almalı ve sendikaların parti çizgisini takip etmelerini gözetmelidir. Lenin, sendikaların sıkı bir parti denetimi altında bulunmamaları durumunda işçilerin burjuva ideolojilerine kaymaları tehlikesinin bulunduğunu, ekonomik mücadele lehine politikayı ihmal edeceklerini ve kurtuluşlarını devrimci Parti de değil sendikalarda arayacaklarını düşünmüştür.
Lenin’in sendikaları denetleme yaklaşımının anlaşılabilmesi için anahtar kavram, sendikaların kendilerinin asla devrimci olamayacakları ve işçilerin de bu noktaya ulaşabilmek için, devrimci bir politik partiye katılmaları yolundaki inançtır.
Diğer bir deyişle, Lenin sendikaların tek başlarına ekonomik ve politika arasındaki ayrımı asla aşamayacaklarına inanmıştı. Bu bakış açısı bugün de hem marksist hem de radikal milliyetçi çevreler arasında gözlenebilirken yeni sendikaları anlama çabası gözlemcilerin bu araçsalcı bakış açısının ötesine geçmelerini ve Lenin tarafından olumlanan ekonomik ve politik ayrımı sorgulamalarını gerekli kılmaktadır.
toplumsal hareket sendikacılığı kavramının oluşumu
Özellikle Brezilya, Filipinler ve Güney Afrika’daki yeni sendikaların doğuşu Hollanda’da Feter Waterman ile Dob Lambert ve Güney Afrika’da Webster gibi gözlemcileri Leninist çerçeveye alternatif bir çerçeve arayışına yöneltti.
Waterman (l988), Filipinler’deki emek araştırmaları ve mücadelelerine katılan bir grubunu talebi üzerine “toplumsal hareket sendikacılığı” kavramını geliştirdi. Kavramın Webster (l987), Lambert (l988), Lambert ve Webster (l988) ve Munck l988) tarafından kullanılması üzerine, Waterman terimin özellikle Lambert ve Webster tarafından kullanılış biçimleri üzerinde yoğunlaştı. “Terimin hem yeni bir teorik araç sunacak hem de yeni bir politik norm oluşturacak biçimde tanımlanması gerektiğini düşünüyorum.” diye yazıyordu. “Diğer bir deyişle, kavram hem geleneksel terminolojiden hem de geleneksel pratiklerden ayrıştırılabilmeli.” (Waterman, l988,l) Toplumsal hareket sendikacılığını daha eski politik sendikacılık kavramıyla karşılaştıran Waterman (l987:6) şöyle yazıyordu: “Sadece farklı bir sendikal modelden değil işçi sınıfının rolü ve toplumsal değişim içindeki tipik örgütlenmesi hakkında da değişik bir anlayıştan sözediyoruz.” Bu yeni kavramın, yeni ortaya çıkan toplumsal hareketlerin ve yeni tip bir sendikacılığın ürünü olduğunu da vurguluyordu.
Waterman’ın kavramsallaştırmasında üç temel nokta bulunmaktadır: (1) Waterman, toplumsal hareket sendikacılığını sadece değişik bir sendikacılık modeli olarak görmemekte, bu sendikacılığın işçi sınıfı ve işçi sınıfının toplumsal değişim mücadelesine yönelik örgütlenmesi konusunda de değişik bir anlayışa dayandığını vurgulamaktadır. (2) bu modelin sendikalar konusundaki Leninist kavramsallaştırmadan farklı olduğunu öyle olması gerektiğin düşünmekte ve (3) toplumsal hareketlerle ilişkili olması gerektiğini söylemektedir.
Waterman’ın çalışmasından yola çıkan Lambert (l989) da toplumsal hareket sendikacılığı için üç kritik olan tespit etmektedir: (1) örgütsel olarak geleneksel politik ekonomik ayrımın aşılması (2) Toplumsal hareketlerle yapısal ittifaklar kurma girişimleri ve (3) devlete karşı direnmek için örgütlenen ulusal kampanyalar. Lambert bu yeni sendikacılı