Kimileri sendikaları daha fazla para kazanmak için bir amaç olarak görürken kimileri de siyasal anlamda kazanımları için bir araç olma işlevinde görmekten kaçınmamakta. Bir üçüncü bakışa göre ise sendikalar toplumun demokratikleşmesi için iyi birer sivil toplum örgütü olma yolunda önemli bir basamak, önemli bir adımdır. Temel anlamda sendikalar bu üç işlevin yanı sıra toplumsal anlamda […]
Kimileri sendikaları daha fazla para kazanmak için bir amaç olarak görürken kimileri de siyasal anlamda kazanımları için bir araç olma işlevinde görmekten kaçınmamakta. Bir üçüncü bakışa göre ise sendikalar toplumun demokratikleşmesi için iyi birer sivil toplum örgütü olma yolunda önemli bir basamak, önemli bir adımdır. Temel anlamda sendikalar bu üç işlevin yanı sıra toplumsal anlamda demokratikleşmenin temel anahtarlarından birisidir. Marxist terminolojide sendikalar işçi sınıfının sermayeye karşı temel savaşım araçlarından biri olarak devrim yolunda önemli bir işleve sahip olmakta.
Gerek dünya sendikal hareketinin gerekse de ülkemiz özgülünde sendikal hareketin bir kriz içerisinde olduğu ve bu krizden çıkış için yeni arayışların olduğu bilinen bir gerçeklik. Fakat özünde sermayeye bağımlı, uzlaşmacı bir sendikal hareketin kazanım anlamında sendikal bürokrasi dışında işçi sınıfına kazandırabileceği hiçbir şey olmadığı da bilinen bir gerçekliktir. Bu anlamda ülkemizdeki sendikal hareketlerin daha çok tabandan kopuk yöneticilere dayalı bir bürokratik bir mekanizma oluşturdukları bilinen bir gerçeklik olarak karşımıza çıkmakta. Gerici Türk-iş bürokratizminden tutalım da adından başka devrimcilikle ilgisi olmaya DİSK’e kadar işçi sendikalarının genel yapısı bir tür uzlaşmacılık zincirinden başka bir şey değildir. Muhafazakar Hak-İş zaten dikkate alınmayacak derece de iktidar eklenmeciliğine dayalı zihniyetiyle baştan kategori dışı kalmakta. Mevcut İşçi sendikalarını genel anlamda değerlendirdiğimizde sınıf mücadelesi açısından baştan itibaren sınıfta kaldıkları genellemesi sanırım abartı olmaz.
Ülkemizde kamu emekçilerinin 1990’lı yıllardan itibaren toplumsal muhalefete ve sendikal harekete katkıları yerleşik sendikalar tarafından inkar edilmez bir gerçek olarak gündemimize oturmakta. Bu anlamda kamu emekçileri sendikalarının temel dinamiği olan KESK ve bileşenlerinin bir çok anlamda yetersizliğine rağmen ülkemiz sendikal hareketi içerisinde toplumsal muhalefet anlamında önemli bir yeri tuttuğu inkar edilemez bir gerçeklik olarak karşımıza çıkmakta.
Son günlerde eğitim emekçilerinin örgütlü olduğu Eğitim-Sen’in kapatılmasına ilişkin bir dava gündemimize oturmakta. Bu davanın içeriğinden çok kapatılmasını tavsiye eden kurumun siyaset dışı kabul edilen Genelkurmay’dan gelmesi hayli ilginç. Demokratik bir toplumda siyaset öznesinin tamamen dışında kalması gereken bir alan kabul edilen ordunun bir sendikanın kapatılmasını istemesi herhalde ülkemize has özgün bir durum. Herhangi bir sendikanın varlık sebebi tüzüğünde olagelen mevcut ilkelere göre faaliyet göstermesidir. Eğitim-Sen de tüzüğüne herkesin anadilinde eğitim görmesi hakkına sahip olması gerektiğine dair bir hüküm koymuş. Gayet doğal olan ve herkesin üzerinde hemfikir olması gereken bir konuda birdenbire birilerinin rahatsız olması ve sendikayı kapatma davası açması için bağımsız kabul edilen mahkemeleri öne çıkarması gayet belirgin bir siyasallaşmanın öne çıkarılması olarak kabul edilebilir.
Son dönemlerde farklı dillerde yayını ön plana çıkaran hükümetin, anadilde eğitimi savunan bir sendikayı kapatmaya dair dava açılmasına suskun kalması açıklanamaz bir olgu olarak siyasal tarihimize kara bir olgu olarak geçecektir.
Eğitim-Sen yakın dönem siyasal tarihimizde demokratikleşmeye çeşitli yönleriyle katkı sunmuş bir demokratik kurum olarak tartışılmaz bir yere sahiptir. Kamu emekçilerinin hak arama mücadelesinde öncülüğü sahiplenen, bir çok bedel ödeyen kitle örgütü olarak toplumsal muhalefetin ön saflarında yer almış bir kurumun kapatılmaya çalışılması toplumun ilerici kesimlerine verilen bir mesajdır. Özellikle DEP milletvekillerinin bölgede yaptıkları açıklamalar, hükümetin farklı dillerde yayınları ve en önemlisi de toplumsal muhalefetin demokratikleşmeyi ön saflarda yüksek seslerde ifade etmeye çalıştıkları bir dönemde ,susturma çabalarına dönük bir atılım olarak bu dava sahiplenilebilir.
Herhangi bir sendika ne işe yarar sorusu burada ön plana çıkmaktadır. Kimi aklı evvellere göre sendika para kazandıran, ücretlerde iyileşme sağlayan bir işleve sahip olmalıdır anlayışına karşı çıkan duruş Eğitim-Sen’in bu günkü (bir çok eksiğine rağmen) olan konumudur. Herhangi bir sendika toplumsal muhalefeti de sahiplenmelidir. Kendi işkoluna giren konularda da söz sahibi olmalıdır. Gerekirse toplumsal muhalefetin ön saflarında topluma yön gösterici olmalıdır da.
Eğitim-Sen’e sahip çıkmak her ilerici demokratın asli görevi olmalıdır. Hiçbir düşünce ayrımı yapmadan toplumsal muhalefetin aktif motorlarından biri olan bu ilerici kurumu sahiplenmenin aydınlarımızın bir namus borcu olduğuna inanıyorum. Çok iyi bilinmelidir ki; muhalif olarak ön plana çıkan bir kurumun kapatılma çabası muhalif kabul edilen her kurum ve kişiye verilmek istenen bir mesajı ifade etmekte. “ya susarsınız ya da sınırlarını bizim çizeceğimiz dar alanlarda konuşabilirsiniz.” mesajı toplumun bütün ilerici kesimlerine verilmek istenmekte. Bu anlamda bu davayı sahiplenmek geleceğimizin yeniden karartılmasına bir tür karşı çıkış olarak ön saflarda sahiplenilmesi gereken bir durumdur.