Birleşik Devletler başkanı her kim olursa olsun Ortadoğu’nun temel politik ikilemleri önümüzdeki beş yıl içinde aynı kalacak. Önümüzdeki dönemdeki yaşamsal olaylar ve muhtemel büyük kaymalar açısından üç odak noktası mevcut: Irak, İran ve İsrail/Filistin. Irak’ta, Irak’ın, Ortadoğu’nun ve dünyanın geleceğini en fazla etkileyecek olan konu ABD askeri kuvvetlerinin ne zaman ve hangi şartlar altında bu […]
Birleşik Devletler başkanı her kim olursa olsun Ortadoğu’nun temel politik ikilemleri önümüzdeki beş yıl içinde aynı kalacak. Önümüzdeki dönemdeki yaşamsal olaylar ve muhtemel büyük kaymalar açısından üç odak noktası mevcut: Irak, İran ve İsrail/Filistin.
Irak’ta, Irak’ın, Ortadoğu’nun ve dünyanın geleceğini en fazla etkileyecek olan konu ABD askeri kuvvetlerinin ne zaman ve hangi şartlar altında bu ülkeyi terkedeceğidir. Bu açıdan, ABD askeri varlığı Irak vücudunun reddettiği ve üstelik kesinlikle reddettiği cerrahi bir eylem haline dönüşmüştür. ABD kuvvetleri, kalıcı üsler de dahil olacak biçimde, er ya da geç tamamen geçilmek zorunda kalacaklardır. ABD geri çekilişinin gerçekleşebileceği yalnızca üç biçim mevcuttur: ABD hükümetinin erken özerk bir kararı olarak; Irak otoritesinin daha sonraki bir tarihte gündeme gelebilecek isteği üzerine; ya da Iraklı isyancılar tarafından nihai olarak dışarı atılmak suretiyle.
Kuşkusuz ilk alternatif ABD’nin, Irak’ın ve dünyanın çıkarlarına en uygun olanıdır. Ama aynı zamanda en az muhtemel de olanıdır. ABD başkanı bu seçeneği 2005 ya da 2006 yıllarında politik açıdan olanaksız bulacaktır çünkü böyle bir adım öncelikle Birleşik Devletler’in iç siyasetinde açısından büyük bir politik yenilgi olarak görülecektir. Ve böyle de olacaktır. Birleşik Devletler’deki savaş karşıtı duyarlılık yükselmektedir ama hala Kongre üyelerinin kendi istekleriyle böyle bir hareketi destekleyecekleri düzeyde değildir. Irak işgalinin ölümcül bir hata olduğuna inanan ordu üyeleri bile geri çekilmeyi şimdilik ABD ordusunun suratına atılmış bir tokat olarak göreceklerdir. Ve ABD’yi bütünüyle desteklemiş olan ülkelerdeki liderler de; yani Blair, Berlusconi, Howard benzer biçimde utanç içinde kalacaklardır, çünkü onların ülkesinde de bu adım son derece olumsuz politik sonuçlar yaratabilecektir.
İkinci alternatif, yani Irak hükümetinden gelecek bir çekilme isteği ise daha da az muhtemeldir. Elbette, bu durum bir ölçüde Irak içindeki politik gelişmelere bağlıdır. Bazı bölgelerde katılım çok düşük ya da gerçekten hiç olmayacak olsa da, Ocak ayındaki seçimler gerçekleştirilecektir. Seçimler gerçekleşebilir çünkü önemli aktörlerin bazıları şimdilik bu hedefe bağlılıklarını sürdürmektedirler: ABD hükümeti, Irak Geçici Başbakanı Iyad Allavi, Kürt liderleri, olayı Şeriata tabi bir yasamanın oluşturulması için olanak olarak gören Büyük Ayetullah el-Sistani gibi aktörler.
Ancak bütün bunlar Ocak ayı sonrasında meşru bir rejim oluşmasını güvence altına almaz. Üstelik, ABD birlikleri, niyet etmiş gibi göründükleri üzere Felluce’ye girecek olurlarsa, bu eylem Sunnilerin seçimlere katılmamasını garanti altına almakla kalmayacak, aynı zamanda, Mukteda el-Sadr’ın kendisini Felluce direnişine tam destek sağlamaya adamasıyla birlikte, Şii bölgelerde de yeni çatışmaları tetikleyecektir. Ve seçim, bu çatışmalara rağmen gerçekleştirilirse de, Allavi’nin merkezi hükümet üzerindeki denetimini güçlendirip güçlendiremeyeceği ya da yerini el-Sistani’ye daha yakın ve Birleşik Devletlere daha az bağımlı birine bırakıp bırakmayacağı da hiçbir biçimde açıklık kazanmış değildir.
Ancak 2005 yılında Irak hükümetine yapılacak olan makyaj her ne olursa olsun, hükümetin ilk ve en acil kaygısı popüler destek ve meşruiyet kazanmak olacaktır. Böyle bir hükümet Amerikan askeri varlığından hoşnutsuz olan, isyan ve ABD’nın buna verdiği yanıt nedeniyle kitlesel bir güvensizlik durumu yaşayan ve büyük bir ekonomik zorluk içinde bulunan bir halka ne sunabilir? Böyle bir hükümetin yalnızca iki seçeneği olacaktır: ABD prokonsülüne ve onun askeri güçlerine daha fazla yakınlaşmak ya da kendisini bunlardan önemli ölçüde uzaklaştırmak.
Yakınlaşma şu ana kadar ne meşruiyetin sağlanması ne de ABD’den yeterli maddi yardım elde edilmesi için yeterli olmuştur. O halde, bir noktadan sonra, olasılık Irak hükümetinin sırtını ABD’ye dönmesidir. Elbette tüm komşuları, Suudi Arabistan, Ürdün, Suriye ve İran tarafından farklı nedenlerden dolayı bu yönde teşvik de edilecektir. Bu komşular ve hükümetleri hakkında ne denli derin kayıtlara sahip olsa da, onlardan gelecek baskılar artı kendi nüfusundan gelecek baskılar artı Birleşik Devletlerin tartışmasız biçimde yanlış tutumları Irak hükümetinin Birleşik Devletler karşısındaki temel pozisyonu değiştirmesi için yeterli olacaktır.
Ancak hükümet ABD askeri desteği olmaksızın ayakta kalamayacağından korktuğu için böyle yapmazsa, bu durumda sürekli olarak daha fazla güç kazanan ve ülkenin fiili hükümeti haline gelen de isyan hareketi olacaktır. Bu gerçekleştiği zamansa, Irak bir Tet saldırısı senaryosuna doğru yolalacak demektir. Ve ABD de personelini Yeşil Kuşak’tan helikopterlerle boşaltmak zorunda kalabilir. Bu da 2005’deki özerk bir geri çekilmeden çok daha büyük bir yenilgi olacaktır.
Bu arada, İran’da hükümet aynı dönemde nükleer kulübe katılacaktır. İran bölgede büyük bir güç, çok kadim bir uygarlığın mirasçısı, büyük Sunni Arap dünyasının yanıbaşındaki bir Şii devleti, nükleer güçlerce çevrelenmiş olan bir ülkedir. Bölgesel güç olarak tüm ağırlığını ortaya çıkarabilmesi için nükleer silahlara ihtiyacı vardır ve bunları elde etmek için de ne gerekiyorsa yapacaktır. Bu yolda üç engeli bulunmaktadır. En fazla bilineni ABD ve Avrupa Birliği’nin nükleer silahların yaygınlaşmasına karşı anlaşmadan bu kopuş karşısındaki muhalefetidir. Bu en fazla bilinen ancak en önemsiz engeldir çünkü aslında ne ABD ne de AB İran’ı durdurmak için pek fazla şey yapabilirler.
Daha ciddi iki engel daha var. Birincisi İran iç siyasetinden türemektedir. İktidardaki hükümet baskıcı ve köktendinci politikaları nedeniyle on yılı aşkın süredir popüler desteğini ve meşruiyetini yitirmektedir. Muhalefet güçleri İran’ın nükleer silahlar edinmesine gerçekten karşı değiller, ancak kargaşa çıkarabilirlerse, hükümet de nükleer cephede daha ileri gitme enerjisi bulamayabilir. Ancak, bu noktada, muhalefet politik açıdan rahatsızlık yaratamayacak kadar zayıf görünüyor ve hükümetin nükleer silahlar konusundaki güçlü konumu muhtemelen içerde popüler bir etki yaratacak.
Üçüncü ve en ciddi engelse İsrail’in İran’ın nükleer tesislerini bombalama tehditi. İsrail hükümetinin bunu yapmak isteyeceğine kuşku yok. Ancak bir İsrail saldırısı bakımından üç soru işereti var. İsrail bunu İran’ın nükleer kapasitesini gerçekten baltalayacak bir saldırı olarak yapabilir mi? İranlılar İsraillilerin canını gerçekten acıtacak biçimde misillemede bulunabilirler mi? Ve (ABD dahil olmak üzere) dünya kamuoyu bunu İsrail’in Irak’ı 1981’de bombalamasında olduğu gibi yalayıp yutabilir mi yoksa İsrail’i tamamen bir çete devleti haline getirecek biçimde karşılık verir mi?
İsrail’in İran’ı baltalayabileceğinden kuşkuluyum çünkü İran’ın tesislerini çoktan bunu engelleyecek biçimde yaydığına inanıyorum. Aynı zamanda İranlıların İsrail’i ciddi biçimde incitmeye yetecek denli güçlü bir misillemede bulunabileceklerinden de kuşkuluyum. Ama İsrail açısından zayıf nokta dünya kamuoyudur. İsrail son dört yıldır önemli ölçüde meşruiyet yitimine uğradı ve bu bardağı taşıran son damla olabilir. Bugün dünyanın jeopolitiği 1981’dekinden oldukça farklı. Güney Afrika’nın bıraktığı ders bir çete devleti olarak hayatta kalabilmenin politik bakımdan olağanüstü zor olduğudur.
Son olarak, İsrail/Filistin var. İsrail kaderini Ortadoğu
‘da Birleşik Devletlere bağladı. Birleşik Devletlerin yenilgisi İsrail’in de yenilgisi olacak. Şu anda, Şaron Batı Şeria’da anlamlı bir Filistin devleti oluşmasının önünü etkin biçimde tıkayacak bir tek taraflı Gazze şeridi geri çekilmesi oyununu gerçekleştirmeye çalışıyor. Ama bu da işe yarar görünmüyor. Hamas değiştirilemez biçimde düşmanca davranıyor. Ve böyle bir anlaşmayı görüşmeye istekli gibi görünen Filistin Otoritesi, uygulamadan tamamen dışlanmış durumda ve ultra-kayıtlara da sahip. Ancak, Arafat her an ölebilir ve bu bir kez gerçekleştiğinde FKÖ, Hamas’ın muhtemel faydalarını göreceği biçimde birçok parçaya bölünebilir.
Bu arada, İsrailliler arasında, sağcı yerleşimcilerin bu zayıf tavizleri bile görüşmeyi reddetmesi Likud partisinde gerçek bir bölünme yaratmaya doğru ilerliyor ve Yahudi devletinin tamamıyle parçalanması yönünde örtük bir tehdit oluşturuyor. Gazze’den çekilme asla gerçekten yaşanmayacak. Ancak, Şaron bunu yapmaya çalışırken, Filistinlileri yeniden birleştirip İsrail politik gövdesini daha önce asla gerçekleşmemiş olan bir biçimde parçalayabilir. Ve İsraillilerin kendi aralarındaki bu bölünme de Birleşik Devletlerdeki politik güçlerine nihai bir darbe indirebilir. İsrail/Filistin nihayet dokunulamaz bir ABD siyasi davası olma statüsünü yitirebilir ve Birleşik Devletlerde kamusal bir tartışmanın konusu haline gelebilir. Bu da İsrailin hayatta kalması açısından fayda sağlamayacaktır.
Çeviren: sendika.org