Türkiye’de tarım işletmelerinin büyük çoğunluğunun aile işletmesi şeklinde olduğu bilinen bir gerçektir. 1980 ile birlikte çokuluslu tarım ve gıda şirketleri; aile işletmeciliğinin verimliliği düşürdüğü, maliyeti arttırdığı ”doğru” savlarıyla kırsal alandaki nüfusun azaltılmasını önce telkin etmekle işe başladılar. Söz konusu şirketler yürüttükleri tek ve yanlı propagandaların da eşliğinde, çiftçiliği ortadan kaldıracak, tarımı şirketleştirecek olan bu eksik, […]
Türkiye’de tarım işletmelerinin büyük çoğunluğunun aile işletmesi şeklinde olduğu bilinen bir gerçektir. 1980 ile birlikte çokuluslu tarım ve gıda şirketleri; aile işletmeciliğinin verimliliği düşürdüğü, maliyeti arttırdığı ”doğru” savlarıyla kırsal alandaki nüfusun azaltılmasını önce telkin etmekle işe başladılar. Söz konusu şirketler yürüttükleri tek ve yanlı propagandaların da eşliğinde, çiftçiliği ortadan kaldıracak, tarımı şirketleştirecek olan bu eksik, yanıltıcı ve çıkarcı politikalarına bir çok kesimi inandırmayı başardılar da…
Bilindiği gibi tarımın şirketleştirilebilmesi için, ilk önce çiftçiliği ortadan kaldırmak gerekiyor. Oysa, çiftçilerin örgütlenmelerinin önünün açılarak üretimden-pazara zincirin halkalarının oluşturulabilmesi durumunda çiftçiler daha refah içinde üretimlerini sürdürebilir, kırdan kente göçün önü de kesilebilir. Bu konuda, belirleyici olacak olan ülkemizi yönetenlerin politik tercihleri ve bağımsız tutum alışlarıdır. Yani, hükümetler tarım politikalarımızı belirlerken; IMF, Dünya Bankası (DB), Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) ve AB Ortak Tarım Politikası’nın (AB OTP) yaptırım ve dayatmalarından ne kadar arındığı ya da bunların karşısında çıkarlarımızı ne kadar korudukları/koruyabildikleri ile doğrudan ilgilidir.
Hayvansal Üretimde Verimlilik
1980’den bu yana hükümetlerimizce tarım ve hayvancılık alanında izlenilen politikalara baktığımızda; çiftçiliği ortadan kaldırıcı, tarımın şirketleşmesine hizmet edici, kırdan kente göçü tetikleyici politikalar izlediklerini görebiliyoruz. Kırdaki nüfusu azaltacaklarını da her fırsatta zaten açıklıyor, tercihlerini bu doğrultuda belirtiyorlar. Bunun da çiftçileri iflas ettirecek politikaları uygulamanın başka türden söyleniş biçimi olduğu da bilinmektedir.
Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE) verilerine göre, Türkiye’de yaklaşık 50 milyon büyük ve küçükbaş ile 245 milyon kanatlı hayvana sahibiz. Ama hayvansal verimimiz (et, süt, bal gibi) hayvan sayımız kadar iyi değildir. Bunun nedeni de, hükümetlerin hayvancılığın ıslahına gerekli önemi vermemesinden dolayı mevcut sığır sayısının yüzde 41’i ve koyun sayısının yüzde 97’si düşük verimli yerli ırklardan oluşmasındandır.
Türkiye’de hayvansal üretimde verimlilik, AB ve diğer gelişmiş ülkelerle kıyaslanamayacak derecede düşüktür. Türkiye ve AB ülkelerinde yıllara göre hayvan başına verimlilik için 1998’i baz aldığımızda; Türkiye’de ortalama süt verimimizin ineklerde 1609 litre, karkas ağırlığının ise 163 kilo olduğunu görüyoruz. AB’de ise aynı yılda sırasıyla süt veriminin 5396 litre, karkas ağırlığı ise 310 kilodur. 1950 yılı sonrasında köylüden ve çiftçiden yana olduklarını söyleyen siyasilerin hükümetlik yaptığı dönemlerde, ülkemizin tarım ve hayvancılığını nereye taşıdıklarını rakamlar çok iyi bir şekilde göstermektedir.
Rakamlara baktığımızda hayvanların verimliliği açısından yönetsel hatalar nedeniyle AB ile ülkemiz hayvancılığı arasında ciddi uçurumların oluştuğu bir gerçektir. Bu uçurumun oluşmasında en önemli etken 1980 öncesi hükümetlerin köylüden yana gözüküp aslında köylünün çiftçi olabilmesinin önünde engel oluşturmasıdır, denilebilir.
1980 sonrasında ise, dış dinamiklerin (IMF, DB, DTÖ, AB OTP) ve iç dinamiklerin (hükümetlerin) elbirliği ile tarımı şirketleştirme ve çiftçiliği ortadan kaldırma politikalarından ilk hayvancılık sektörü nasibini aldı. Bu bağlamda hayvancılık sektörünün belkemiğini oluşturan KİT’leri; Et ve Balık Kurumu (EBK), Türkiye Süt Endüstrisi Kurumu (TSEK), Yem Sanayi (YEM SAN) özelleştirildi/kapatıldı. Hayvancılık kredisi iyice azaltıldı, genelde tarımsal kredi faizleri de yükseltildi. Devlet aradan çekilince zaten örgütsüz olan hayvan yetiştiricileri tümden sahipsiz kaldı. Başka bir anlatımla hayvan yetiştiricilerinin örgütlenmelerinin önünü açıcı yasal düzenlemeler yapılmadan, makul bir süre tanınmadan özelleştirmelerle devletin aradan çekilmesi örgütsüz , tek tek bireyler halinde yaşayan çiftçiler; örgütlü tüccar ve sanayicinin karşısında korumasız kaldı. Hayvancılık bu yollar ve uygulamalarla çökertildi.
KİT’leri satın alanların bir çoğu çok uluslu gıda ve tarım şirketleri ile ortaklıklar kurarak sektörün pazar payının bu çokuluslu şirketlerin kontrolüne geçmesinde köprü görevi gördüler.
Kısacası, 1980 öncesi uygulanan yanlı ve yanlış politikalar verimlilikte Türkiyeli yetiştiricilerle AB’li yetiştiriciler arasında uçurumu derinleştirdi. 1980 sonrasında sektörde uygulanan güdümlü politikalarla hayvan yetiştiricileri girdileri pahalı, ürettikleri ürünleri ucuz satar oldular. Bunun sonucunda hayvancılık sektörü tahrip oldu. Türkiye, başta AB olmak üzere gelişmiş ülkelerin et buzullarını bitirme, süt nehirlerini tüketme pazarı haline getirildi. Pazarı ele geçiren yerli ve yabancı çok uluslu şirketlerin fiyat belirlemede rakipsiz kalmasıyla tüketiciler de hayvansal gıdaları eskiye oranla daha pahalıya tüketir, oldular. Hayvansal gıdaların sağlıklılığının tartışılması da her geçen gün arttı.
Verimlilik ve sağlıklı gıda üretimini sağlamak amacıyla;
. Yerli sığır ve düşük verimli kültür ırkı sığırlarda kullanma melezlemesi yoluna gidilmeli,
. Soy kütüğü tutulmalı,
. İyi ve kaliteli damızlık ihtiyacı sağlanmalı,
. Dışarıdan süt ineği yerine, damızlık buzağı veya düve getirilmeli,
. Kendi nitelikli boğalarımızın döl kontrol projesi ile spermalarının kullanılması yoluna gitmek gibi ıslah çalışmaları yanında;
-Tarımsal kredilerin en az yüzde 25’i hayvancılığa ayrılmalı,
-Kredi kullanımı kolaylaştırılmalı,
-İşletme kredileri yeterli miktarda olmalı, kredi faizi düşük tutulmalı,
Devlet Desteği
-Verilen kredilerin amacına yönelik, yerinde kullanılması denetlenmeli,
-Damızlık üretimi, besi ve süt sığırcılığı yem bitkileri üretimi, suni tohumlama uygulamalarını öncelikleri arasına alacak destekleme politikalarına ivedilikle geçilmeli,
-Hem yetiştirici hem de tüketiciler için hayvan yetiştiricilerinin üretimden pazara zincirinin halkalarının oluşmasını devlet sağladıktan sonra çekilmeli,
-İnsan sağlığı için tehdit oluşturan yemlerde kullanılan katkı maddelerinden, hijyenikliğe kadar etkin bir denetim mekanizması oluşturulmalıdır.
Bu önerileri daha da çoğaltmak mümkün. Ama, en önemlisi; tarımın şirketleştirilmesinin karşısında aile çiftçiliğini savunacak ve hayvan yetiştiricilerinin yukarıda sayılan teknik, mesleki, sosyal ve politik sorunlarını çözebilmeleri için tüm hayvan yetiştiricilerinin birlik olup ve demokratik örgütlerini kurup ortak mücadele etmelerinden başka her türlü çözüm önermeleri, onlar için çözümsüzlük olacaktır!..
cumhuriyet tarım ve hayvancılık dergisi 9-11-2004