Demek makûs (aksi) talihimiz, şimdiye dek AB’nin dışında kalmaklığımız imiş. Nasıl oluyorsa, henüz elli yıllık geçmişi olan Avrupa bütünleşmesine katılmak, meğer bizim iki yüz yıllık toplumsal ütopyamız imiş. Eğer öyle ise atalarımız İstiklâl Harbini yapmakla hata etti. Zira İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan yönetiminde kalsa idik hiç şüphesiz Türkiye toprakları çoktan AB içinde olurdu. Yazar […]
Demek makûs (aksi) talihimiz, şimdiye dek AB’nin dışında kalmaklığımız imiş. Nasıl oluyorsa, henüz elli yıllık geçmişi olan Avrupa bütünleşmesine katılmak, meğer bizim iki yüz yıllık toplumsal ütopyamız imiş. Eğer öyle ise atalarımız İstiklâl Harbini yapmakla hata etti. Zira İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan yönetiminde kalsa idik hiç şüphesiz Türkiye toprakları çoktan AB içinde olurdu. Yazar da ‘makûs talih’ ifadesini kullanmakla besbelli bunu ima etmektedir. Zira bu ifade, Kurtuluş Savaşı’mızda kritik bir çatışma akabinde Mustafa Kemal’in Miralay İsmet Bey’e gönderdiği söylenen “Siz yalnız düşmanı değil, milletin makûs talihini yendiniz” telgrafında geçer.
AB üyeliği tartışmasının hızlandığı son yıllarda Türkiye’de demokratikleşme alanında önemli gelişmeler olduğu bir gerçektir. Ama bu gelişme AB’nin ve AB’nin yerli muhiblerinin Türkiye halkına dayatmalarıyla mı gerçekleşti? Türkiye halkı zaten demokrasi istiyor, yıllardır binbir fedakârlıkla ve meşakkatla mücadelesini veriyor. Bizim işbirlikçi burjuvaların AB sevdası sayesinde, halkın yaptığı demokratikleşme baskısına AB’nin dayattığı şart-şurt katıldı. Demokratikleşme alanında ne olduysa, her şeyden önce Türk ve Kürt emekçilerinin mücadelesiyle başarıldı. O mücadele olmayınca uygulamanın nerede kaldığını biliyoruz. Yasak olmasına rağmen Türkiye’de her Allah’ın günü birçok işyerinde sendikaya kaydolduğu için işçiler işten çıkarıldığında AB’den çalışma müfettişi mi geliyor ya da gelecek?
Emekçi halk acilen demokrasi gereksediği için burjuvalar Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğini, Türkiye’nin demokratikleşme meselesi olarak göstermektedir. Türkiye burjuvaları için AB’nin önemi, talan ettikleri ülkede halkın bilinci ve direnmesi karşısında AB desteği ile onu uyutmak ve bastırmaktır. Burjuva aydınlarının gözünde AB üyeliği vizesiz seyahatler, Avrupalı sivil toplum örgütleriyle kaynaşmak ve onların kaynaklarından yararlanmak demektir. AB için ise, Türkiye’nin önemi, AB’nin ABD’ye karşı nüfuz mücadelesinde ve Ortadoğu ve Orta Asya politikasında Türkiye’nin askerî gücünde ve stratejik konumundadır.
Demokratikleşme iyi de, AB’ye tam üyelik halkın iş ve aş sorununa ne katacaktır? Komisyon raporunda Türkiye’den beklediklerine bakın: Türkiye bankacılıkta ve sanayide devlet işletmelerinin özelleştirilmesini hızlandırmalı; hizmet sektöründe yabancılara karşı ayırımcılığa son vermeli; yabancı serbest meslek erbabının (mühendis, doktor, muhasebeci vs.nin) Türkiye’de faaliyet göstermesini kolaylaştırmalı; ithal mallarından tüketim vergisini kaldırmalı; yabancı sermaye yatırımlarının önünde kalan (ne kaldıysa?) engeller kaldırılmalı imiş vs. vs. Daha üyelik müzakeresi başlamadan ve Gümrük Birliği’nde olmamıza rağmen, AB kamu sektörümüzü özelleştirmemizi ve ekonomiyi yabancılaştırmamızı talep etmeğe devam etmektedir. Bunun emekçiler için anlamı açıktır.
On dokuzuncu yüzyılda Osmanlı Devleti’nin egemenleri, devlet tehlikeye düştüğünde siyasî varlığını kurtarmak için Avrupa emperyalistlerine, sermayedarlarına iktisadî tavizler verip durdu, ve devlet bu yolda battı. Şimdi de Türkiye’nin egemenleri bağımlı kapitalist düzeni teminat altına almak için Avrupa’nın siyasî oluşumuna girmeğe çalışmaktadır. Ama Osmanlı devlet adamları kadar siyasî bilinçleri olmadığı için iktisadî tavizleri önceden vermiş (Gümrük Birliği’ne girmiş) olup şimdi siyasî oluşuma kabul olmak için yalvarıp yakarmaktadırlar. Nitekim AB Komisyonunun Türkiye İlerleme Raporu ve Tavsiye Kararı’nda “Türkiye’nin AB’ye katılmasının (AB’ye) iktisadî etkisi olumlu ama nispeten küçük olur. Bunun sebepleri Türkiye ekonomisinin çok büyük olmaması ve tam üyelikten önce (Türkiye ile AB arasında) gerçekleşmiş olan iktisadî bütünleşmedir” demektedir. Yani “Bu işten bizim iktisadî kazancımız olmayacak, alacağımızı zaten alıyoruz” demektedir. Aynı şey Türkiye için de varittir; Türkiye ekonomisi AB ile bütünleşmiş olduğundan tam üye olsa bile ekonomiye “bölgesel yardımlar” dışında önemli bir etki yapmayacaktır. Yabancı sermaye yatırımlarında sıçrama beklentisi ham hayaldir.
AB egemenlerinin ve halkının bir kısmının Türkiye’nin üyeliğine teşne olmadığı ortadadır. Bu isteksizlik karşısında bizimkilerin yapabildiği tek şey “ciddiyet” “devlet adamlığı” “sözünde durmak” edebiyatıdır. AB ayak direrse bizimkiler lafı Avrupalıların “namusuna” “mertliğine”, “erkekliğine” de getirebilirler. Bizim egemenlerin AB edebiyatının en hoş nakaratlarından biri de “medeniyetler buluşması”. AB’nin Hıristiyan emperyalist-kapitalist medeniyeti ile Müslüman bağımlı kapitalist medeniyetimizi buluşturacaklar herhâlde.