Giriş Son yıllarda kapitalist güçlerin, hızla değişen dünyanın halkları ve toprakları üzerindeki kapitalist denetimi yeniden tanımlamayı hedefleyen yeni bir saldırısı başladı. Bu saldırı zengin Batılı ülkelerde öncelikle üretim üzerindeki kapitalist egemenlik (ücret indirimleri, çalışmanın güvencesizleştirilmesi, kitlesel işsizlik) ve toplumsal yaşamın her alanının (refah devletinin ortadan kaldırılması, özelleştirme, serbest zaman dahil olmak üzere her şeyin ticarileştirilmesi) […]
Giriş
Son yıllarda kapitalist güçlerin, hızla değişen dünyanın halkları ve toprakları üzerindeki kapitalist denetimi yeniden tanımlamayı hedefleyen yeni bir saldırısı başladı. Bu saldırı zengin Batılı ülkelerde öncelikle üretim üzerindeki kapitalist egemenlik (ücret indirimleri, çalışmanın güvencesizleştirilmesi, kitlesel işsizlik) ve toplumsal yaşamın her alanının (refah devletinin ortadan kaldırılması, özelleştirme, serbest zaman dahil olmak üzere her şeyin ticarileştirilmesi) ticarileştirilmesi yönündeki yeni zorlama biçimini almaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde ise bu süreçler petrol ve doğalgaz kaynaklarının, hammaddelerin, en temel hakları bile ellerinden alınan ucuz ve sendikasız emeğin azgın biçimde sömürülmesi olarak ortaya çıkmaktadır. Burada sermaye en barbarca şiddet dayatması, diktatörlük ve savaşa dayanan yüzünü göstermektedir. Bu duruma karşı yeni bir hareket ortaya çıkmış ve tüm dünyaya yayılmıştır. Zengin, çeşitli, olağanüstü canlı olan bu hareket son birkaç yıl içinde birçok farklı talebin ifade aracı haline dönüşmüştür. “Cobas Konfederasyonu” doğuşundan itibaren bu hareketin parçası oldu. Bu notların hedefi Cobas Konfederasyonu’nun görüş ve etkinliklerini hareketin diğer parçalarına tanıtmaktır.
Yeni dünya düzeni ve kapitalist küreselleşme
İki süper gücün hakim olduğu dünyanın sonu, ABD’nin askeri güç tekeline ve en güçlü kapitalist ulusların hükümetlerinin, büyük çokuluslu şirketler yararına uyguladıkları yeni liberal siyasetlere dayanan yeni bir dünya düzeninin yolunu açtı. Dünyanın en güçlü ulusları, Amerikan hegemonyası altında, IMF, Dünya Bankası, DTÖ, G8 ve NATO gibi ulus-aşırı organlar aracılığıyla, Yerkürenin işçileri ve halklarına karşı dayatmalarını, tüm halklar için yoksullaşma üreten ve zengin ve yoksul ülkeler arasındaki eşitsizliği artıran özelleştirmeler, işten çıkarmalar, üretimin yeniden yapılandırılması biçiminde sürdürmektedirler. Ulus-aşırı organlar tarafından yalnızca kısmen kontrol edilen bu süreci, halkların yaşamlarının her alanının ticarileştirilmesinin gezegen boyunca yayıldığı, yalnızca insan emeğini değil toplumsal hayatın, yiyecekten boş zamana, içtiğimiz sudan soluduğumuz havaya kadar her alanının kendisine tabi kılındığı kapitalist küreselleşme olarak adlandırıyoruz.
Avrupa bağlamı
İşler Avrupa’da da iyi gitmiyor. Bedeli işçilerin kan, ter ve gözyaşı ile ödenen Euro’nun uygulamaya konulmasından sonra, 2002 büyüme tahminleri hala negatifte, bu arada istikrar paketi Ağustos ayında gerçekleşen sel felaketi ile uğraşma ihtiyacı nedeniyle bozuldu. Kirlilik ve iklim değişimini yaratan mekanizmaların kendisi, kendi sürdürülemezliğinin koşullarını da yaratıyor. Bu arada işsizlik tırmanmayı sürdürüyor, kamusal kaynaklar kısılmaya devam ediliyor, refah devleti parçalara bölündü ve özelleştirme kar için yeni olanaklar açacak biçimde son sınırına dek zorlanıyor. Son birkaç Avrupa zirvesinde yeni liberal siyasetler daha da vurgulu biçimde benimsendi ve tüm Avrupalı hükümetlerce istisnasız kabul edildi. Bu durum aynı zamanda hükümetlerinin tümü de, Kosova’daki 1999 tarihli NATO savaşını destekleyip güle oynaya savaşan Jospin, Schroeder, Prodi, D’Alema ve Tony Blair’in “yeni liberal” solu tarafından sponsorluğu yapılan bir “üçüncü yol” olasılığının da sonu anlamına gelmektedir. İşçilere Maastricht anlaşmasının koşullarını karşılamak için gereken fedakarlık ihtiyacını dayatan bürokrasiler tarafından ele geçirilmiş olan Avrupa sendikaları, yalnızca emek pazarının merkezi biçimde yeniden yapılandırılmasından doğan kırıntılar üzerinde görüşmeler yapabilmektedirler ve dolayısıyla da hiçbir hareket alanına sahip değillerdir.
İtalya’da Berlusconi hükümeti
İtalyan hükümeti şimdi Ulusal İttifak neo-faşistleri, yabancı düşmanı ve ırkçı Kuzey Ligi ve Forza İtalia, aynı zamanda İtalya’daki en büyük ekonomik imparatorluklardan birisine sahip olan Silvio Berlusconi’nin sahibi olduğu “şirket/parti”tarafından oluşturulan bir merkez-sağ koalisyonun ellerinde. Bu hükümet üretimin yeniden yapılandırılmasını, sermayenin “malileştirilmesini” ve emek pazarı deregülasyonlarını tırmandırmaktadır. Bu son cephede ise özellikle Berlusconi hükümeti işçi sınıfının son 40 yılda elde ettiği en önemli zaferlerin tam merkezine doğru benzeri görülmemiş bir saldırıyı başlattı. Bu savaş işverenlerin işçileri “adil bir neden” bile göstermeksizin işten çıkarma hakkı (“İşçilerin Statüsü yasasının 18. maddesinin iptali yoluyla), emek pazarına yeni esneklik biçimlerinin dahil edilmesi, devlet emeklilik şemasının özelleştirmeyle birlikte zayıflatılması, kamusal eğitim ve sağlığın ortadan kaldırılması ve yoksulları zenginler lehine soyup soğana çevirecek olan bir vergi sistemi reformu ile verilmektedir.
Merkez-sol hükümetlerin saldırıları
Bir açıdan da Berlusconi merkez-sol öncülleri tarafından başlatılmış olan işi sürdürmektedir: gerçek ücretleri azaltmayı amaçlayan siyasetler; devlet emeklilik sisteminin emeklilik yaşını artıran ve emekli ikramiyelerin değerini sadece on yıl içinde % 30-40 düşüren biçimde reformu; işyerinde yeni esneklik ve güvencesizlik biçimlerinin devreye sokulması; değerli kaynakların devlet okullarından özel okullara akıtılmasına yol açacak biçimde kamusal ve özel okullara eşit statü tanınması; ulusal sağlık hizmetlerinin sermaye-merkezli bir sistem haline dönüştürülmesi; tüm karlı kamusal hizmetleri taşeronlaştırma politikaları; Avrupa’nın en büyük (enerji, demiryolları, iletişim ve posta) özelleştirmesi planları gibi. Bu manzara ikiyüzlüce “geçici ikamet merkezleri” olarak adlandırılan sistemi ve giriş kotalarını yaratmış olan yeni bir göçmenlik yasası ile birlikte, zaten baskıcı olan grev yasasının daha da kötüleştirilmesi ile tamamlanmaktadır.
Berlusconi neden daha kötü
Berlusconi hükümeti, faşist rejimi rehabilite etme ve 1943-45 Direniş hareketine yönelik “revisyonist” yaklaşımı ile; göçe yönelik kışkırtıcı biçimde ırkçı yaklaşımı ile (yeni göç yasası savaş gemilerinin ulusal sulara girdiklerinde göçmen motorlarını batırmasına izin vermektedir); Ulusal Sağlık Sistemine yönelik yeni saldırıları ile; yasama ile yürüttüğü eşi görülmemiş kavga ve Berlusconi ve yandaşlarının yüz yüze kaldıkları sayısız mahkemeden kurtulmalarını sağlayan konfeksiyon-usulü yasaları geçirmesi ile karakterize olmaktadır.
Sendikalar bakımındansa Berlusconi tümüne, ama özellikle de en büyük resmi sendikal konfederasyon olan CGIL’ye karşı tam-cephe bir saldırıya yön vermektedir. 2002 Temmuzunda polisin bazı işlerlerinde sendika üyelerinin listesini istediği, kabul edilemez ve yasadışı bir taciz olayının sınırlarına bile ulaştık. Aynı zamanda hükümet CISL ve UIL isimli (her ikisi de CES üyesi olan) iki büyük resmi sendikal konfederasyonla ayrı anlaşmalar yapmayı da becerdi. Son ayların birleşik grevlerine karşın, CSIL ve UIL sendikal birliğin kırılmasından ve hükümetin, 18. maddenin iptali de dahil bazı en kötü taleplerini kabul ederek işçi sınıfının birliğini bozmaktan sorumludurlar.
Berlusconi’nin politik projesinde geleceğin sendikaları (ulusal sözleşmelerin ortadan kaldırılması nedeniyle) çalışma koşulları üzerinde yapılacak olan yerel ve bölgesel görüşmelerde, istihdamla bağlantılı sosyal güvenlik haklarının, emeklilik fonlarının ve eğitim şemalarını
n yönetimine katılarak, kısmi ve marjinal bir rol oynayacaklardır. Sendikaların tek işlevi bu durumda haklarından mahrum bırakılmış, parçalanmış bir işçi sınıfına hizmet vermek olacaktır.
Büyük resmi sendikalar: CGIL, CISL ve UIL
Ancak Berlusconi’yi peri masallarının, tatlı günahsız sendikacıları yutmak isteyen “büyük kötü kurdu” gibi görmemeliyiz. Berlusconi’nin saldırılarına kapı açan politik ve kurumsal koşullara giden yol CGIL, CISL ve UIL’in son yıllardaki stratejilerinin sonucudur, şöyle ki: ücretler dondurulurken, esnekliği ve üretkenlik artışlarını teşvik eden ulusal sözleşmelerin imzalanması; devlet emeklilik fonlarının özel fonlar lehine indirimlerin kabul edilmesi (ki kendileri bu özel sektör fonlarının, ama aynı zamanda kamusal fonlarında işverenlerle birlikte gelecekteki yöneticileri olmaya özellikle heveslidirler); yeni emek pazarı esnekleştirme biçimlerine yönelik hayırhah tutumları; eğitim, sağlık ve kamusal idarinin kar-merkezli örgütler lehine dönüştürülmesini onaylamaları.
Cobas’ın rolü
İtalya’da olmakta olanlar Avrupa’nın birçok bölgesinde ya çoktan olmuş ya da olmak üzere olan olaylardır. Bu tür bir senaryo veri olduğunda, işçiler kendilerini, kendi işyerlerindeki bir savunma savaşı ile, geçici ya da kalıcı işlere mi sahip olacakları; ya da kendi çalıştıkları sanayi ya da sektörün “güvenli” olup olmadığı ile sınırlandıramazlar. Bu yeni koşullar altında verilecek olan her türlü kavga, başından itibaren kaybedilmiş sayılmalıdır. Sermeyenin saldırısına karşı yalnızca tüm görünümleri ile birlikte tüm emek dünyasını içeren bir mücadele ile etkin biçimde direnilebilir. Bu direnişin inşasına başlangıçtan itibaren temel sendikal etkinliklerden başlanmalı, daha sonra bu etkinlikler insani etkinliğin tüm alanlarına saldırmakta olan sermayenin saldırganlığı ile savaşmak üzere daha geniş politik düzleme genişletilmelidir. Ancak işçi sınıfı açısından bütünlüklü bir anti-kapitalist yaklaşım elde bir sayılamaz. O halde, özel ve kamusal, geçici ve kalıcı, kafa ve kol ama hepsi de sermayenin denetimi altında bulunan tüm istihdam alanlarına doğru büyüyen ve yayılan aşağıdan bir işçi öz-örgütlenmesi sürecinin ihtiyacına inanıyoruz; Cobas konfederasyonunun amacı budur.
Cobas kimdir?
“Cobas” comitati di base; yani taban komitelerinin kısaltmasıdır. Cobas çekirdeğinin bir bölümü 1960’lardaki kendiliğinden fabrika işçileri ayaklanmalarını, hizmet sektörü işçilerini, geçici işçileri ve 1970’ler ve 1980’lerde işsiz kalanları; ve ilk Cobas’ın kurulduğu 1990’ların başlarındaki neo-korporatif resmi sendikalara karşı yükselen kitlesel taban protestolarını kapsamaktadır. Cobas konfederasyonu “Okul Cobas” ve zaten sağlık hizmetindeki, sivil hizmetlerdeki, iletişim ve enerji işletmelerindeki işçileri bir araya getirmiş olan “Ulusal Cobas Koordinasyonu”nun birleşmesi ile 1999 Mart ayında kuruldu.
Büyük resmi sendikalarla keskin bir karşıtlık içinde olan bağımsız bir öz-örgütlenme sendikası yaratma kararı, bu sendikaların, merkez sol hükümetler döneminde zirveye ulaşan yeni liberalizmle işbirliği siyasetlerinin reddiyesinden kaynaklandı. Bir olgu olarak, bu “devlet sendikalarının” işin esnekleştirilmesi ve ücretlerin ortalanması siyasetleriyle işbirlikleri bu dönemde mutlak anlamda belirleyiciydi.
Modelimiz yurtdışında bir tür İtalyan anormalliği olarak ele alındı, ancak Fransa’da bazı yankılar buldu. Geleneksel sendikalardan tanımsal olarak farklı alternatif bir organizasyon yaratma kararı, bizim sendika ve politik mücadele kavrayışımızın, bu resmi sendikalarınkiyle uyuşmaması ile bağlantılıdır. Bu sendikalar; devlet tarafından birçok amaç nedeniyle, (sürekli olarak büyüyen bir görevliler ve bürokratlar ordusunu beslemek için yaşamsal olan) ekonomik kaynaklarla beslenerek (vergi iadesinde kolaylık gibi işçi hizmetleri; emeklilik fonları; profesyonel eğitim), toplumsal çatışmayı toplumsal ortaklıkla ikame etmişlerdir. O halde, bu örgütlenmelerin stratejilerini herhangi bir içsel isyan ya da örgütlü azınlığı cezalandırma üzerine dayandırmaları şaşırtıcı değildir. Yani bu bürokrasilerin dışında örgütlenme yönündeki kaçınılmaz ihtiyaç, sendikal etkinliğin tam-gün maaşı ödenmiş bir meslek olarak görülmesi ilkesinin berrak biçimde reddedilmesiyle işe başlamalıdır.
Cobas Konfederasyonu politik, sendikal ve kültürel bir kuvvettir. Politik ve sendikal mücadelenin yeniden bileşimi en önemli temel ilkemizdir; bu ilke ise toplumsal öznelerin, maddi çelişkilerden başlamak üzere, kendilerinin genel olarak tüm toplumla nasıl bir bağlantı içinde oldukları yönünde bir kavrayış geliştirememeleri durumunda, sınıf bilincine de asla ulaşamayacakları yönündeki farkındalığımızdan köklenmektedir. Bizim hem politik hem de sendikal bir örgütlenme; yani genel bir tarzla eyleme geçen, ekonomik ve politik mücadeleleri bir araya getiren toplumsal bir kuvvet olmayı istememizin gerçek anlamı da budur. Bu da en aktif olduğumuz yer olan işyerleri hakkındaki vurgumuzu açıklamaktadır ki, biz buralarda sendikal taleplere içsel olan sınıf çelişkisinin doğasını sürekli olarak teşhir etmeyi amaçlıyoruz.
Cobas Konfederasyonu hem işçilerin öz-örgütlenme ilkesine hem de “pasiflik” (delega) kültürüne karşı mücadele ilkesine dayanmaktadır. Bu sonuncusu uzun zamandır sendikal kültüre egemen olduğu kadar, Fordist toplumların işçilerinin düşünme ve davranışlarına da egemendir. Bu kültür insanın kendi haklarının savunusunu profesyonel sendikacılara bütünüyle delege etmesi, işçilerin pasifleştirilmesi ve onların kendi yaşam koşullarının ve bu koşulların nasıl değiştirilebileceğinin cahili haline getirilmesi öğelerinden oluşmaktadır. Böyle bir yaklaşım işçiler arasında hala derin köklere sahiptir. Bu da bir kez daha, kalıcı “meslekler” yaratan işverenlerin parasını ödediği çalışma zamanları da dahil militanlığı bir meslek olarak görmeyi neden reddettiğimizi açıklamaktadır.
Cobas Konfederasyonu her biri kendi tüzüğüne ve mali-operasyonel özerkliğine sahip olan endüstriyel ya da istihdam kategorileri gruplaşmalarından oluşmaktadır. Bu sistemin dikey doğası, işyeri Cobas’ının temsil ettiği taban öğesi, yerel endüstriyel gruplar ve konfederasyonun kendisi tarafından dengelenmektedir. Böyle bir sistem bizi bir yandan geleneksel sendikacılığın risklerine karşı korurken, öte yandan tipik sendikal ekonomik müdahaleler yoluyla, alanda gerçek bir büyüme olanağı yakalamayı sağlamaktadır. Konfederasyon düzlemi, güçlü politik anlamlarıyla birlikte, tekil endüstriyel kategorilerin dar odaklanma biçimlerini aşarak, toplumsal gerçekliğin daha karmaşık bir vizyonunu dile getirmekte, böylece kendisini oluşturan öteki politik gruplar ya da partilerden bağımsız özerk bir toplum analizine ulaşmaktadır.
Son mücadeleler
Son üç yılda Cobas Konfederasyonunun etkinlikleri hem kapitalist saldırının yoğunlaşması hem de Seattle sonrasında, yeni uluslararası hareket sayesinde yeni olanakların açılması ile son derece yaygınlaştı. Böylesine vaat edici bir aşamada bizler (ve diğer taban İtalyan örgütlenmeleri) birçok gösteri örgütleme ve toplumsal ve politik yaşamın önemli kesimlerine, özellikle de mülksüz ya da iktidarsız kesimlerine ulaşma şansı bulduğumuz kadar, İtalya’daki toplumsal çatışmanın yeniden kurulmasına önemli bir katkıda da bulunduk.
Bu dönemin bazı önemli anları 2001 Martında Napoli’de yapılan OECD forumuna yönelik protestolar, Cenova’
daki Temmuz gösterilerine katkılarımız, savaşa karşı 10 Kasımda Roma’da yapılan 150 bin kişilik güçlü gösteri, göçmenlerin Ekim ve Kasım arasında Berlusconi hükümetinin yeni kışkırtıcı yasasına karşı harekete geçirilmeleri, 19 Ocak 2002’de Roma’da göçmenlerin düzenlediği 150 bin kişilik dev gösteri ve Roma’da 9 Martta 70 bin kişinin katıldığı güçlü ulusal Filistin gösterisi olarak sıralanabilir.
Cobas Konfederasyonu işyeri çatışmalarında da aktif oldu; ulusal çalışma anlaşmalarının yenilenmesi ile ilgili çeşitli hükümet önerilerine karşı kampanyalar düzenledi. Ancak ana çatışma alanı geleneksel olarak güçlü olduğumuz ve sloganlarımızın birçok işçi için, resmi sendikaları kendi tabanlarının baskısı nedeniyle, “çatışmacılığı” yeniden hatırlamaya zorlayacak kadar önemli bir referans noktası haline geldiği okullardı. 31 Ekim 2001’deki okul grevi ve Roma gösterisi çatışmanın sonraki aylarda neredeyse tüm İtalyan okullarına sıçramasının yolunu açtı.
Diğer taban örgütlenmeleriyle birlikte hükümet ve patronların planlarına karşı genel bir grev inşa etmek üzere de çalıştık. 14 Aralık 2001’de birçok büyük kentte gösterilerle birlikte genel grev ilan ettik; bunu 15 Şubat 2002’deki tüm taban sendikalarının Roma’da 150 bin kişilik bir gösteri eşliğinde gerçekleşen daha büyük genel grevi izledi. Nisanda CGIL, CISL ve UIL ile aynı gün işçiler arasında üretken olmayan bölünmelerden kaçınmak için genel grev ilan ettik ancak sekiz farklı İtalyan kentinde ayrı gösteri ve yürüyüşler düzenlendi. Bunlara 300 bin işçi katıldı.
Nihayet, işçi haklarının genişletilmesini, devlet ve özel okulları eşitleyen yasanın iptali ve elektro-manyetik smog, gübre ve çöp yakma fırınlarının kullanımının sınırlandırılması için de referandum kampanyaları örgütledik.
Uluslararası komisyonla irtibat için: [email protected]
Adres: Confederazione COBAS, Viale Manzoni 55 – 00185 ROMA
tel. 0677591926 fax 0677206060 [email protected] – http://www.cobas.it