Ne kadar etkileyici değil mi: “Sosyal sorumluluklarını bilen kapitalist tekeller.”Daha da etkileyicisi sosyal sorumluluklarını bilen Coca-Cola! Ancak çevre tahribatının olağanüstü artmasının, işsizliğin, mafyalaşmanın, kadın ve çocuk emeğinin vahşice sömürülmesinin, aşırı silahlanmanın, işçi haklarının gaspının, sosyal devletin tasfiyesinin yarattığı ağır toplumsal sonuçların sorumluları olarak bildiğimiz tekeller ve onların neo-liberal siyasetinin bu göz yaşartıcı “sorumluluk duygusu” dünya […]
Ne kadar etkileyici değil mi: “Sosyal sorumluluklarını bilen kapitalist tekeller.”Daha da etkileyicisi sosyal sorumluluklarını bilen Coca-Cola! Ancak çevre tahribatının olağanüstü artmasının, işsizliğin, mafyalaşmanın, kadın ve çocuk emeğinin vahşice sömürülmesinin, aşırı silahlanmanın, işçi haklarının gaspının, sosyal devletin tasfiyesinin yarattığı ağır toplumsal sonuçların sorumluları olarak bildiğimiz tekeller ve onların neo-liberal siyasetinin bu göz yaşartıcı “sorumluluk duygusu” dünya işlerine biraz aklı erenleri hiç de heyecanlandırmaz, sadece öfkelendirir. Çünkü onlar bilirler ki 1980’lerle beraber sermaye, özelleştirme politikalarıyla sosyal devlet alanını kendi kar alanı haline getirmeye çalışırken, STK’ları da bu alanda görevlendirerek, sömürü mekanizmalarının parçası haline getiriyor. Devletin elini çektiği sağlık, eğitim gibi sosyal hizmetlerdeki boşluğu sermaye ve sermayenin finanse ettiği STK’lar dolduruyor. Toplumsal yararı gözetmeyecek olan, kar güdüsüyle hareket eden sermayenin bu alanda kurduğu egemenlik, kitlelere cehalet, hastalık vs.. olarak dönüyor. Küreselleşme süreci, bir devletle toplum arasında var olduğu söylenen tüm “sözleşmeleri” sermaye lehine tek taraflı olarak feshedip, devleti salt bir borç ödeme ve sürecin toplumsal sonuçlarıyla şiddet tekelini kullanarak mücadele aygıtına dönüştürürken STK’lar piyasaya sürülüyor. Altyapısı eksik yoksul mahallelerde boğulup ölürken, hastane kapılarında mesleği ve cüzdanı sorulurken, eğitim hakkından mahrum bırakılırken “Nerede bu devlet!” diye bağıran yoksullara adres gösteriliyor: “Artık devleti değil STK’ları arayacaksın.” STK’lar, bir taraftan sermayenin genel çıkarları için, yani yaşanan hoşnutsuzlukların bir toplumsal patlamaya dönüşmemesi için sosyal riski önleme projeleri adı altında Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kuruluşlar tarafından fonlanır iken, bir taraftan da firmaların prestij-reklam yatırımları olarak destekleniyorlar. Firmalar bu reklam-prestij yatırımlarına da sosyal sorumluluk projeleri diyorlar. Özetle kapitalist sistem yarattığı toplumsal yıkımın günahını eskiden olduğu gibi refah devletliyle değil, STK’larla çıkarıyor. Böylece hem devletin kamudan elini çekmesini sağlayarak kendine yeni kar alanları açıyor, hem de bu toplumsal görevi bir reklam aracına dönüştürüyor. “Sorumluluk sahibi” firmaların beraber “iş yaptığı” STK’lar sermaye ile toplum arasında yeni bir tür bağımlılık ilişkisi geliştiriyorlar. Profesyonel “gönüllüler”den oluşan STK’ların hazırladığı “yardım” projeleri, bir taraftan belli sermaye gruplarının, bir taraftan da sermayenin genel çıkarlarını temsil eden IMF, Dünya Bankası gibi kurumların önceliklerine göre onaylanıyor ve besleniyor. STK’lar varlıklarını sürdürmek için bu kurumların önceliklerini, tercihlerini göz önüne almak zorunda kalıyor. Böylece STK’lar liberal ideolojinin ve onun değerlerinin, yaşam tarzının kalesi haline dönüşüyor.
Yazımıza konu olan projede ÇYDD’nin düştüğü son pozisyon tam da budur. Bugün Coca-Cola ile beraber bu kampanyayı örgütleyen ÇYDD’nin yıldızı 28 Şubat’la birlikte anti-şeriatçı kampanya sürecinde parlamıştı. Kendini o dönem kurulan “Laik-ilerici-demokrat-atatürkçü” cephede tanımlayan dernek, neo-liberal politikaların meşruiyetini zora soktuğu devletin bir anda “keşfettiği” STK’lardandı. İslamcı yükseliş ve Kürt hareketi “tehdidi” karşısında devlet toplumsal meşruiyetini yenilemek için o güne kadar mesafeli yaklaştığı kurumlarla ortak kampanyalar örgütlemeye başladı. Bu kampanyalarla başlayan yakınlaşma, bu kurumlara daha uzun erimli misyonlar tanımlanması yolunda önemli bir ortak çalışma deneyimi oldu. Devletin neo-liberal politikalara göre yeniden yapılandırılma sürecinde bu kurumlar da yeniden yapılandırıldılar. ÇYDD’nin sloganı olan “Sorunun değil, çözümün parçasıyız.” tam da bu yeniden yapılanmanın gerektirdiği misyonları açıklıyordu. Sorun yoksulluk, cehalet, işsizlik gibi neo-liberal politikaların sonuçlarıydı, çözüm ise STK’ların yardım faaliyetleri.(Bu noktada neo-liberal yıkıma karşı dünya çapında ve Türkiye’de gelişen muhalif toplumsal hareketlerin bir “sosyal risk odağı” olarak, dernek yöneticilerince sorunun mu çözümün mü parçası olarak değerlendirildiğinin ip ucu derneğin tanıtım broşüründe yer almaktadır: “ÇYDD, işsiz gençlerin ve kadınların meslek edinmeleri, ekonomik özgürlüklerine kavuşmaları, böylece şiddet ve terörden uzaklaşmaları konusunda projeler oluşturmaktadır.”) ÇYDD’nin yardım faaliyetleri öğrencilere verdiği burslarla popüler oldu. Bu faaliyetler İslamcı cemaatin seçmeci, dilencileştirici “dayanışma” faaliyetlerinin “laik” alternatifiydi. Bu özelliğiyle “şeriat” endişesi taşıyan orta ve üst sınıfların ekonomik desteğini kazandılar. Sonra projeler büyüdü. Dışarıdan fonlanması ve devlet desteği gerektiren özellikle eğitime ve kadınlara yönelik projelerde dernek, uluslararası sermayenin, uluslararası finans kurumlarının ve devletin STK’ları geliştirme yönelimlerinin sonucu aradığı katkıyı bulmakta çok zorlanmadı.Ve en son projesine, YİBO’ların iyileştirilmesi çalışmasına en önemli destek Coca-Cola’dan geldi. ÇYDD, “çocuklarımızın eğitim için” Coca-Cola ile ortak bir kampanya örgütlemeye başladı.
Peki, ÇYDD Başkanı Türkan Saylan, “Sosyal Sorumluluğunu” bilen kampanya ortağı Coca-Cola’nın bugüne kadarki birçok insanlık suçunun sorumlusu olduğunu bilmiyor mu? Bilmiyorsa hatırlatalım: Coca-Cola ilk olarak ABD’nin Georgia eyaletinde üretilmeye başlandı. Ne rastlantıdır ki, Georgia Çocuk işçi kullanımını en son yasaklayan ABD eyaletidir. Coca-Cola’nın ilk patronu Asa Chandler çocukları köle gibi kullanmayı savunuyordu. “Çocuk emeği Dünya üzerindeki bütün ülkelerde başarının ölçüsüdür.” demiş ve eklemişti; “çocuk ne kadar erken çalışmaya başlarsa hayatı o kadar güzel ve yararlı olur.” Coca-Cola çocuk emeğini sömürmekle kalmamış, 1970’de Güney Afrika’da ırkçı rejimin hapse attığı siyah mahkumları ayda 7.5 dolara çalıştırmıştır. Bu arada Alman ve Japon savaş esirleri de Coca-Cola fabrikalarında çalışmışlardı. Şirket Nazi Almanya’sında iş yaparken gamalı haç ile Coca-Cola arması yan yana asılıyordu. 1930’larda Coca-Cola, Hitler Gençliği üyelerini yıllarca kendi kamyonları ile mitinglere taşımıştı. Nisan 1939’da Coca Cola’nın Almanya’daki patronu şirketin 10. Yılını kutlarken “Büyük Önderimiz Hitler’e Hayranlığımızı ifade Etmek İçin” adlı yığınsal bir “Heil Hitler” gösterisi düzemişti. 1954’te Coca-Cola’nın yerel şişeleme şirketi United Fruit Co. Guetamala’da faşist askeri darbeyi desteklemişti. Guatemala’da Coca-Cola fabrikasındaki işçilerin sendika temsilcisi üç kez suikasta uğramış, hepsinden kıl payı kurtulmuştu. 2000’li yıllarda Coca-Cola firmasının Kolombiya’daki yerel üretim firmalarına karşı yürütülen sendikal direniş sırasında bu ülkede birçok sendikacı öldürülmüştü. Coca-Cola yukarıda adı geçen, neo-liberal talanın ve sömürgecilik ilişkilerinin devamı için darbeleri, kontrgerilla faaliyetlerini desteklediği ülkeler başta olmak üzere bir çok ülkelerde de “imaj” çalışmalarına önem vermiş, lösemili çocuklar için hastahanelerde özel odalar inşa etmiş ve bunun reklamını da bol bol yapmıştır. Şirket hem çocuk işçi çalıştıran, çocukları eğitimsiz, sağlıksız ve geleceksiz bırakan neo-liberal saldırganlığın terör yöntemlerini desteklemiş, hem de bunun yarattığı ağır toplumsal sorunları reklamı için
kullanmıştır. Ancak yukarıda da bahsedildiği gibi bu sadece Coca-Cola’nın değil tüm sermayenin tercihidir.
Bu yüzden bu yazının ana fikri asla ve asla “daha temiz sermaye gruplarının finansörlüğünde” STK’cılık yapmak gerekir değildir. Ana fikri şudur: Yoksulluğa karşı liberallerin çözümünün peşine takılırsanız, STK’cılıkla çözüm olduğunuzu iddia ederseniz, sermayeden ve devletten gelecek fonlarla toplum için iyi bir şeyler yaptığınızı iddia ederken kendinizi kapitalizmin kirli çamaşırlarını yıkarken buluverirsiniz. Çözümün bir parçası olacağım derken sorunun, yani kapitalist-emperyalist sistemin yeni liberal saldırısının bir parçası olursunuz.
Bu açıdan ÇYDD’nin düştüğü bu ibretlik durumun, ezilenlerin toplumsal hareketinin dönüştürücülüğünden umudu kesip “sivil toplumu” yeni keşfeden tüm dostların kulağına küpe olmasını dileriz.