Zina meselesini AB üzerinden tartışmak bu ülkenin insanlarına, aydınlarına, bilimine düşmanlıktır, hakarettir, inançsızlıktır, güvensizliktir. Bu nedenle bu tartışma sürdürülecekse AB işin içine hiç katılmadan tartışılmalıdır, illaki bir kriter aranacaksa bu da insan haklarının en temel ilkeleri baz alınarak yapılmalıdır. “Yetiş Ya Avrupa Birliği” yazınına son katkı Aziz Çelik’in Birikim’in 184-185. sayısında yayınlanan “AB Sürecinin En […]
Zina meselesini AB üzerinden tartışmak bu ülkenin insanlarına, aydınlarına, bilimine düşmanlıktır, hakarettir, inançsızlıktır, güvensizliktir. Bu nedenle bu tartışma sürdürülecekse AB işin içine hiç katılmadan tartışılmalıdır, illaki bir kriter aranacaksa bu da insan haklarının en temel ilkeleri baz alınarak yapılmalıdır.
“Yetiş Ya Avrupa Birliği” yazınına son katkı Aziz Çelik’in Birikim’in 184-185. sayısında yayınlanan “AB Sürecinin En Uyumsuz Alanı: Sosyal Haklar” başlıklı yazısı oldu. Bu yazı bizim açımızdan iki nedenle dikkate alınmayı gerektiriyor. Birinci neden doğrudan: Bizim AB’nin sosyal politikaları ile ilgili yazmış olduklarımızı, katı bir ifade ile “zımni” olarak ret ediyor, yumuşak bir ifade ile “anlamsız” buluyor. İkinci neden dolaylı: A. Çelik, kapitalizmin yasalarının işleyiş kurallarından bihaber gibi büyük bir kapitalist devlet/ülke/birlik olma amacı taşıyan AB’nin ve Türkiye’nin, kapitalizmin aslına rücu ettiği bir dönemde, sosyal politika alanında da önemli açılımlar sağlayabileceğini ileri sürüyor, bu nedenle “Yetiş ya AB”ciler safında yer alıyor. Yazı kendi içinde sorunlu ve yazarın beklentilerini boşa çıkaran pek çok örnekle dolu.
Ancak, buna rağmen mistik olarak “Yetiş ya AB” demekten geri kalmıyor. Bilim açısından olduğu kadar siyasal açıdan da sorunlu olan bu çağrıyı bir kez daha serin kanlı olarak tartışmakta yarar var. Bu yazının temel kaygısı da bu…
Önce bir soru: Kapitalizmin aslına rücu ettiği bir dönemde has kapitalist yapılanmalar, kar oranlarını yükseltmek, sömürü oranını artırmak, kar alanlarının kapsamını genişletmek mi ister, yoksa, tersine böyle bir dönemde bütün bunların önünde büyük bir engel oluşturan sosyal hakların daraltılmasını mı tercih eder? Bu soruya daha somut bir katkı için ek bir soru: Bugün, AB’nin en önemli bileşeni olan Almanya’da halk niçin Pazartesi Mitingleri düzenliyor? Katkıya devam: Fransa’da, İtalya’da, İspanya’da yüzbinlerce emekçi hükümetlerinin hangi kararlarını protesto için günlerce süren eylemler yaptı? Yakın zamanda yaşanmış ve hatırlanması zor olmayan bu dönemde yaşananların tamamı AB’nin bütünleşme sürecinin geriye çektiği sosyal politika alanı ile ilgili ve en çarpıcı gelişmelerde sosyal politikanın en önemli konusu olan sosyal güvenlik alanında, çalışma yasalarında yaşandı. Yani, AB’li emekçiler bu kez daha önceden kazanmış oldukları, bizim de bugün imrendiğimiz, haklarını korumak için mücadele ediyor, hükümetler de mücadele ile kazanılmış pek çok hakkı sermaye birikimini daha da hızlandırmak, kar oranlarını yükseltmek, sömürü oranını artırmak, kar alanlarının kapsamını genişletmek için çaba sarf ediyor. Üstelik pek çok yerde de sosyal demokrat partilerin iktidar da olduğu hükümetler aracılığı ile!
Sosyal güvenlik, çalışma ilişkileri ile ilgili yasal düzenlemeler AB’nin en sorunlu ve en çatışmalı konuları olarak mücadelenin eksenine oturmuşken, kapitalizmin aslına rücu ettiği bir dönemde AB’nin ve AB’ye üyeliğin sosyal politika alanında, sosyal haklar alanında daha ileri düzenlemeler yapması beklenebilir mi? A. Çelik, yazısında burada önemli sorunlar yaşandığını belirtmesine rağmen, kapitalizmin temel işleyiş mekanizmasını göz ardı ederek en azından Türkiye açısından daha ileri düzenlemelerin yapılabileceğini ileri sürmekte, buna da hükümetlerin direndiği Katılım Ortaklığı Belgeleri ve İlerleme Raporlarını kanıt olarak ileri sürmekte, “AB organları(nın) ise sosyal politika alanında geniş yorumu tercih” ettiğini belirmektedir. Bilimin temel işlevlerinden biri görüntü ile öz arasındaki farkı görmektir. AB organlarının sosyal politika alanında geniş yorumu tercih etmiş görünmeleri gerçeği yansıtır mı? Başka bir ifade ile dünyanın en önemli güçlerinden biri olmak isteyen bu kapitalist yapılanma, kapitalizmin temel işleyiş yasalarına aykırı olarak kar oranlarını düşürecek, sömürü oranını azaltacak, kar alanlarının kapsamını daraltacak bir sürece gerçekten onay verir mi? Sorunun yanıtı evetse, söylenecek bir şey yok!… Ancak, kapitalist bir yapılanma böyle bir illüzyon yaratabilir, çünkü, tersi durumda emekçilerin ciddi bir muhalefeti ile karşı karşıya kalabilir. AB’nin tüm içtenliğinin sınandığı yer de burasıdır: Bu söylem bir “görüntü” müdür, yoksa gerçek bir istem midir?
AB’nin sosyal politika alanında geniş yorumu tercih edip etmediğini bugünkü uygulamaları ile de test etmek mümkündür. Bu testin en önemli aracı da sosyal politikanın en önemli unsuru olan sosyal güvenlik ve çalışma yaşamını düzenleyen yasalardır. Bu durumda, A. Çelik ve onun gibi düşünenlerden AB’de bu alandaki geniş yorumlanmış uygulamaların neler olduğunun, ne gibi daha ileri düzenlemeler yaptığının, ne gibi geri düzenlemeler yaptığının yanıtını beklemek gerekir, ki bu önermeyi kabul edelim.
A.Çelik, bizden bir alıntı yaparak, zımni olarak AB’nin sosyal politikaya yönelik geniş yorumunu “yanlış” yorumladığımızı değerlendirmektedir.¹ A. Çelik’in “zımni” olarak karşı çıktığı görüşlerimizi birbirini kapsayan üç yazı ile dile getirmiştik.² Meraklısı bu yazılara bakıp, AB’nin sosyal politika alanında daha ileri düzenlemeler yapamayacağını, Türkiye’nin de AB’ye üyelik sürecinde bu alanda ciddi, kayda değer, önemli adımlar atamayacağını görebilir. Ortada duran başka bir soruya verilecek bir yanıt, aslında sosyal politika ve çalışma yasaları alanında AB’ye muhtaç olunup olunmadığını da gösterebilir: AB’nin sosyal politika ve çalışma yasaları ile ilgili düzenlemeleri, Türkiye’nin de onaylamış olduğu Uluslararası Çalışma Örgütü (UÇÖ/ILO) normlarından daha ileri midir? Değilse, neden UÇÖ’nün normlarının uygulanmasında ısrar etmiyoruz da kapitalizmin tüm kurallarını hayata geçirmek isteyen, bu nedenle sömürü oranını artırmak isteyen, kar oranlarını yükseltmek isteyen AB’ye “bel bağlıyoruz”?
Soru ortada duruyor. Mistizmden uzak, ikna edici yanıtlarını bekliyor.
(Not: A. Çelik’in Birikim’de çıkan yazısına ilişkin bir değerlendirmeyi ne yazık ki zamansızlık nedeni ile izleyen sayıda çıkacak bir yazıya dönüştüremedik. Ancak, bir sonraki sayıda bu yazının daha kapsamlı bir değerlendirilmesinin yapılması gerektiği de açık. Bunu da borç olarak üstleniyoruz!)
¹ “AB üyeliğinin, işçi sınıfı lehine olacağını söylemek ‘aymazlık, yeni mandacılık ve protektoracılık’ olarak nitelenmekte, dahası AB üyeliğinin lehte düzenlemeler bir yana var olan hakların da geriye çekilmesine yol açacağı ve işçi sınıfı adına AB’ye giriş savunacak bir şeyin olmadığı iddia edilmektedir” A. Çelik, “AB sürecinin en uyumsuz alanı: Sosyal haklar”, Birikim, Sayı: 184-185, Ağustos-Eylül 2004, s. 78. Dil önemlidir, bir görüşe katılmıyorsanız “iddia edilmektedir” dersiniz, katılıyorsanız “belirtilmektedir” dersiniz. A. Çelik, buradaki dili ile bu tespite katılmadığını belirtmektedir. Zaten yazının tamamı da bunu desteklemektedir. Ancak, neden böyle bir iddia da bulunulduğunu da belirtmek gerekir, en azında verilen öneklerden bir kaçına da yer vermek gerekmez miydi? Örneğin, İş Yasası’ndaki değişikliğin AB mevzuatına uyum adına yapıldığı, sosyal güvenlik “reformlarının” bunun bir parçası olarak hayata geçirildiğinden hiç mi söz edilemezdi?
² Yüksel Akkaya, Avrupa Birliği ve Emekçiler, Genel-İş Yayını, Ankara, 2000; S. Özbudun-T. Demirer (Derleyen), Avrupa Birliği ve Sosyalistler: Akıntıya Karşı, Ütopya Yayınevi, Ankara, 2000; Me
hmet Türkay (Editör), AB, Türkiye, Gerçekler ve Olasılıklar, YeniHayat Kütüphanesi, İstanbul, 2003.