Son zamanlarda KESK içerisinde sendikal hareketin geleceğine ilişkin olarak yapılan tartışmalarda, hareketin yüzyüze olduğu krizi aşabilmek için en uygun anlayışın “Toplumsal Hareket Sendikacılığı” olduğu vurgulanıyor. Toplumsal Hareket Sendikacılığı’nın önde gelen “savunucuları” arasında bugüne dek KESK yönetimini elinde tutan kadroların bulunduğu dikkat çekiyor. Türk-İş’in yeni örgütlenme projesine ilişkin eğitim çalışmalarında en yoğun ilgi konularından birisini Toplumsal […]
Son zamanlarda KESK içerisinde sendikal hareketin geleceğine ilişkin olarak yapılan tartışmalarda, hareketin yüzyüze olduğu krizi aşabilmek için en uygun anlayışın “Toplumsal Hareket Sendikacılığı” olduğu vurgulanıyor. Toplumsal Hareket Sendikacılığı’nın önde gelen “savunucuları” arasında bugüne dek KESK yönetimini elinde tutan kadroların bulunduğu dikkat çekiyor.
Türk-İş’in yeni örgütlenme projesine ilişkin eğitim çalışmalarında en yoğun ilgi konularından birisini Toplumsal Hareket Sendikacılığı anlayışı oluşturuyor. Projenin AAFLI’da eğitilen “müdürü”, “bölgesel örgütlenme planı”nı açıklamaya çalışırken, dünyanın çeşitli yerlerindeki Toplumsal Hareket Sendikacılığı deneyimlerine başvuruyor.
“Toplumsal Hareket Sendikacılığı” anlayışı, yıllardır kilitlendiği sandıktan dışarıya, gün ışığına mı çıkarılıyor? Devlet güdümlü ve bürokratik sendikal yapıların pratik bir eleştirisi olarak gelişen “Toplumsal Hareket Sendikacılığı”nın, bürokratik sendikal merkezlerin bir “kurtuluş reçetesi” olamayacağı ortada. KESK’in yönetici kadroları ve Türk-İş uzmanları yıllarca “yabancı ve iktidarlarını tehdit eden” bir fikir gözüyle baktıkları “Toplumsal Hareket Sendikacılığı” anlayışında nasıl bir “hikmet” bulduklarını fazlaca yazıya dökmedikleri için kesin bir şey söyleyebilmek güç. Ama devrimci sendikal kadroların bundan 9.5 yıl önce geleneksel işçi hareketinin krizine “güneyden verilen bir yanıt” olarak Türkiye sendikal hareketine tanıtmaya çalıştıkları bu alternatifin devrimci potansiyelinin en azından köreltilmeye çalışılmasını beklemememiz için de bir neden yok.
Bu nedenle Toplumsal Hareket Sendikacılığının bugün için önem taşıyan ayırt edici unsurları üzerinde yeniden ve yeniden durmakta fayda var.
Toplumsal Hareket Sendikacılığının Ortaya Çıkışı
1980’lerin ortalarında, devrimci dalga geri düşerken, Reagan-Thatcher gericiliğinin sosyalizme, sömürgelere ve işçi sınıfı hareketlerine saldırısı SSCB’yi dağılmanın eşiğine doğru sürüklerken, Güney Afrika’da, Brezilya’da ve Güney Kore’de, Filipinlerde güçlü “işçi hareketleri” yükseliyordu. COSATU, Güney Afrika Ulusal Kongresi’nin omurgasını oluşturarak Irkçı rejimin sonunu hazırlıyor; KMU Marcos diktatörlüğünün devrilmesinde kilit bir rol oynuyor, CUT ve KCTU Brezilya ve Kore’de siyasal-toplumsal güç dengelerini, askeri diktatörlüklerin tasfiyesini zorunlu hale getirecek bir tarzda dönüştürüyorlardı. İşçi sınıfı hareketi “sömürgeler dünyası”nda o güne dek hiç görülmediği şekilde, ilerici siyasal ve toplumsal süreçlerin motoru ve bütünleştiricisi haline geliyordu. COSATU, KMU, CUT ve KCTU birer sendikal konfederasyondu; ama bu sendikalar o güne dek alışılmamış tipte sendikalardı.
Örgütlenme işyeriyle sınırlı değildi; işyeri ve işçi mahalleleri aynı sendikal örgütlenmenin mekanlarıydılar. Ücret ve çalışma koşullarıyla sınırlı olmayan bir mücadele anlayışıyla hareket ediyorlardı; ulaşım ve konut sorununu da sendikal mücadelenin temel bir konusu olarak görüyorlardı, genel eğitim ve sağlık sorunlarını da, taşeron anlaşmalarının denetim altına alınmasını da. Üyeleri de “standart” işçilerle sınırlı değildi. Elbette, büyük madenlerde, metal, tekstil ve kimya fabrikalarında, belediyelerde örgütleniyorlardı ama balıkçıları, evde çalışan kadınları, taksi şöförlerini, sözleşmeli çiftçileri de örgütlüyorlardı. Grevi “iş bırakma”nın ötesinde “hayatı durdurma” eylemi olarak anlıyorlardı; kepenkler, kontaklar kapanıyor, ulaşım durduruluyor, balıkçılar denize açılmıyorlardı. Kooperatifler, dayanışma ağları, yoksul mahalle dernekleri bu sendikalar tarafından korunuyor, sosyal hak talepleri cinsiyetçiliği aşan bir sosyal örgünün gereksinimlerine göre biçimlendiriliyor, böylece kadınlar, kronik işsizler, çocuklar ve gençler sendikal mücadelenin etkin birer unsuru haline getiriliyorlardı. Bu sendikalar, ne devletin ne de politik partilerin “güdümünde”ydiler, “partiler-üstü” de değildiler. Güncel taleplerini bir toplumsal dönüşüm programı çerçevesinde tanımlıyor ve politik mücadele süreçlerine kendi örgütsel ve demokratik iradeleriyle katılıyorlardı.
Daha sonra “Toplumsal Hareket Sendikacılığı” olarak adlandırılacak olan bu sendikal pratikler işçi sınıfını halkın bütün diğer kesimleriyle ve bütün ezilen kategorilerle bütünleştiriyor, yeni sosyal hareketlerle kurduğu geliştirici etkileşimler ve özgürleştirici-yaratıcı hareket biçimleriyle içerisinde geliştiği toplumlarda yeni bir “sol canlanma dönemi”ni başlatıyordu.
Toplumsal Hareket Sendikacılığı: Bir Model mi?
Geleneksel sendikal hareket daralan tabanı ve bürokratik hantal mekanizmalarıyla krize girerken, ortaya çıkan ve gelişen bu yeni sendikal hareketlerin “sırrı” neydi? Güney Afrika’da, Brezilya’da, Güney Kore’deki işçi önderleri dünyanın geri kalan bütün ülkelerindekilerden daha eğitimli, daha zekii, daha cesur muydular? Bu sendikal hareketilerin herkesin uygulayabileceği sihirli bir “reçetesi” mi vardı?
Bu hareketler “lider hareketleri” değildi ve bu sendikalar inceden inceye hesaplanmış bir örgütlenme planının adım adım uygulanmasıyla yaratılmadılar. Herşeyden önce Toplumsal Hareket Sendikacılığı, 1970’li yıllardan itibaren yaşanan büyük proleterleştirme dalgasının bir görünümü olarak ortaya çıktı. Çalışabilir nüfusun büyük yığınlarını mülksüzleştirerek ücret gelirine mecbur bırakılması, “esnek üretim modelleriyle” serbest işgücü kitlesinin bütün “zayıflıklarını” değerlendirebilecek bir rekabetçi emek pazarının yaratılması karşısında, geleneksel bürokratik-kitle sendikaları işçi sınıfının bütünü için bir savunma mekanizması oluşturamadı.
Böylesi bir savunma düzeneğinin oluşturulabilmesi için,
1- Kronik yoksulluk koşularında işçileştirilen büyük yığınların tümünü, işçileştirildiği ve sömürüldüğü bütün mekanlar ve statüler içinde kucaklayabilecek esneklikte bir heterojen örgütlenmeler dizisinin;
2- “Rekabetçi bir emek pazarı”na temel oluşturan toplumsal “zayıflığın istismarına” karşı tüm “zayıfları”, kadınları, çocukları, göçmenleri toplumsal talep hareketleri içinde bütünleştiren bir mücadele programının;
3- Mal ve hizmetlerin üretiminin esneklik kazandığı koşullarda, bütün kent mekanını “işyeri” olarak kavrayan ve bu mekanı sermaye açısından kullanılamaz hale getiren mücadele yöntemlerinin;
yaratılmasına, koordine edilmesine ve kurumlaştırılmasına ihtiyaç bulunuyordu. Böylesi bir örgütlenmeler ve mücadeleler dizisini, “Serbest Emek Pazarı”nı denetleyecek bir düzeye ulaştırabilmek için gereken para, insan gücü ve maddi altyapıyı devlet dışında hiçbir bilinçli öznenin bir araya getiremeyeceği ortadadır. Dolayısıyla, Toplumsal Hareket Sendikacılığı “keyfi” bir stratejik seçimin değil ancak güçlü bir kitle dinamizminin ürünü olarak ortaya çıkabilirdi.
Bu kitle dinamizmi, potansiyel olarak eski geçim araçlarını yitirmiş, yeni ve güvenceli bir geçim yolunu ise oluşturamamış olan, yani proleterleşme sürecindeki yığınlarda bulunuyordu. “İşçi sınıfının içine doğru çözülmekte olan” bu yığınların “hareketli” toplumsal varoluşlarının bir sınıf hareketine dönüştürülebilmesi ancak güçlü bir bilinç sıçraması ile birlikte gerçekleştirilebilirdi. Bu nedenle hemen bütün Toplumsal Hareket Sendikacılığı olguları, içeri
sinde geliştiği toplumlar için ilerici bir anlam taşıyan politik “geçiş süreçleri” içerisinde ortaya çıkmış, ilerici politik-toplumsal süreçlerle birlikte gelişmiş ve bu süreçlerin sürükleyici güçlerinden birisi oldukları ölçüde başarı kazanmışlardır. COSATU Apartheid’in çözülüşü sürecinde, CUT Brezilya’da sivil yönetime geçişi ifade eden apertura sürecinde, KCTU askeri rejimin çözülüşü sürecinde, Filipinler “1 Mayıs Hareketi” Markos diktatörlüğü sarsılırken doğdu.
Diğer yandan söz konusu geçiş süreçleri, bu hareketlere az-çok etkili bir toplumsal konum kazandırarak tamamlandığında, sendikalar, bürokratikleşme, politik alanla ekonomik alanı birbirinden ayırma eğilimleri göstermişlerdir. COSATU, CUT ve KCTU sivil yönetime geçildikten ve tanındıktan kısa bir süre sonra geleneksel sendikal hareketi andıran bir gelişme doğrultusuna yönelmişdir. Bununla birlikte, toplumda süre giden işçileşme süreçleri bu oluşumları kısa sürede etkileyebilmekte ve Toplumsal Hareket Sendikaları hareket içinde yenilenebilmektedir. COSATU, ANC iktidara geldikten kısa bir süre sonra hükümetin dayattığı özelleştirme programlarına karşı mücadele içinde ana muhalefet örgütü konumunu kazandı; Topraksız Tarım İşçileri Hareketi, daha Lula iktidara gelmeden önce CUT’un iktidardan bağımsız bir konum kazanmasında etkili oldu; G.Kore kapitalizminin sağladığı yerel sermaye birikiminin “düzenli” bir sendikal yaşama izin vereceği beklentisiyle kısa bir süre için geleneksel sendikal harekete benzer bir rutine sürüklenen KCTU, Asya Krizinin hemen öncesinde gelişmeye başlayan Kamu Çalışanları Hareketinin kriz sonrasındaki gelişmesiyle her bakımdan kendini yeniledi.
Dolayısıyla “Toplumsal Hareket Sendikacılığı” kavramı bugün yaşadığımız sendikal krizin aşılması için başlı başına bir reçete değildir. Toplumsal hareket sendikacılığı, ancak emek ile sermaye arasındaki toplumsal güç dengesini köklü bir biçimde dönüştürmeye yönelen bir emekçi halk hareketi olarak var olabilir. Hareketin nesnel toplumsal temelini nüfusun büyük bir bölümünü içine alan bir işçileştirme dalgasının varlığı, politik koşulunu ise “yönetenlerin eskisi gibi yönetemediği, yönetilenlerin ise eskisi gibi yönetilmek istemediği” bir ulusal krizin varlığı oluşturmaktadır. Bu temel koşullar çerçevesinde işçi sınıfının en geniş kitlesinin Sendikal bir Toplumsal Hareket halinde örgütlenebilmesi için bu hareketin aynı zamanda toplumun bütün ilerici güçlerini kapsamaya uygun bir politik toplumsal hareket ve güç merkezinin oluşumunu da öngörmesi gerekir.
DİSK’iyle, KESK’iyle, TTB ve TMMOB’siyle ilerici geleneğin hatırı sayılır bir ağırlığa sahip olduğu Türkiye işçi sınıfı hareketinin yıllardır sürmekte olan krizini aşacak bir kitle hareketi alternatifini neden yaratamadığını da bu “gerekler”le açıklayabiliriz:
1- İlerici sendikal hareket, geleneksel sanayii ve hizmet işçileri ile nüfusun yeni/esnek/güvencesiz koşullarda işçileşen bütün kitlesinin gereksinimlerini kaynaştıran bir talep hareketi olmaktan ısrarla kaçınmaktadır.
2- Diğer yandan, sendikal hareket, toplumun bütün ilerici güçlerini kapsamaya uygun bir politik toplumsal hareket ve güç merkezi oluşturma görevini ancak çok kısa süreli formlar içinde üstlenmekte, (1 Mart ve 1 Mayıs Platformlarında olduğu gibi)uzun vadede ise politika alanını “temsili” partilere bırakmakta ve sendikal mücadeleyle politik mücadeleyi bütünleştirecek bir “esnek mücadele” ve “örgütlenme” zeminini oluşturamamaktadır.
Toplumsal hareket sendikacılığına ilişkin tartışmalarda gerçekte neyin kastedildiğini anlayabilmemiz için bu iki nokta açısından neyin savunulduğu ve önerildiğine bakmak yeterli olacaktır.
Toplumsal Hareket Sendikacılığında Militan Bir Örnek
SINTRAEMCALI
1986-2003 yılları arasında 3600 sendikacının ölüm mangaları tarafından katledildiği Kolombiya, yoksul koka üreticisi köylüleri örgütleyen FARC gibi kır ağırlıklı politik hareketlerin yanı sıra güçlü bir politik işçi hareketinin gelişimine de sahne oluyor. Cali eyaletindeki kamu elektrik, su ve telekomünikasyon hizmetlerinin özelleştirilmesini durduran SINTRAEMCALI (EMCALI Yerel Hizmet İşçileri Sendikası), militan eylem çizgisi ve yeni-liberalizme karşı ortak mücadeleyi inşa etme çabalarıyla toplumsal hareket sendikacılığının en militan örneklerinden birisini oluşturuyor.
1994 yılında sendika önderliğinin pasif ve uzlaşmacı tutumuna karşı örgütlenen işçi komitelerinin yarattığı dönüşüm üzerinde biçimlenen bugünkü SINTRAEMCALI, özelleştirme karşıtı militan eylemlerin ve yeni-liberal yıkımın mağdurlarıyla kamu işçileri arasındaki yeni dayanışma biçimlerinin önünü açan stratejiler benimsedi. 1995 yılında sendikanın başkent Bogota’daki İspanyol Büyükelçiliğini, 1996’da EMCALI üretim işyerlerini (6 gün) ve 1998’de de şirketin merkezi idare binasını (CAM Tower) (14 gün) işgal etmesi ile yükseltilen özelleştirmelerin durdurulması mücadelesi, 2001 yılında yine şirket merkezinin 36 gün işgal edilmesi sonrasında işçilerin zaferiyle sona erdi.
EMCALI işçilerinin diğer yoksul emekçilerle kurduğu dayanışma ilişkilerinin merkezinde, eyaletin en yoksul mahallelerindeki öğrencilere temel eğitim hizmetleri veren SINTRAEMCALI Enstitüsü var. Enstitü tüm sendika ve yoksul mahalle hareketlerinin militanlarına halk eğitiminin yanı sıra insan hakları eğitimi de sağlıyor. Eğitim çalışmalarına, yerel televizyon kanallarında yayınlanan ve kentin toplumsal, ekonomik ve politik krizine ilişkin canlı bir tartışma forumu yaratılmasını sağlayan haftalık Despertar Popular (Popüler Sabah Programı) eşlik ediyor.
Sendika 2001 yılından itibaren Minga Comunitarios isimli yeni bir halk festivali; daha doğrusu bir ortak çalışma festivali düzenlemeye de başladı. Her hafta sonu eğitim, sağlık, kamu hizmetleri gibi çeşitli sektörlerden işçilerin, kentin en yoksul mahallelerindeki halka ortaklaşa hizmet götürdüğü Minga Comunitarios, aslında SINTRAEMCALI militanları, önderleri ve uzmanlarının son birkaç yıldır üzerinde çalışmakta oldukları Plan PARE (EMCALI’nin Kurtuluşu Planı) çalışmasının bir parçası. Başlangıçta şirkette dönen milyonlarca dolarlık yolsuzlukların teşhir edilmesini merkezine alan Plan faaliyetleri, birkaç yıl içinde şirketin kentin toplumsal ihtiyaçları gereğince nasıl yeniden şekillendirilmesi gerektiğini gösteren bir alternatif çalışmasına dönüştü. Şirket, 2001 yılında sendika tarafından hazırlanan bu taslağın ana hatlarını benimsemek zorunda kaldı.
Sendikanın kentteki diğer toplumsal hareketler ve sendikalarla olan yatay ilişki kanalları, (sendikalar, toplumsal hareketler ve mahalle örgütlerini kapsayan) yerel grev komuta komitelerinden, 20’ye yakın toplumsal hareketle birlikte örgütlenen geniş bir insan hakları kampanyasına dek uzanan bir çeşitlilik gösteriyor.
CAM Tower İşgali
25 Aralık 2001’de başlayıp 36 gün süren CAM Tower işgali de, sendikanın bu çok çeşitli ortak mücadele ilişkileri ile zafere ulaşabildi. İşgal boyunca tüm kentte on binlerce kişi toplantılar düzenledi, yolları kesti ve özelleştirmeye karşı verilen mücadeleye katıldı. Sendikanın işgal süresince savunduğu taleplerse, asla kendi üyelerinin dar ekonomik çıkarlarıyla sınırlı olmayan bir çerçeveye işaret ediyor; sendika kentteki tüketici mallarının fiyatlarının dondurulmasından şirketi yağmalayan üst düzey yönetimin yargılanmasına dek uzanan bir talepler yelpazesini savunuyordu. Sendikanın ulusal düzeyde kurdu