İkinci Dünya Savaşı diye bilinen İkinci Büyük Emperyalist Paylaşım Savaşı, 1 Eylül 1939 günü Nazilerin Polonya’yı işgaliyle başladı. Ardında elliikimilyon ölü, milyonlarca yaralı, sakat ve moloz yığını haline gelmiş kentler ile acı ve gözyaşı bıraktı. Mayıs 1945`de son buldu. İnsanlık tarihinin bu en acımasız, en kanlı ve en kirli savaşının başladığı gün, yani 1 Eylül, […]
İkinci Dünya Savaşı diye bilinen İkinci Büyük Emperyalist Paylaşım Savaşı, 1 Eylül 1939 günü Nazilerin Polonya’yı işgaliyle başladı. Ardında elliikimilyon ölü, milyonlarca yaralı, sakat ve moloz yığını haline gelmiş kentler ile acı ve gözyaşı bıraktı. Mayıs 1945`de son buldu.
İnsanlık tarihinin bu en acımasız, en kanlı ve en kirli savaşının başladığı gün, yani 1 Eylül, Dünya Barış Günü olarak kabul edildi.
1 Eylül Dünya Barış Günü kutlu olsun.
Bu gün durum ne? İnsanlık bu gün hangi koşullarda, “Dünya Barış Günü”nü kutluyor?
“Küreselleşme,”Entegrasyon”, “Globalleşme” ve “Yeni Dünya Düzeni” kelimelerinin bazen tek tek bazen de yan yana kullanıldığı günümüzde, aslında; emperyalizm ve uluslararası sermaye bütün dünyayı tek bir sömürü alanı olarak görmekte. Yeni Dünya Düzeni ideologları, yirminci yüzyılın son yirmi yılından beri, artık her şeyin küresel ilişkilerin bir parçası haline geldiğini, dolayısıyla farklı ideolojilerin ortadan kalktığını, farklı sınıf çıkarlarının bulunmadığı tezini savunmaktalar. Dünyanın bu aşamasında, insanlara; barış, demokrasi, katılım, hoşgörü, üretim, birikim ve tüketim dolu, çevreye duyarlı, küreselleşmiş yeni bir dünya düzenine girildiği müjdelendi. Dünyanın, endüstri toplumundan bilgi toplumuna, iş gücü ağırlıklı teknolojiden yüksek teknolojiye, ulusal ekonomiden dünya ekonomisine, merkezi yönetimden yerel yönetime, kurumsal yardımdan kendi kendine yardıma, kısıtlı seçeneklerden çok çeşitli seçeneklere doğru hızlı bir değişim içinde olduğu ifade edildi.
Ancak, bu süreç de görüldü ki, söylenenlerin aksine; Yeni Dünya Düzeni teorilerinin pratiğe yansımasında güçlü kutuplaşmalar, ırkçılık ve milliyetçilik temelinde dünyanın hemen her tarafında süre giden savaşlar, katliamlar, işsizlik, açlık, saldırı ve savaş, toplumsal yozlaşma ve daha yoğun bir sömürü meydana geldi. Çok Taraflı Yatırım Anlaşması, Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Bankası, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Toplantıları, Avrupa Birliği, NAFTA vb. gibi oluşumlarla küreselleşme ve açık deyişiyle dünyasal sömürü söylemlerinin pratikte örgütlenmeye başlandığı bir dönem yaşanmaya başladı.
Küreselleşme dünya halklarına; barış, adalet, kardeşlik, özgürlük değil, aksine daha fazla yoksulluk, daha fazla işsizlik, daha fazla açlık ve daha fazla savaş getirmiştir. Küreselleşme en çıplak haliyle bugün Ortadoğu’dadır, Irak’tadır; küreselleşme en çıplak haliyle bugün Türkiye’de emeğin aleyhine çıkarılan yasalardadır.
Bu gün dünyada küresel saldırı iki yönlü işletilmektedir: Birincisi sermayenin hareket alanını genişletmek için devlet yapılarının yeniden düzenlenmesi, ikincisi bu düzenlemeyi yapmayan/yapamayan ülkelere açık saldırı. Irak ve Türkiye bugün bu işleyişin iki örneğidir. ABD, Irak’ta açık işgalle küreselleşme sürecini işletirken, Türkiye yeni yasal düzenlemelerle sisteme dahil ediliyor.
Ülkemizde son yasama döneminde de gerçekleştirilen, gerçekleştirilmeye çalışılan yasal düzenlemelerin çoğu küreselleşmenin gereksinimleri doğrultusundadır. Yapılan, ülkenin bütün olarak uluslar arası sermayenin rant alanı haline getirilmesinin olanaklarını yaratmaktır. Yapılan emeğe ve demokrasiye karşı savaş açmaktır.
Irak’ta sürdürülen emperyalist saldırının başarısı için, daha fazla kan ve kandan beslenecek paradan pay alabilmek için üzerine düşeni yerine getirmeye çalışanları uyarıyoruz: İstanbul’da toplanan NATO Zirvesi’nden çıkan kararın gereği olarak, yaşama geçirmeye çalışacağınız Irak’a asker gönderme ya da Ortadoğu’da yaşanacak diğer işgallere ortak olma anlayışlarınızı terk ediniz.
ABD, Ortadoğu’yu önümüzdeki dönemde sorunsuz bir bölge olarak görmek ve gereksinimleri doğrultusunda yeniden şekillendirmek istemektedir. Kürt sorunu da bu anlamda hem Türkiye açısından hem de bölge açısından önemli bir yer tutmaktadır. Siyasal iktidar da üzerine biçilen role uygun olarak bir yandan bazı kültürel hakların tanınması ile bu alandaki muhalefeti sistem içi noktalara çekerek ortadan kaldırmaya çalışırken, diğer yandan da aynı zamanda gerekli gördüğü durumlarda şiddete başvurmaktadır. Bunlar biliniyor.
BİZ BARIŞ, EŞİTLİK VE ÖZGÜRLÜK İSTİYORUZ
Ortadoğu ve Türkiye önümüzdeki dönemde küreselleşmenin bütün çıplaklığıyla yaşanacağı alan konumundadır. Irak’ta başlatılan savaş bu bölgede uzun dönem devam edecek ve çatışmalar sürecektir. Türkiye’nin bu süreçten etkilenmemesi olanaksızdır.
Biz, şiddet ve baskı politikalarında ısrar edenlerin, çok kimlikli çok kültürlü bir toplumsal modeli dışlayarak, barışın kalıcı hale getirilmesinden kaçınanların, iç ve dış politikada, gerilim yaratmaktan medet umanların, demokratikleşmeyi AB ile pazarlıkların sınırında tutup, hak arama mücadelesini anti-demokratik olarak görenlerin, yasal düzenlemelerdeki gelişmeleri bile hayata geçirmeyenlerin, barışın önünde en büyük engel olduğunu biliyoruz.
Biz, barışın, demokrasinin ve insan haklarının yerleşmediği bir ülkede emekçilerin haklarının korunmasının olanaklı olmadığını da biliyoruz.
Bugün barıştan yana olmak, emekten ve demokrasiden yana bütün güçlerle birlikte sermayenin yasalarla, bombalarla dünyada emekçilere karşı giriştiği savaşa karşı durmak demektir.
Bugün barıştan yana olmak, siyasal iktidarın çıkarmaya çalışacağı yasalara karşı ’emek’ten yana olmak demektir.
Bugün barıştan yana olmak, Kürt sorununun barışçıl çözümünde ısrarcı olmak demektir.
Bugün barıştan yana olmak, Irak’ta, Filistin’de yaşanan katliamlara karşı tüm dünyadaki barış ve demokrasi güçleri ile birlikte yan yana durmaktır.
Biz, Irak’ta, Filistin’de ve Afganistan’da işgalin sona ermesini, savaş suçlularının yargılanmasını istiyoruz.
Biz, bütün dünyada ekilen nefret tohumlarına, halklar arasında yaratılan düşmanlığa karşı barış istiyoruz, bölge halklarıyla dostluk ve kardeşlik içinde yaşamak istiyoruz, halkların kültürel ve insani haklarına saygı gösterilmesini istiyoruz.
Biz, yayılmacı ve teslimiyetçi bir dış politika izlemeyen, savaşa, işgale ve talana ortak olmayan, demokratik, sosyal hukuk devleti niteliğine sahip, kimliği, kültürü, dili, dini, mezhebi, görüşü ne olursa olsun, eşit haklara sahip yurttaşlar olarak yaşayabileceğimiz, ülkemizin ve toplumumuzun bir daha savaş ve şiddeti yaşamaması için öncelikle demokratikleşmeye yönelik çözümlerin benimsendiği, bağımsız, demokratik ve barış içinde bir Türkiye istiyoruz.
Evet, biz biliyoruz: Başka bir yaşam mümkün! Başka bir dünya mümkün!
Mehmet SOĞANCI
Yönetim Kurulu Başkanı