Memlekette uzun yıllardır yapılamayan demokrasi işleri hükümetlerin kendi aklına gelmezken AB emredince hepsi birer birer yapılıyor. Kendi memleketinde külhanbeyi kesilen Tayyip, Avrupalının karşısında çıkınca süt dökmüş kediye dönüyor. Burada “Bize karışamazsınız” diye dayılanıyor ama Avrupa’ya (valla ben öyle söylemek istemedim) anlamına gelen laflar geveliyor. Zina meselesinde memleket kadınlarının namus bekçisi kesildi ama Avrupa’ya gidince namus […]
Memlekette uzun yıllardır yapılamayan demokrasi işleri hükümetlerin kendi aklına gelmezken AB emredince hepsi birer birer yapılıyor. Kendi memleketinde külhanbeyi kesilen Tayyip, Avrupalının karşısında çıkınca süt dökmüş kediye dönüyor. Burada “Bize karışamazsınız” diye dayılanıyor ama Avrupa’ya (valla ben öyle söylemek istemedim) anlamına gelen laflar geveliyor.
Zina meselesinde memleket kadınlarının namus bekçisi kesildi ama Avrupa’ya gidince namus falan kalmadı aklında. Elin Avrupalısı kaşlarını çatınca başka oluyor. Bu ülkenin kadınları (Biz kendimize sahip çıkarız, bekçi istemeyiz) deyince kadınları fırçalamasını bilen Tayyip AB ülkelerinden fırçayı yiyince çaresiz geri adım atıyor.
AVRUPA NE İSTİYOR?
Avrupa’nın derdi Türkiye’nin demokratikleşmesi ya da Türkiye insanının huzur içinde yaşaması değil. AB’nin derdi yıllarca Amerika’nın çiftliği haline gelen Türkiye gibi büyük bir ülkeyi biraz da kendilerinin sömürmesi. Bunun için Türkiye’nin yasalarını kendilerininkine benzetmek istiyorlar.
AB’nin ‘Bu yasaları mutlaka çıkart’ dediği yasaların önemli kısmı Avrupa’da işçilerin dişe diş mücadeleyle kazandığı haklar. Avrupa’da bugün birazcık demokrasi varsa işçilerin bu ölümüne kavgası sayesindedir. Son 10 yıldır işçi örgütlerinin zayıfladığını gören sermaye devletleri yeniden işçi sınıfına karşı saldırıya geçti. Yavaş yavaş işçilerin haklarını tırpanlamaya başladı.
AB esas olarak emperyalist amaçlar güden bir birliktir. Bu anlamıyla Amerika’dan bir farkı yoktur. Ancak AB daha üstü örtülü yöntemlerle kendisinden güçsüz ülkeleri kendine bağlamaya çalışır.
1995 yılında AB ile Türkiye arasında Gümrük Birliği Anlaşması imzalandı. Herkes o zaman da bayram etmişti. Ekonomimiz çok güçlenecek, işsizlik bitecek denmişti. Ne oldu? Türkiye’nin Avrupa’ya sattığı 30, Avrupa’nın Türkiye’ye sattığı 70.
Gümrükleri serbest bırakmanın acı sonu bu. Gümrük Birliği’ni girildikten bu yana Türkiye daha da yoksullaştı. Sanayisi de daha kötüleşti, tarımı da …
Ülkede ne üretileceğini ne satılacağını onlar belirliyor, hangi yasalar çıkacak onlar belirliyor… Bu ülkenin hükümeti ne işe yarıyor anlamak mümkün değil.
DEMOKRASİ KULLANINCA OLUR
AKP hükümeti de bundan önceki hükümetler de AB’nin demokrasi fetvalarına (gık demeden) boyun eğiyorlar. Ancak vatandaşlarımızın da çoğu bu işten memnun. İşin arkasını dinlemeden anlamadan ‘AB’ye gireceğiz’ diye sevinip duruyorlar. Kimsenin aklına şu soru gelmiyor. Madem bu yasalar iyiydi de bunları AB söylemeden niye çıkartılmıyor? Bu durumda şöyle bir şey oluyor. Aslında hükümetler milletin iyiliğini istemiyor ama AB korkusundan mecburen yapıyor. Peki AB niye Türkiye insanının iyiliğini istesin. Bosna Herseklileri, Kosovalıları birbirine düşüren Avrupalı devletler niye bizlerin iyiliğini istesin ki?..
Türkiye halkının şaşkınlığını bir yana bırakırsanız bütün bu işlerde ne yaptığını bilen iki kesim var: Bunlardan birincisi AKP Hükümeti diğeri de büyük sermaye kesimi. AKP Hükümeti Türkiye gibi bir ülkede uzun süre iktidarda kalamayacağını biliyor. Çünkü halka hizmet etmek isteyen bir partinin iktidara gelmesine egemen güçler izin vermezler.
Kapitalist düzenin çarkı işçiyi, emekçiyi ezmek üzerine kurulmuştur. Eğer kafanızda bunun dışında bir düzen yoksa, yapacak bir şeyiniz yok. AKP hükümeti de bunu bildiğinden icraatlar başladıkça halkın kendinden uzaklaşacağını görüyor. Bu yüzden sırtını ABD’ye, IMF’ye ve AB’ye dayıyor ki ayakta kalabilsin. Eğer IMF borç vermeyi bir keserse Türkiye’nin hali perişan. Bütün ekonomi borç para üzerinden dönüyor. Öyle olunca da hükümetler her dediklerini yapmakla görevli oluyorlar.
Büyük patronlar da koşulsuz AB’yi istiyor. Çünkü onlar da küreselleşme denilen bu dünya pazarı olma halinde yeterince güçlü değiller. Türkiye işçisinin kanını emdiler ama yine de yetmiyor. Bu nedenle taze paraya ihtiyaçları var. AB’ye girilince gelecek paralar bu kesimin iştahını kabartıyor. Bütün dertleri bu.
Bu işlerden halka ne düşer. Hiçbir şey. Trilyonlarca lira borç alınıyor. Nereye gidiyor bu paralar. Okul mu yapılıyor, yol mu, yoksa hastane mi? Hayır, para yine büyük sermaye sahipleri arasında dönüp dolaşıyor. Bu demokrasi işi de böyle. Şimdi demokrasi lafazanlığı yapanlar yarın yoksul halkın hakkını araması karşısında söylediği sözlerin hepsini unutacaktır. Şimdilik örgütlü kesimlere bin türlü yalanla saldıran iktidarlar yarın yoksullar insanca yaşam istiyoruz diye sokaklara doluşunca bu kez aynı saldırganlığı onlara karşı gösterecek. Yarın on binlerce yoksul bu adaletsiz düzenin temellerini sarsmaya başlayınca bu demokrasi maskesinin düşmesi o kadar uzun sürmeyecektir.
Özetle bu işten de patronlar ve hükümetler dışında kazanan kimse çıkmayacaktır. Bu ülkenin halkı ne zaman bu aşağılık kapitalist düzene baş kaldırır ve insanca yaşamak istediğini sokak sokak bağırır ve bir güç olduğunu gösterir bu ülkeye demokrasi o zaman gelir. Ancak bu halk kendi gücünü gösterirse insanca yaşama hakkını elde eder. Esas iş haksızlığa ve zulme karşı çıkmakta, AB işin hikayesi…