Sermayenin karlılık krizine karşı verdiği yanıt kar oranlarını arttıracak mutlak ve göreli önlemleri devreye sokmaktır. Mutlak kar oranı artışı ücretleri baskılayarak, yani işçileri yoksullaştırarak ya da daha fazla çalıştırarak, yani çalışma saatlerini arttırarak gerçekleşir. Bu, sınıf mücadelesinin önemli bir konusu olmuştur ve olmaya devam etmektedir. Göreli artış ise teknolojik gelişmeyi üretime uyarlayarak birim çalışma saatine […]
Sermayenin karlılık krizine karşı verdiği yanıt kar oranlarını arttıracak mutlak ve göreli önlemleri devreye sokmaktır. Mutlak kar oranı artışı ücretleri baskılayarak, yani işçileri yoksullaştırarak ya da daha fazla çalıştırarak, yani çalışma saatlerini arttırarak gerçekleşir. Bu, sınıf mücadelesinin önemli bir konusu olmuştur ve olmaya devam etmektedir. Göreli artış ise teknolojik gelişmeyi üretime uyarlayarak birim çalışma saatine düşen üretim çıktısını arttırmakla gerçekleşir.
Sermaye her iki yöntemi de kullanır ancak göreli artışın gerçekleşmesinin mümkün olamadığı dönemlerde, her fırsatta mutlak kar artışı yöntemini devreye sokmak için çabalar.
Sanayi devriminden bu yana ücretlerin düşürülmesi ve çalışma sürelerinin uzatılması karşısında işçi sınıfının ve örgütlerinin tersi yönde mücadelesi sürüyor. Sermaye daha düşük ücretler ve daha uzun çalışma süreleri için bastırırken, işçi sınıfı daha yüksek ücretler ve daha az çalışma süresi için çaba gösteriyor. Bu mücadele bugün de işçi sınıfının öncelikli gündem maddelerinden biridir.
İşsizlik Artıyor, Ya Çalışma Süreleri?
İşsizlikle çalışma süreleri arasında bir bağlantı var mıdır? Sendikal hareket, işsizliğin azaltılmasında çalışma sürelerinin düşürülmesinin etkin bir yöntem olacağını savunur. Buna karşılık sermaye, çalışma sürelerinin azaltılmasından yana değildir ve her koşulda buna karşı direnir.
ILO verilerine göre işsizlik dünya çapında artıyor. ILO tarafından yayınlanan “2004 Yılında Gençlerin Dünyadaki İş Eğilimleri Raporu”nda son 10 yılda gençlerin işsizliğinin yüzde 27 oranında arttığı ve yüzde 14.4’e ulaştığı vurgulanıyor. Raporda ayrıca dünyadaki 186 milyon işsizin yüzde 47’sinin gençlerden oluştuğu, yani işsiz genç sayısının 88 milyona ulaştığı ve bunun bugüne kadarki en yüksek sayı olduğu belirtiliyor. İşsizlikteki artışa karşın iş imkanlarının artmadığı da ifade ediliyor.
Türkiye’de de durum farklı değil. DİE 2004 Yılı Birinci Dönem Hanehalkı İşgücü Anketi’ne göre ortalama yüzde 12.4 olan işsizlik oranı 15-24 yaş arası genç nüfusta yüzde 19.2’ye kadar çıkıyor. Bir başka deyişle, ekonomik büyüme istihdam yaratamıyor. Bu sorun Başbakan’ın sihirli formülüyle, yani her işverenin bir işçi istihdam etmesiyle de çözülecek gibi görünmüyor.
Bir yandan işsizlik artarken diğer yandan çalışma süreleri de artıyor.
İŞKUR’un belirlemelerine göre1988 yılında 48.8 saat olan haftalık fiili çalışma süresi 2001 yılında 3.3 saat artarak 52.1 saate çıktı. Fiili çalışma sürelerindeki artış işsizlerin iş bulma imkanını kısıtlayan bir işlev görüyor. Üstelik yeni İş Yasası, çalışma sürelerindeki artışa rağmen, işverene fazla çalışma için zamlı ücret ödememe olanağı da veriyor. Yeni yasaya göre işveren işçiyi günden 11 saatten haftada 66 saat çalıştırabilir; tek kısıt iki aylık süre içerisinde ortalama haftalık 48 saat çalışma saatinin tutturulması…
Esneklik ve Çalışma Süreleri
“Denkleştirme süresi” adı verilen bu uygulama bize özgü değil. Bugünlerde ABD’de ve AB’de de bu konudaki tartışmalar yeniden alevlenmiş durumda. ABD Başkanı Bush haftalık 40 saat olan yasal çalışma süresinin üzerindeki çalışmaya verilen yüzde 50 zamlı fazla çalışma ücretini kaldıran bir tasarıyı gündeme getirdi. Buna göre işverenler, iki haftalık sürede 40 saat ortalamasını tutturmak kaydıyla, çalışma sürelerini istedikleri gibi düzenleyecekler; bir başka deyişle, örneğin ilk hafta fazla çalışma ödeneği ödemeden işçiyi 80 saat çalıştıran bir işveren ikinci hafta 30 saat çalıştırarak, hem yasal sınıra uymuş hem de zamlı fazla çalışma ücretinden kurtulmuş olacak. AFL-CIO bu tasarıya karşı bir mücadele başlatmış durumda. Bilindiği gibi Kasım’da ABD başkanlık seçimi var ve Bush döneminde hem işsizliğin arttığı hem de gelir dağılımının bozulduğu göz önüne alınacak olursa, işçi haklarının önemli gündem maddelerinden biri olacağı tahmin edilebilir.
Avrupa’da çalışma sürelerinin düşürülmesi her zaman öncelikli bir sendikal gündem maddesi olmuştur. Fransa’da haftalık çalışma süresi 35 saate indirildiğinde bu işçi sınıfı için önemli bir kazanım olarak görüldü. Almanya’da da metal sektöründe 35 saatlik çalışma haftası toplu sözleşme ile kural haline gelmişti. ETUC 35 saatin genel kural olması için çaba gösteriyordu.
Ancak bugünlerde çalışma sürelerinin arttırılması gündemde. Fransa’da sağ hükümet 35 saatlik çalışma haftası uygulamasını değiştirmek için kolları sıvamış durumda. Gerekçeleri ise gülünç: “35 saat işsizliğe çare olmadı!” Almanya’da da Siemens ve Bosch’da işveren ile sendika haftalık 40 saatlik çalışmayı kabul eden ek bir sözleşme imzaladı. Sendikanın gerekçesi, böylece yatırımların başka ülkelere kayması engellenerek binlerce işçinin işsiz kalmasının önlendiği şeklinde.
İşveren örgütleri bu gelişmenin kendilerine sağladığı moral üstünlükten yararlanarak çalışma sürelerinin arttırılmasının genel kural haline gelmesini istiyorlar. Buna karşı ETUC, Almanya’da münferit olarak birkaç işletmede gündeme gelen değişikliğin fırsatçı bir yaklaşımla genelleştirilmesine karşı olduğunu deklare ediyor. ETUC 40 saatlik çalışma haftasının mevcut işçilerin çalışma sürelerinde % 15’lik bir artış anlamına geldiğini, efektif talepte aynı oranda bir artış olmazsa işsizliğin daha da artmasının kaçınılmaz hale geleceğini söylüyor.
Çalışma Süreleri Yönergesi de Değişiyor
AB Komisyonu çalışma sürelerine ilişkin yönergenin değiştirilmesini teklif eden bir tebliğ yayınladı. Yönerge’ye göre üye ülkeler çalışma sürelerinde 4 aylık bir denkleştirme süresi içinde ortalama haftalık çalışma süresini tutturmak zorundalar. Bu süre toplu sözleşme ile bir yıla kadar çıkarılabilir. İşverenler bir yılın istisnai değil genel kural olmasını istiyorlar. Bir başka deyişle, işçinin rızası alınmadan veya toplu sözleşmeye gerek kalmaksızın çalışma sürelerini istedikleri gibi azaltıp arttırabilmeyi talep ediyorlar. Öte yandan çağrı üzerine çalışmada fiili çalışma süresinin yolda geçen süreleri kapsamaması gerektiğini söylüyorlar.
ETUC ise bunlara karşı çıkarak, çalışma sürelerinin denkleştirilmesinde işçi onayı veya toplu sözleşme şartının korunmasını savunuyor.
Görünen o ki önümüzdeki dönemde çalışma saatleri sendikal mücadelenin en önemli gündem maddelerinden biri olmaya devam edecek. Bütün bunlar Türkiye’de yeni İş Yasası ile düzenlenen yeni çalışma ilişkilerinin böyle kalmayacağını, hakların daha da geriletilmesine yönelik adımların atılmaya çalışılacağını da gösteriyor. Bunun ilk belirtisi ise toplu sözleşme görüşmelerinde ortaya çıkacak. Özellikle metal işkolu sözleşme görüşmelerinde MESS’in idari maddelerde kapsamlı bir değişiklik paketiyle masaya oturacağı görülüyor. Mesele bu pakete karşı hazırlıkların başlatılmasında…