TİSK (Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu) Başkanı Refik Baydur bir kitap yazmış; “İş Güvencesi Tartışmaları”. Yazar, çalışma yaşamında özellikle işçiye iş güvencesi sağlanmasına yönelik girişimleri Eylül 1991 tarihinden itibaren izlemeye almış. Kendi bakış açısı ile, iş güvencesi talep eden ve bu uğurda girişimlerde bulunan herkesi karşısında görmüş. İş güvencesinin, zaten işleri iyi olan işverenlerce kendiliğinden sağlanacak […]
TİSK (Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu) Başkanı Refik Baydur bir kitap yazmış; “İş Güvencesi Tartışmaları”.
Yazar, çalışma yaşamında özellikle işçiye iş güvencesi sağlanmasına yönelik girişimleri Eylül 1991 tarihinden itibaren izlemeye almış. Kendi bakış açısı ile, iş güvencesi talep eden ve bu uğurda girişimlerde bulunan herkesi karşısında görmüş. İş güvencesinin, zaten işleri iyi olan işverenlerce kendiliğinden sağlanacak doğal bir güvence olduğuna hem kendini hem de okuyanları ikna etmeye çalışmış. “İşyeri güvencesi” diye işverenlerden menkul bir kavramın iş güvencesinin temel dayanağı olarak empoze edilmesinde kendince görev üstlenmiş. İş güvencesi kavramına öylesine soğuk ve uzak ki, kitabın Önsöz’ünün ilk kelimesinde “iş güvenliği” ile karıştırmış.
Kitapta başından sonuna çelişki hakim. İş güvencesi
isteyenleri “sendikanın, sendikacıların ve sendikalaşmanın kolaylaştırılmasını amaçlamakla” kendince suçlamaya kalkışmış; diğer taraftan iş güvencesinin “yatırım ve istihdamı olumsuz etkileyeceğini” sürekli tekrarlamış. Birincisi doğru ise bunu istemek suç, ikincisi doğru ise neredeyse vatan hainliği, her ikisi de doğru ise Türkiye’de ya yatırım ve istihdamı olumsuz etkileyecek sayıda sendikacı bulunuyor ya da Türkiye’deki işçiler iş güvencesine sahip olduklarında çalışmadan para isterler ki bu, olsa olsa yazarın karabasanıdır.
Refik Baydur’un bu mücadelesine kendi cephesinden hak veriyorum. Her ne kadar “iki tarafa da tam yaranamadığıma göre” sözü ile işveren cephesinin kendisini tam olarak kendilerinden saymadıklarını, pek de aferin almadığını ikrar ediyorsa da, bizden yana gönlünü serin tutsun, biz onun işverenler için yaptıklarını takdir ediyoruz.
Refik Baydur kitabında, gelmiş geçmiş cumhurbaşkanları, başbakanlar, bakanlar ve siyasetçiler ile çeşitli sivil kuruluşlar ve sendikaların başkan ve yöneticileri hakkında düşüncelerini, eleştirilerini bazen bana göre yukarıdan bir üslupla vermiş. Halen görevde olan işçi konfederasyonu başkanları hakkında da ilginç ve tekzip edilmediğinde daha da ilginçleşecek kimi anı ve görüşlerine de yer vermiş. Sanırım kendileri gereğini yaparlar ama, bunlardan biri-DİSK’in kurucu Genel Başkanı Kemal Türkler var ki, değil yöneticilik yapmış biri olarak ben, hiçbir DİSK’linin O’na karşı terbiye sınırlarının aşılmasına izin vermeyeceğini Refik Baydur’un bilmesini isterim. Kitabın 80. sayfasında “Türk-İş’te iki koltuk olmadığı için Kemal Türkler ikinci koltuğu DİSK’le sağlamıştır” sözleri ile gerek Kemal Türkler’e, gerekse DİSK’in kuruluş nedenlerine ve kurucularına karşı terbiye sınırlarını aşmış. Ne Kemal Türkler ve arkadaşları koltuk için DİSK’i kurdu ne de DİSK böylesine basit bir nedenle kuruldu. Refik Baydur derhal özür dilemeli.
Önyargılı, yanıltma çabaları
Kitabın 271. sayfasında İş Hukuku ve Sosyal Güvenlik Hukuku Türk Milli Komitesi’nce Antalya’da 24-28 Nisan 2002 (kendisine göre 2003) tarihlerinde düzenlenen bir toplantıdan söz ediyormuşcasına DİSK’e ve mensubu olduğumdan şahsıma nefretini ortaya koyuyor. Öylesine önyargılı ki, yaptığım konuşmanın sadece benim değil, DİSK’in görüşleri olduğunun ya ayırdında değil, ya da hakaretlerini beni de aşarak sürdürmeyi hedefliyor. Yazılı olarak Sayın Prof. M. Ekonomi’ye de verdiğim konuşmamda yer alan “esnekliğin esaret olduğu ve işçinin böyle bir kanunla alınıp satılacağı” sözlerimle ilgili olarak “DİSK aynı görüşü Meclis’e kadar götürdü. Meclis’te bazı CHP milletvekilleri aynı ifadeleri kullandılar” sözleri bu hedefinin kanıtı olduğu gibi, esasen benim için onur sebebidir. Refik Baydur’un ayrıca, toplantıyı yöneten Prof. Dr. M. Ekonomi’ye bir Alman konuğun -şayet doğru ise, benim hakkımda “sustur bu adamı, saçmalıyor” dediğini iddia ettiği sözleri, kitabına “demiş-söylemiş” gibi ifadelerle aktararak, her iki kişiyi de zan altında bırakması bana göre yaşına uygun bir davranış olmayıp, doğruluğu da tarafımca irdelenecektir. Kaldı ki ben konuşmamı yaparken Ekonomi ile yan yana oturuyorduk ve hiç kimse böyle bir müdahalede bulunmadı. Bu olsa olsa, Refik Baydur’un o anki hayalinin, kendi kendine tezahürüdür. Diğer taraftan bu toplantının bitiminde yanıma belirgin bir şekilde gülerek yaklaşıp, konfederasyonumuzun eski bir başkanı hakkındaki sözlerini de anımsıyordur umarım.
Kitabın 344. sayfasında “….Tamer Atış son derece rijit ve esnekliği olmayan dayatmacı bir tip olarak tartışmaları sertleştiriyor ve uzlaşmaya yanaşmıyordu. Bu toplantı 22.45’e kadar sürdü. Müzakereler devamınca yarıya inen 33 madde içinde Tamer Atış’ın hâlâ kabul etmediği maddelerin olduğunu iddia etmesi ve olumsuz yaklaşımları dolayısıyla ben toplantının burada sonuçlanmasını, işçi kanadının yarın sabah yeniden toplanarak bir mutabakat sağlamasını ve bakanın huzuruna öyle çıkılmasını teklif ettim. Teklif kabul edildi, bizler de ertesi gün buluşmak üzere toplantıya son verdik. DİSK’in tavrı uzlaşmaya engel oluyor….. Ancak sabah toplantısına DİSK’in katılmadığını anladık. Tamer Atış akşamki toplantı saati mutabakatını işitmediğini iddia ediyordu….. Aynı gün saat 14.00’te (!!! 16.00) bakanın başkanlığında toplandık. Toplantı açıldığında S. Çelebi ve iki arkadaşı da katılımcılar arasındaydı. Belli ki diğer başkanlar öncelikle DİSK’in suçlamalarından çekiniyorlardı…… Bakan bir gün evvel tasarıyı görüşlerini almak üzere bakanlıklara gönderdiğini……söyledi. DİSK temsilcisi Tamer Bey hemen söz isteyerek ‘Efendim, daha çalışmaları bitirilmemiş bir tasarıyı bakanlıklara gönderdiğinizi söylüyorsunuz, ya değişmeler olursa ne yapacaksınız? Bu yanlış bir girişim değil mi?’ dedi……(Bakanın yanıtı)…..Yani bakanı köşeye sıkıştırmak isteyen kişiye bakan bu tip şantajlara boyun eğmeyeceğini bir kere daha hatırlatıyordu. Toplantıdan sonra……..basının karşısına geçtik. Yine bir muhabir DİSK temsilcisinin sorduğu “Uzlaşma bitmeden taslağı bakanlıklara göndermeniz doğru mudur? …….Tahmin ediyorum ki bu hanıma soruyu DİSK’ten gelen kişiler sordurmuş ve…..” ifadeleri ile Refik Baydur olayları çarpıtma maharetini ortaya koyuyor.
Mücadele sürecek
1) Benim “toplantı saati mutabakatını işitmediğimi iddia ettiğim” doğru değildir. Ben, sözünü ettiği mutabakatın benim bulunduğum bir yerde yapılmadığını söyledim ve kendisi de bunu doğrulamıştı. Sayın Bakan’ın da önünde “Canım sen o sırada orada yoktun” dediğini, benim de “Ben de zaten bunu söylüyorum” dediğimi şayet anımsıyorsa, kitabında olayları çarpıtmak amacıyla kasten yer vermemiş demektir. 2) Kendi aralarındaki mutabakat sonucunda sayın bakanı, Türk-İş Başkanı’nın odasından -ki ben yoktum- arayıp toplantının saat 14.00’ten 16’00’ya alınmasını talep ettiklerini yine kendisi saat 16.00’da başlayan toplantıda anlattı. 3) Refik Baydur’un bunlarla da tatmin olamadığı anlaşılıyor ki, sayın Bakan’la olan samimi diyaloğumu “şantaj” olarak empoze etmeye çalışması, bana, kendisi ile olası bir karşılaşmamda tokalaşırken dahi çok dikkatli olmam gerektiğini öğretmiş bulunuyor.
Sayın Refik Baydur, İş Güvencesi ve İş Kanunu ile ilgili görüşlerim değişmedi, DİSK’in de değişmedi. Ömrüm boyunca bu iş kanununun değişmesi için mücadele edeceğimden emin olabilirsiniz. Kitabınızda yer alan anı, görüş ve düşüncelerinizden şahsımla ilgili olanlar için sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Maazallah ya hakkımda iyi