9- SOSYAL GÜVENLİK SİSTEMİ DEMOKRATİK BİR PLAN ÇERÇEVESİNDE ELE ALINMALIDIR. Kaynakların kıt, ihtiyaçların sınırsız olması kaynakların planlı bir şekilde kullanılmasını gerektirmektedir. Ayrıca ülkemizde bölgeler arası ve gelir dağılımındaki eşitsizliğin giderilmesinin tek yolu planlı bir ekonomi politikalarının uygulanmasıdır. Ülkemizde politikalar kağıt üzerinde planlı olarak yürütüldüğü görünmektedir. Her beş yılda bir plan hazırlanmakta, şu anda VIII. Beş […]
9- SOSYAL GÜVENLİK SİSTEMİ DEMOKRATİK BİR PLAN ÇERÇEVESİNDE ELE ALINMALIDIR.
Kaynakların kıt, ihtiyaçların sınırsız olması kaynakların planlı bir şekilde kullanılmasını gerektirmektedir. Ayrıca ülkemizde bölgeler arası ve gelir dağılımındaki eşitsizliğin giderilmesinin tek yolu planlı bir ekonomi politikalarının uygulanmasıdır.
Ülkemizde politikalar kağıt üzerinde planlı olarak yürütüldüğü görünmektedir. Her beş yılda bir plan hazırlanmakta, şu anda VIII. Beş yıllık plan yürürlüktedir. Özellikle V. Beş yıllık plan döneminden sonra hazırlanan planların hiçbir geçerliliği kalmamıştır. Bu durumu dönemin Başbakanı “bize plan değil, pilav lazımdır” diyerek somutlamıştır. IV. Beş yıllık plana kadar kamu hizmetlerini koruyucu, geliştirici bir politikalar belirlenirken, özellikle V. Beş yıllık plandan itibaren Dünya Bankasına vermiş olduğu bir kredi ile planlara “Liberal politika”lar damgasını vurmuştur.
Devlet Planlama Teşkilat tarafından hazırlanan planların, yürütme üzerinde hiçbir bağlayıcılığı bulunmamaktadır. Hazırlanan planlara uygunluğu denetleyecek sorumlu bir birimde bulunmamaktadır.
İkinci sorun DPT tarafından hazırlanan Beş yıllık planın hazırlanış biçimindedir. DPT Yasası gereği her sektör için Özel İhtisas Komisyonları oluşturmaktadır. İhtisas Komisyonlarına birçok kamu kuruluşundan demokratik kitle örgütlerinden, sendikalardan doğru katılım sağlanmaktadır. Ancak bu komisyonların hazırlamış olduğu raporların önemli bir kısmı yok sayılmaktadır. Örneğin sekizinci beş yılık kalkınma planının ana metninde kamu yönetiminin iyileştirilmesi ve Yerel Yönetimler Özel İhtisas Komisyonlarının hazırlamış olduğu raporlardan tek bir cümle bile alınmamıştır.
Planlama kavramının içini boşaltan bu uygulamaya son vermek gerekir. DPT mevcut haliyle işlevsel değildir. Özellikle son dönemlerde yapılan kadrolaşmalarla DPT stratejik birimleri planlama felsefesini reddeden, piyasacı kadrolarla doldurulmuştur.
Hükümet hazırlamış olduğu Kamu Yönetimi Temel Kanunu yasa tasarısında stratejik planı esas almıştır. Kamu kuruluşlarını bir şirket gibi ele alan, onların hedef, misyon ve vizyonunu belirleyen piyasacı bir planlama mantığı getirilmektedir. Bu durum planlamanın içini boşaltmaktır.
Planlama ile ilgili öneriler;
• DPT Kuruluş Kanununun değiştirilerek demokratikleştirilmelidir.
• DPT’nin merkezi ve yerel düzeyde planlama yapacak şekilde taşra teşkilatları da bulunmalıdır.
• Planlama Komisyonları öncelikle kamu hizmetinden yararlananları yaşamsal öneme sahip kesimler tarafından oluşturulmalıdır. Yoksullar, işsizler, öğrenciler, sokak çocukları, kadınlar, işçiler, memurlar ve onların örgütlerinden planlama komisyonları oluşturulmalı.
• Planlama bağlayıcı olmalı, sektörel planlama komisyonlarının denetleme yetkisi de bulunmalıdır.
• Planlama programına uymayan kurum yetkililerinden hesap sorulma mekanizmaları oluşturulmalıdır. Bu yöneticilerin sektör komisyonlarınca geri çektirilmeleri ile ilgili düzenlemeler yapılmalıdır.
• Merkezi yönetim, merkezi ve yerel düzeyde hazırlanan planlamada öngörülen tüm kaynak ve donanımları sağlamamakla yükümlü kılınmalıdır.
•
10- SOSYAL GÜVENLİK KURULUŞLARI DEMOKRATİK DENETİME TABİ TUTULMALIDIR
Küreselleşme politikaları sonucunda sermaye hareketlerinde oluşturulan kuralsızlığın diğer alanlarda da yaygınlaştırılması genel eğilimdir. Yüzyıllar boyunca sürdürülen mücadeleler sonucu elde edilen kazanımlar, evrenselleşen kuralların ortadan kaldırılması istenmektedir. Bu durum denetim kavramını da doğrudan etkilemektedir.
Ekonomik, siyasal, idari ve yasama faaliyetlerini kapsayan bir denetim faaliyeti yerine kamu kuruluşlarını bir işletme gibi değerlendirerek, ekonomiklik, etkililik ve verimlilik gibi faaliyetlerle sınırlayan bir denetim modeli dayatılmaktadır.
Kaldı ki mevcut denetim sistemi oldukça yetersiz ve amacına uygun bir şekilde uygulanmamaktadır.
Denetim faaliyeti yalnızca bir kontrol etme ile sınırlı tutulmamalıdır. Denetleme faaliyetinin birçok boyutu bulunmaktadır.
Denetleme faaliyetinin kapsamı :
• Hizmetlerin ve uygulamaların iyileştirilmesi,
• Hizmet ve faaliyetleri geliştirme,
• Yol gösterme,
• İnceleme,
• Uygunluk tespiti,
• Yasal uygunluk ve yerindelik,
• Soruşturma,
• Öneri geliştirme,
• Rapor etme,
• Yargısal denetime zemin oluşturma.
Kapsamı oldukça geniş olan denetim faaliyetinin yalnızca fayda maliyet analizi ve belirlenen hedeflere karşılaştırma faaliyetine dönüştürülerek denetimin alanın daraltılması söz konusudur.
Hükümetin hazırlamış olduğu Kamu Yönetimi Temel Kanunu ve Kamu Mali Yönetimi ve Kontrollük Yasasında kamu kuruluşlarında performans denetimi getirilmektedir. Daha önce soruşturma, inceleme, hukukluluk denetimi yapan Teftiş Kurulları da kaldırılmaktadır. İç denetim ile ilgili yöneticinin belirlediği “iç denetçiler” tarafından dış denetim ise “Sayıştay” tarafından yürütülmesi önerilmektedir. Bir yönetici ile ilgili yolsuzluk iddiasını yine o yöneticinin görevlendireceği “iç denetici” soruşturacaktır. Bunun anlamı bundan sonra yapılacak olan “yolsuzlukların” örtbas edilmesidir.
Diğer taraftan şu anda görev alanındaki kurumların yalnızca %13’ünü bile yeterince denetleyemeyen Sayıştay, tüm kamu kurumlarının dış denetimini yapmakla görevlendirilmektedir. Burada da gizli bir amaç bulunmaktadır. Kamu Yönetimi Temel Kanunu’nun 40. maddesinde “dış denetim “Sayıştay” tarafından yapılır veya Sayıştay’ca belirlenecek usul ve esaslar çerçevesinde yaptırılır” denilmektedir. Yani Sayıştay, dış denetimi özel denetim şirketlerine yaptırabilecektir. Yani ülkemizde de “Artur Enderson” skandallarına yol açılacaktır.
Kamuoyunda denetimle ilgili tartışmalar “Teftiş Kurullarının” kaldırılıp kaldırılmamasına kilitlenmiştir. Bu durum denetim olgusunun kamuoyunda önemini azaltan bir etki yaratmaktadır. Şunu hemen belirtmekte yarar var, kamu kuruluşlarının ve yönetimin bağımsız ve özerkleştirilmiş “Denetleme Kurulları” aracılığıyla denetlendiği gibi, daha önce planlama bölümünde de belirtilmiş olan, demokratik denetim birimlerince de denetlenmelidir.
11- KAYIT DIŞI EKONOMİ BÜYÜDÜKÇE SOSYAL GÜVENLİK SİTEMİ KÜÇÜLECEKTİR.
Hükümetçe hazırlanan Kamu Yönetimi Temel Kanunu ve Kamu Mali Yönetimi ve Kontrollük Yasalarında, kamu kuruluşlarının ve kamu çalışanlarının performansının denetime tabi olacağı öngörülmektedir.
Performans kriterleri oluşturmak için “Strateji Geliştirme Başkanlıkları” adı altında yeni birimler kurulmaktadır.
Buradaki yaklaşım “kamu kuruluşlarını” bir şirket gibi ele almak ve bir özel şirketteki uygulamaları kamu kurumlarında da uygulamaktır. Kamu kuruluşlarının performansları kâr-zarar ve fayda-maliyet değerlendirmesine tabi tutularak belirlenecektir.
Ayrıca toplam kalite politikalarında uygulanacağından kamu kurumları belirlenen misyon, vizyon ve hedefler doğrultusunda denetime tabi olacaktır.
Bununla da yetinilmeyerek kamu kuruluşlarının ödenekleri, performans değerlendirmesine göre belirlenecektir. Yani parasız olarak vermesi gereken hizmetleri hangi kurum daha çok piyasa koşullarında satarak fazla kâr elde etmişse, onun performansı yüksek olacak ve ödenekleri ona
göre belirlenecektir. Kamu kuruluşları halkın ihtiyaç kurumu değil daha fazla “artı-değer” yaratmaya odaklanacaklardır.
İkincisi performans denetimi yalnızca mevcut kamu kuruluşları üzerinden yapılacağından ve birçok denetim birimleri ortadan kaldırılacağından ülkemizde devasa boyutlara ulaşan kayıt dışılık daha da büyüyecektir.
12- KAYIT DIŞI EKONOMİ İLE İLGİLİ VERİLER
1. MİLLİ GELİR AÇISINDAN KAYITDIŞI EKONOMİ
Kayıt dışı ekonomi doğrudan ve dolaylı olarak ölçülmektedir. Doğrudan ölçme yöntemlerinde, hanehalkı anketleri, işyeri anketleri, zaman kullanım anketleri, vergi anketleri ve diğer anketler kullanılmaktadır.
Dolaylı ölçme yöntemlerinde ise, çeşitli kaynaklardan elde edilen veriler arasındaki Farklar Yöntemi, Mali Yöntemler, Kaçırılan Gelirlerin duyarlılığı yöntemi, katılım oranları analizleri ve diğer yöntemler kullanılmaktadır.
Bazı araştırmacılara göre (Schneider) dünya ekonomisinde 9 trilyon dolarlık kayıt dışı değer bulunmaktadır. Dünya ekonomisinin 39 trilyon dolar olarak düşünüldüğünde kayıt dışılık oranı %24’lere varmaktadır. OECD ülkelerinde kayıt dışı değer %15 civarındadır. Türkiye için yapılan çalışmalarda bu oran %53’lere kadar çıkmaktadır. En son Öz İplik-iş tarafından yapılan kayıt dışı değer aşağıda gösterilmiştir.
Yıllar (1)
Kayıtlı
(Katrilyon TL) (2)
Kayıtdışı
(Katrilyon TL)
Kayıtdışı Oranı
(2/1
1994 3.877 2.686 69.1
1995 7.854 6.596 84
1996 14.978 8.358 55.8
1997 29.393 22.378 76.1
1998 53.518 44.170 82.5
1999 78.282 45.853 58.6
2000 125.596 68.747 54.7
2001 179.480 118.851 66.2
Kayıt dışı ekonominin, milli gelire oranı son 7 yıl içerisinde %84 ile %54 arasında gidip gelmektedir. Kayıt dışı ekonomiyi bütçe rakamları ile karşılaştırıldığında daha vahim bir tablo çıkmaktadır. 2000 yılının bütçe büyüklüğü 46.843 milyar TL’dir. Kayıt dışı değer 68.747 milyar olduğuna göre, kayıt dışı ekonomi, bütçenin %146’sı kadardır. 2001 yılı bütçe büyüklüğü 79.154 milyar TL, kayıt dışı değer 118.851 milyar TL olduğuna göre, kayıt dışı ekonomi bütçenin %150’si kadardır.
Kamu hizmetlerinin daha yaygın verilmesi, kamu çalışanlarının insanca yaşayacak bir ücret verilmesi için kaynak yok gerekçesine gösterenlerin, gerçeği ne kadar saptırdıkları ortadadır.
2. VERGİ AÇISINDAN KAYITDIŞI EKONOMİ
Kayıt dışı ekonomi, kamu otoritelerinin denetimi dışında kalan her türlü ekonomik işlemler olarak tanımlanmaktadır. Vergi açısından kayıt dışı ekonomi, bazıları yasalarla yasaklanmış faaliyet olduğu için, bazıları yasalarla yasaklanmamış bir faaliyetin bilinçli olarak kayıtlara geçirilmemesi, belgelendirilmemesi dolayısı ile vergilendirilmemesidir.
Daha önceki bölümlerde vergi ile ilgili kayıt dışı vergi rakamları ortaya konulmuştu. Ancak şunu belirtmekte yarar var, kamu çalışanlarının sayısı fazla bunu azaltmak gerekir gerekçesi de gerçeği yansıtmamaktadır.
Mevcut vergi denetmenleri, kayıtlı ekonomiyi bile yeterince denetleyememekte ve inceleyememektedir. Kayıtlı ekonomi kadar, kayıt dışı ekonominin olduğu söz konusu olduğuna göre bu alandaki istihdamın kat kat arttırılması ve yasal müeyyidelerin arttırılması gerekmektedir.
3. İSTİHDAM AÇISINDAN KAYIT DIŞI EKONOMİ
İstihdam açısından kayıt dışılığın büyük çaplara varması, o ülkedeki sosyal güvenlik sistemlerini olumsuz etkilemektedir. Kayıt dışı çalışma ya da çalıştırmada, elde edilen gelir üzerinden vergi, sosyal güvenlik kuruluşlarına ödenmesi gereken prim ve sosyal amaçlı kesintiler tahakkuku ettirilmemekte ve ilgili kurumlara ödenmemektedir. Bu durum üretim hacminin doğru hesaplanmasını da etkilemektedir.
Ayrıca kayıt dışı istihdam içinde yer almasına rağmen prim günleri eksik bildirimlerin (SSK için) oranı %50’dir.
Sosyal Güvenlik Kuruluşlarının Kayıtlılık Durumu
Toplam Bağ-Kur SSK Emekli Sandığı Kayıtlı Olmayan Oran
%
22.049 2.881 5.055 1.998 12.037 54.6
Kaynak : 1999, hanehalkı işgücü anketi
Sivil istihdam 22.049.000 iken sosyal güvenlik sistemlerine kayıtlı olanların sayısı 9.934.000 civarındadır. Yani çalışanların yalnızca %45.4’ü sosyal güvenlik sistemine kayıtlıdır. Emekli Sandığından kayıtdışılık olmayacağına göre Bağ-Kur ve SSK’da ciddi bir denetim yetersizliği olduğu ortadadır. Sosyal Güvenlik kuruluşlarını “kara delik” olarak gösterilmesi, bu gerçeğin saklanması içindir.
4. YASADIŞI FAALİYETLER (KARAPARA) VE KAYITDIŞI EKONOMİ
Yasadışı faaliyet (karapara) konusu suç olan ve yasalarla cezalandırılan faaliyetlerdir. Bu faaliyetleri ortadan kaldırmak için 3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzlukla Mücadele Kanunu, 4208 Sayılı Karaparanın Aklanmasının Önlenmesine Dair Kanun ve 4422 Sayılı Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanunları bulunmaktadır. Ancak bu yasa hükümleri ancak gelir düzeyi düşük olan vatandaşlara uygulandığından, ülke tam bir mafya ekonomisine dönüşmüştür.
58. Hükümet işbaşına gelir gelmez “nereden buldun” yasasını gündemden kaldırmış, mafyanın ve karaparacıların yüreğine su serpmiştir. Bunun yanında organize suçlarla ilgili olarak sayısı ve adları artık bilinemeyen operasyonlar yapılmış, ancak bu operasyonlarla ilgili tek bir siyasetçi bile yargılanmamıştır. Bankacılık sektöründeki yolsuzluğunda 50 milyar dolar olduğu göz önünde bulundurulduğunda, ülkedeki denetim yetersizliği çarpıcı bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
Bu nedenle;
• Denetim birimlerinin yanında, sendikaların demokratik kitle örgütlerinin yer alacağı “demokratik denetim” mekanizmaları oluşturulmalıdır.
• Yolsuzluk yapanların kendisinin ve bu süre içerisinde mal varlığı artışını kanıtlayamayan birinci derecedeki akrabalarının mal varlığına el koyma yasal hale getirilmelidir.
13- SOSYAL GÜVENLİK SİSTEMİNDE YER ALAN KURULUŞLARININ SORUNLARINA İLİŞKİN ÇÖZÜM ÖNERİLERİMİZ.
Sosyal güvenlik; sosyal yardımlar, sosyal hizmetler ve sosyal sigortalardan oluşan bir bütündür. Bu nedenle sosyal sigorta kurumları ile ilgili olarak yapılacak reform çalışmaları sırasında, sosyal yardımlar, sosyal hizmetler ile ilgili mevzuatın da gözden geçirilmesi ve sistemin bir bütün olarak işleyişi açısından gerekli düzenlemelerin yapılması gerekmektedir.
Ancak böyle bir reform çalışması uzun bir çalışma dönemini ve konuyla ilgili bütün kurum ve kuruluşların bu çalışmalara katılmalarını gerektirmektedir.
a) Sosyal güvenlik kuruluşları arasında standart ve norm birliği sağlanmalıdır.
Bugün sosyal güvenlik sistemimizin karşılaştığı en önemli sorunlardan biri sosyal güvenlik kurumlarının birbirinden çok farklı normlar uygulamasıdır. Gerçekten, ülkemizde Sosyal Sigortalar Kurumu, Emekli Sandığı, Bağ-Kur ve özel sandıklar kapsamına aldıkları kişilere değişik haklar tanımakta ve farklı hizmetler sunmaktadırlar.
Bu kuruluşlar arasında çalışma hayatındaki riskleri en geniş şekilde karşılayan kuruluşun Sosyal Sigortalar Kurumu olduğu gözlenmektedir. Diğer kurumların ise kısa vadeli sigorta riskleri yönüyle tatmin edici bir uygulama içinde olmadığı anlaşılmaktadır. Kaldı ki, kurumların genellikle uyguladıkları yaşlılık, malullük ve ölüm sigortalarınd
a dahi mensuplarına sağlanan haklar ve bunların kazanılma şartları arasında farklılık görülmektedir. Bu farklılıklar toplumun bazı kesimlerinin değişik biçim ve şartlar altında sosyal güvenliklerinin sağlandığını göstermekte ve problemlere yol açan uygulamalara sebebiyet vermektedir. Bu durum kurumların birbirlerini emsal göstermek suretiyle giderek daha fazla mevzuat değişikliğine gitmelerini adeta teşvik etmektedir.
Bu nedenlerle, sosyal güvenlik kurumları tarafından uygulanan politikalarda eşgüdüm sağlamak, sağlanan haklarda ve getirilen mükellefiyetlerde norm ve standart birliğini sağlamak için bütün sosyal güvenlik kurumlarını bağlayıcı bir düzenleme yapılmalıdır.
b) Sosyal güvenlik kuruluşları arasında koordinasyon ve işbirliği sağlanmalıdır
Sosyal güvenlik kuruluşları arasında hem en üst seviyede, hem de icra organı olan taşra teşkilatları seviyesinde sağlanacak olan koordinasyon ve işbirliği sosyal güvenlikte dağınıklığın getirdiği kaynak israfını önlemiş olacaktır.Mevcut teşkilatlanma içinde her kurum taşrada kendi hizmet birimini kurmakta ve kendi sigortalıların işlemlerini gerçekleştirmektedir. Ancak, nüfus yoğunluğu sebebiyle bazı kurumlar bir kısım yerleşim biriminde hizmet birimi oluşturamamaktadır. Bu durumda, sosyal sigorta kurumlarının hizmet birimleri arasında birbirlerinin rutin işlerini yapmak üzere işbirliği sağlanabilir. Bilgisayar teknolojisinin yaygınlaşması bu işbirliğine imkan vermektedir. Bu gelişme, sosyal güvenlik kurumlarının tek çatı altında toplanmasına yönelik bir kısım eleştirilerin kaynağını da ortadan kaldıracaktır.
c) Yeni af yasası katiyetle çıkartılmamalıdır.
Sosyal güvenlik kuruluşlarının aktüerya dengesini bozan, sigortalıların prim ödeme alışkanlıklarını olumsuz etkileyen af yasaları kesinlikle bir daha çıkartılmamalıdır.
d) Prim karşılığı olmayan hizmetler ayrılmalı ve bunların giderleri devlet tarafından karşılanmalıdır.
Sosyal Yardım Zammı gibi prim karşılığı olmaksızın yapılan ödemeler devlet tarafından karşılanmalıdır.
e) Sosyal güvenliğe devlet katkısı zorunlu hale getirilmeli ve bu katkı oecd ülkelerinin ortalamasından az olmamalıdır.
Anayasamıza göre devlet, sosyal güvenliği sağlamakla görevlidir. Bununla birlikte, sosyal güvenlik harcamalarına katkısı, bu görev ve gösterdiği iktisadi gelişme ile uyumlu değildir. Ülkelerin gelişmişlik düzeyi arttıkça, sosyal güvenliğe milli gelirden ayırdıkları paylar da artmaktadır.
Batı ülkelerindeki sosyal güvenlik sistemlerinde devlet, sosyal devlet anlayışının bir gereği olarak, sosyal sigortaların finansmanına pek çok yöntem çerçevesinde katılmaktadır. Ülkemizde ise sistemin finansmanına hiçbir katılım söz konusu değildir.
Bugün Devlet, sigortanın finansmanına işçi ve işveren kesimi gibi prim ödeyerek doğrudan doğruya katkıda bulunmamakta, sadece kuruluş masraflarını karşılama, işlemlerini vergi ve harçlardan muaf tutma şeklinde dolayı yoldan iştirak etmektedir.
Öte yandan, Avrupa Topluluğuna üye ülkelerin hepsinde devletin sosyal sigortanın finansmanına katkısı sağlanmış bulunmaktadır. Bu nedenle, ülkemizde de sosyal güvenliğin finansmanına devlet katkısı biran önce sağlanmalıdır. Bu katkının açıkları kapatmanın yanı sıra, belirlenmiş esaslar çerçevesinde doğrudan prim ödemek suretiyle yapılması sağlanmalıdır.
f) Sosyal güvenlik tüm vatandaşları kapsayacak şekilde yaygınlaştırılmalıdır.
Sosyal güvenlik, çeşitli kaynaklara göre 4 milyon kişiye ulaşan sigortasız çalışanlardan başlamak üzere, henüz sosyal güvenlik şemsiyesi altına alınamayan ülke nüfusunun dörtte birini de kapsaması sağlanarak, yaygınlaştırılmalıdır.
Gelir düzeyi belirli bir sınırın altına düşen herkes, sosyal güvenlik sisteminin sağladığı yardımlara hak kazanmalıdır, bu durumda olan fertler sosyal yardım kapsamına alınmalıdır. Her ne kadar 65 yaş aylığı bu nitelikte ise de, hem çok az sayıda yurttaşı kapsıyor olması nedeniyle sayı bakımından, hem de yapılan yardımlar açısından yetersizdir.
Sadece yaşlılar değil, çalışıyor olup da geliri normal hayat standartlarının altında kalan bireylere de sosyal destek yapılmalıdır. Evsiz, kimi kimsesi olmayan düşkün insanlar ülkemizde oldukça çoktur. Bunların sayısı hakkında kesin bilgilere ulaşmak pek olası değildir. Zira bu insanlar devletin koruyucu ve gözetici şemsiyesinin dışındadırlar.
Emek piyasasına yeni girip iş bulamayan ve hiçbir geliri olmayan gençler sosyal güvenlikten yoksundur. Nüfusumuzun, dünyanın pek az yerinde görülecek kadar, genç olması iş piyasasına (emek piyasası) her yıl binlerce genç insanımızın girmesine neden olmaktadır. Bunlar ne yazık ki iş bulamamaktadırlar. Uluslararası sosyal güvenlik normlarında da belirtildiği gibi bu insanlar, yani hiç işi olmayan ve iş bulamamış bu gençler, işsizlik yardımı kapsamına alınmalıdır.
Gelir elde edemeyecek durumda olan sakatların sosyal güvenlik kapsamına alınması gerekir. Özellikle toplumumuzun özürlü yurttaşlarımıza bakışı göz önüne alındığında bu insanların toplumdan soyutlanmasının yanında, bir de maddi olarak muhtaç durumda olmaları, toplumun moral değerlerini de altüst etmektedir. Hem ekonomik olanaksızlıkları yüzünden, hem de özürlü olmaları nedeniyle bu insanlarımız eğitim, kültür ve toplumsal yaşamdan mahrumdurlar. Bir an önce sosyal yardım kapsamına alınmaları bu insanların onurları için de önemlidir.
Ev kadınları, sadece eşlerinin eline bakmaları, ekonomik özgürlüklerinin olmaması nedeniyle, ileride herhangi bir boşanma durumunda ortada kalmaktadırlar. Ev kadınları, 1479 sayılı Kanun kapsamında isteğe bağlı sigortalı olabilmekteler, bu bir zorunluluk olmadığı için de hemen hemen hiçbirinin sosyal güvenliği bulunmamaktadır. Bu durumda bulunan vatandaşların zorunlu sosyal güvenlik kapsamına alınmasını özendirici tedbirlere yer verilmelidir.
g) Sosyal sigorta kapsamı genişletilmelidir.
10 Mayıs 1944 tarihli Philadelphia Bildirgesi ile uluslararası bir nitelik kazanan toplumsal risklere karşı sosyal güvenlik kapsamının genişletilmesi gerekir.
Bireyin fiziki varlığını tehdit eden olaylara karşı tıbbi yardımların yapılması, Deprem, sel, kuraklık, yangın gibi doğal afetlerin açtığı zararların sosyal güvenlik kapsamına alınması bir zorunluluktur.
Öğrenim gören gençler ana ve babalarının paraları ile eğitimlerini sürdürmektedirler. Oysa AB ülkelerinde öğrenim gören insanlara eğitim yardımı yapılmaktadır.
Gelir düzeyi düşük aileler (ailede çalışanların mesleki faaliyetleri ne olursa olsun) sosyal yardımlarla desteklenmelidir. Kimsesiz ve düşkünler devletin koruma ve güvencesi altında olmalıdır.
Sokak çocukları ve kimsesiz çocuklar, özellikle sokak çocukları her türlü kötü işlerin içinde yaşamlarını sürdürmektedirler. Uyuşturucu, tiner koklama gibi kötü alışkanlıklar ile hayatlarının baharında sönüp gitmektedir.
Özel bakım gerektiren yaşlılık ve hastalık halleri sosyal sigorta kapsamına alınmalıdır.
Herhangi bir işverene bağlı olarak çalışıp da sosyal güvenlik kapsamı dışında kalanlar, yani kaçak işçiler sosyal güvenlikten yoksundurlar. Özellikle hizmet sektörü bu konuda en dikka
t çeken sektördür.
Örneğin temizlik şirketlerinde çalışan insanların hemen hemen tamamı herhangi bir sosyal güvenlik sistemine dahil değildir. Kaçak çalışma ve çalıştırmanın önüne, devlet denetim mekanizmaları etkin bir şekilde çalışarak geçmelidir.
ğ) İşsizlik sigortası yaygınlaştırılmalı ve yeterli düzeyde yardım yapılmalıdır
Sosyal güvenlik, sosyal risklerin bireyler üzerindeki etkilerini giderme çabası olarak tanımlanabilir. Tüm sosyal riskler, bireylerin ekonomik durumunu etkilemek gibi ortak bir özelliğe sahiptirler. Sosyal güvenliğin amacı ise, sosyal riskle karşılaşan bireye ekonomik güvence sağlamaktır. Bu riskler ILO.nun 102 sayılı Sözleşmesinde hastalık, analık, sakatlık, yaşlılık, iş kazası ve meslek hastalığı, ölüm, ailevi yükler ve işsizlik olarak kabul edilmiştir. Türkiye bu Sözleşmeyi, ailevi yükler ve işsizlik risklerini dışarıda bırakarak 29.7.1971 tarih ve 1451 sayılı Yasa ile onaylamış, Bakanlar Kurulu da 1.4.1974 tarih ve 7/7964 sayılı Kararname ile kabul etmiştir.
Ülkeler, işsizliğin sonuçlarını giderici, geçici gelir kayıplarını tazmin edici politikalar uygulamak zorundadırlar. Bu politikalarını temel amaçlarından birisi de işsizlik sigortasıdır. Ülkemizde 1959 yılından bu yana birçok kez işsizlik sigortası ile ilgili kanun tasarıları hazırlanmış olmasına rağmen, İşsizlik Sigortası Kanunu 25.8.1999 tarihinde TBMM.de kabul edilmiş olup, 8.9.1999 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanmıştır. Kanunun yürürlük tarihi 1.6.2000 olarak belirlenmiştir.
İşsizlik sigortası, bir işyerinde çalışırken, çalışma istek, yetenek, sağlık ve yeterliliğinde olmasına rağmen, herhangi bir kasıt ve kusuru olmaksızın işini kaybeden sigortalılara işsiz kalmaları nedeniyle uğradıkları gelir kaybını belli süre ve ölçüde karşılayan, sigortacılık tekniği ile faaliyet gösteren zorunlu bir sigortadır.
Şu anda uygulamada ulan işsizlik sigortasından milyonlarca işsiz bulunmasına rağmen oldukça sınırlı sayıda sigortalı yaralanmaktadır.Ve yapılan işsizlik yardımı insanca yaşama koşullarını sağlama olanağını vermekte oldukça yetersiz kalmaktadır.Dolayısı ile işsizlik sigortasının hem kapsamı genişletilmeli hem de yapılan yardımın miktarı artırılmalıdır.
14- DİĞER ÖNERİLER
Sosyal Güvenlik sistemimizin, özellikle Bağ-Kur ve Sosyal Sigortalar Kurumunun sorunları, geçici ve yüzeysel tedbirlerle giderilecek boyutları aşmıştır.
Bu nedenle;
Kayıt dışı sektörün kayıt altına alınması amaçlanmalıdır. Bunun sağlanması ve ayrıca im tahsilatının hızlandırılması için işyerlerinin yoğun olarak bulunduğu yörelerde ube müdürlüğü veya irtibat bürosu şeklinde örgütlenmesi özellikle SSK ve Bağ-Kur açısından önem arz etmektedir.
.
Aynı zamanda, daha etkin bir hizmetin verilebilmesi ve haklara daha fazla işlerlik kazandırılması için ilgili kurum çalışanlarının ekonomik ve sosyal yönden tatmin edilmeleri gerekir.Bu da çalışanlar için toplu sözleşme hakkının etkin bir şekilde kullanılması ile mümkündür. Ayrıca söz konusu kurumların her birinin çalışanlarına sağladığı olanaklar en azından aynı düzeye getirilmelidir. Sigortalıların tatmin edilmesi, kurum çalışanlarının tatminine bağlıdır.
Sosyal güvenliğin kapsamı hem kişiler yönünden, hem de sosyal riskler yönünden genişletilmelidir.
a) Genel çerçevede yasal olarak düzenlenmeli ve emekli aylıkları arasında sosyal sigorta tekniği bakımından eşitlik yüksek standartta sağlanmalıdır.
b) Emeklilere analık sigortası kapsamında ana çocuk sağlığı hizmetleri verilmelidir.
İşçi emeklisi kadınlar ile işçi emeklisi erkeklerin sigortalı olmayan eşlerinin Analık Sigortasından yararlanmaması ana ve çocuk sağlığı bakımından son derece sosyal bir eksikliktir. Bu bakımından Sosyal Devlet anlayışının bir gereği olarak işçi emeklisi kadınlar ile işçi emeklisi erkeklerin sigortalı olmayan eşlerinin Analık Sigortasından yararlanmasında zorunluluk görülmektedir.
c) Emeklilere yurt dışında tedavi hakkı tanınmalıdır.
Hastalık sigortası kapsamında emeklilere yurt dışında tedavi imkanı sağlanmamaktadır. Bu husus da Kanun önünde eşitlik yanında Sosyal Devlet ilkesine de aykırıdır. Sosyal güvenliğin etkin bir sonucu olarak emeklilere de tıbbi gereksinim halinde yurtdışında tedavi olabilme hakkı tanınmalıdır.
d) İlaç, protez gibi katkı payları ile muayene ücreti kaldırılmalıdır.
Ülkemizde sosyal sigorta sistemi primli esaslara göre düzenlenmiş temeli nimet külfet eşitliğine dayanmaktadır.Kamu hizmetinin temel ilkelerine aykırı olan bu yaklaşım nedeniyle yıllardır hastalık sigortası primini ödeyerek yasal yükümlülüğünü yerine getirmiş olan emeklilerden ilaç katkı payı, protez katkıpayı, muayene ücreti gibi sosyal sigorta tekniği ile bağdaşmayan ek ödemeler kaldırılmalıdır.
S.S.K.. nın bugünkü duruma gelmesinde önemli rol oynayan siyasi iktidarların keyfi uygulamalarına ancak bu suretle son verilebilir. Sosyal Sigortalar Kurumunu siyasi iktidarların bir istihdam yeri olarak görmelerinden vazgeçilmelidir. Kadrolaşma amacıyla yapılan bu tür uygulamalar S.S.K.. nın idari ve mali yükünü daha da artırmaktadır.
e) Sosyal güvenlik sisteminin özelleştirilmesi ve tasfiye edilmesi politikaları terk edilmelidir.
Anayasamızın 60. Maddesine göre ; herkes sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet bu güvenliği sağlayacak tedbirleri almak ve teşkilatı kurmakla yükümlüdür.
Anayasanın bu emir hükmüne göre, kişi için bu hak, devlet için bir görev olan sosyal güvenlik sistemi özelleştirilemez.
f) Özel sigortacılık,emeklilik teşvik edilmemeli ve kamu güvencesi verilmemelidir .
Ülkemizde Sosyal Güvenlik sistemi primli, zorunlu ve sosyal nitelikte yapısal durum taşımaktadır. Bu nedenle özel sigorta programları sosyal güvenlik sisteminin alternatifi olarak gündeme getirilmektedir.
Daha önce Bankerlik ve Batık Banka skandalını yaşayan ülkemizde Özel Emeklilik Sistemi İle yeni skandalların yolu açılmaktadır. Özel emeklilik Kapsamında yer alan sigortalılara bu Şirketlerin iflası halinde her hangi bir kamu güvencesi verilmemelidir.
Bireysel emeklilik, mevcut sosyal güvenlik kuruluşlarının güçlendirilmesini engelleyecek bir düzenlemedir. Ülkemizdeki gelir dağılımının sonuçları bellidir. Gelir dağılımının bozuk olduğu ülkemizde, özel sigortacılık programlarının geniş kitlelerinin sorunlarına çözüm getirmesi mümkün değildir. Ticari bir yaklaşımla getirilmek istenen özel sigorta programları ile özellikle, SSK.nın zayıflatılması amaçlanmaktadır.
Sosyal güvenlik sisteminin yerine özel sigortacılığın yaygınlaştırılması ve sosyal güvenliğin zayıflatılması da sistemin bütünü açısından bakıldığında bir tür özelleştirmedir. Özel emeklilik programlarında sigortalı gelir getiren bir kaynak olarak görülmektedir. Oysa, sosyal güvenliğin temelinde, ticari değil, toplumun güvenliği anlayışı bulunmaktadır.
Anayasal bir hak olan sosyal güvenliğin herkese sağlanması için, Devlete önemli yükümlülükler verilmiştir. Devlet, bu yükümlülüğü sağlayacak tedbirleri almalı, herkese, sosyal güvenlik hakkını sağlamalıdır. Devletin, bu yükümlülüğünü yerine getirmeden, yeni kaosları getirecek bir sistem olan bireysel emekliliği te
şvik etmesi, katkıda bulunması, sosyal güvenlik hakkına kavuşmamış milyonlarca insanımıza yapılacak en büyük haksızlık olacaktır.
Bireysel emeklilikte bir de, zorunluluk koşulunun getirilmek istenmesi, mevcut sosyal güvenlik kuruluşlarını daha da zayıflatacak bir araç olacaktır.
g) SSK sağlık hizmetleri yeniden yapılandırılma adı altında ticarileştirilmemelidir.
Sosyal Sigortalar Kurumunun sağlık hizmetini kendi üreten bir sosyal güvenlik kuruluşu olarak ülkemizin nüfusunun % 40′ ına sağlık hizmeti veren sosyal güvenlik kuruluşudur. Sigortalı, emekli, dul ve yetimler ile hak sahibi eş çocuk, ana ve babayı kapsamak üzere 26 milyon vatandaşı sağlık şemsiyesi altına alan hastalık sigortası ilk defa olarak 1994 yılından itibaren uygulana yanlış politikalar sonucunda her geçen yıl daha da büyüyerek açık vermeye başlamıştır.
Sağlık hizmetlerindeki nitelik ve nicelik bakımından yetersizlik, kadro eksizliği .Kuruluş amacı anlaşılamayan hastane dernekleri. paralı tedavi uygulaması sosyal sigorta anlayışı ile bağdaşmamaktadır.
ğ) Emeklilerin aylıklarının geçim şartlarına uygun şekilde belirlenmesi ve farklı oranlarda aylık bağlama oranları terk edilerek aylık bağlama oranlarında eşitlik sağlanmalıdır.
Yasadan kaynaklanan aksaklıklar giderilmeli. Kamu çalışanlarına uygulanan ücret politikası emeklilere de aynen yansıtılarak devletin farklı şekilde uygulamakta olduğu ücret politikası terk edilerek gerçek sosyal devlet politikası haline getirilmelidir.
Anayasamızda da yerini almış olan sosyal güvenlikle ilgili hükümlerin temelinden biri de emekli olanların normal geçim şartlarının sağlanmasını gerektirmektedir.
Yüksek enflasyonda ezilen en büyük kitleyi oluşturan işçi emeklisi dul ve yetimlerinin yaşam şartları mutlak surette düzeltilmeli, emekli aylığı asgari geçim şartını sağlayacak miktara mutlaka getirilmelidir.
Bu bağlamda 506 sayılı Kanundan kaynaklanan aylık bağlama oranlarında eşitlik mutlaka sağlanmalıdır.
Sonuç olarak sağlık ve sosyal güvenlik sistemine ilişkin;
• Sağlık hizmetleri tek elden ve kamu tarafından ücretsiz verilmesini,
• Koruyucu sağlık hizmetlerini temel alan halk sağlığı politikaları uygulanmasını, sağlık yatırımları yerel ihtiyaçlara ve bölgesel özelliklere göre belirlenmesini, sağlık ocaklarının donanımlı ve işlevsel hale getirilmesini, tıbbi cihaz ve ilaçta dışa bağımlılıktan kurtularak, ulusal sağlık programları oluşturulmasını,
• Nüfus cüzdanı gösteren her yurttaşın sağlık hizmetinden yararlanmasını, bölgeler arası eşitsizliklerin giderilmesini,
• Sevk zinciri işletilerek , 2 .ve 3. basamakta yığılmaların engellenmesini,
• Sağlık hizmetlerinde ihtiyaç belirlenmesi dahil halkın ve çalışanların karar süreçlerine katılımının sağlanmasını,
• Eşit, ücretsiz,nitelikli, hizmet sunumu esas alınmasını,
• Devlet, sağlık ve sosyal güvenliğin finansmanına katılmasını,
• Sosyal güvenlik hizmetlerinin herkesi ve tüm riskleri kapsamasını,
• Sosyal güvenlik kamu hizmetidir, Sosyal güvenlik kurumlarının bir hizmet örgütü olarak kalmasını, hizmette norm ve standart birliğinin sağlanmasını, alt yapısı halkın ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde planlanmak suretiyle sosyal güvenlik hizmetlerinin tek çatı altında toplanmasını ve kar aracı olarak ele alınmamasını,
• Sosyal güvenlik kurumlarının yönetiminin özerk ve demokratik olmasını, yönetimlerin işçi, kamu çalışanı ve emeklilerin ağırlıklı olduğu bir yapıya kavuşturulmasını,
• Prim borçlarının affedilmemesini, faiziyle birlikte ödenmesini,
• Çalışma saatlerinin istihdamı genişletme hedefine uygun olarak yeniden düzenlenmesini, emeklilik yaşının azaltılmasını,
• Kayıt dışı ekonomiden vazgeçilmesini, sigortasız işçi çalıştırılmaya son verilmesini,
• .Tüm kamu kuruluşları gibi sosyal güvenlik kurumlarının da mal varlıklarının, gayrımenkul ve tesislerinin satışına son verilmesini,
• Emeklilerin kimseye muhtaç olmadan yaşayabilecekleri ortalama yaşam standardı dikkate alınmak suretiyle emekli maaşlarının hesaplanmasını, özel bakım gerektiren yaşlılık ve hastalık hallerinin de risk kapsamına alınmasını,
• Sağlık ve sosyal güvenlik çalışanlarının grevli, toplusözleşmeli örgütlenme hakkına, iş güvenceli, insanca çalışma ve yaşama koşullarına kavuşturulmasını,