Her daim ‘bardağın yarısı boş’ demeye eğilimli olanlar; ”Bush gelme!” dedik, geldi. ”İstanbul’un kapılarını NATO’ya kapatıyoruz!” dedik, kapılar üstümüze kapandı. ”Biz NATO zirvesini engelleyebiliriz!” dedik, çatır çatır yaptılar, deseler hakları… Ama bardağın yarısı dolu demeyi tercih edenler için de; ”Bu ülkede barışseverler var, militarizim karşıtları var, AKP hükümetinin suçuna ortak olmayanlar var, emperyalistler karşısında el […]
Her daim ‘bardağın yarısı boş’ demeye eğilimli olanlar; ”Bush gelme!” dedik, geldi. ”İstanbul’un kapılarını NATO’ya kapatıyoruz!” dedik, kapılar üstümüze kapandı. ”Biz NATO zirvesini engelleyebiliriz!” dedik, çatır çatır yaptılar, deseler hakları…
Ama bardağın yarısı dolu demeyi tercih edenler için de; ”Bu ülkede barışseverler var, militarizim karşıtları var, AKP hükümetinin suçuna ortak olmayanlar var, emperyalistler karşısında el pençe divan durmayanlar var” dedirtebilmeyi başardığımız da bir gerçek. Kadıköy’de toplanan 50 bin kişi bizi utandırmadı, olayın tarihi niteliği göz önüne alınırsa gönendirmedi de.
Doğru eylem tarzı, yanlış eylem tarzı bir yana, üç gün boyunca çırpınanlar, ezelden beri alışıldığı üzere ortak bir dil tutturamasalar da, tüm riskleri göze alarak şartları zorlayanlar Türkiye’nin devrimcileriydi, sosyalistleriydi, anti-emperyalistleriydi, ekolojistleriydi, anti-militaristleriydi, onurlu sanatçıları, aydınlarıydı. İstisnalar bir yana bırakılırsa, Kürt muhalefeti, sosyal demokratlar ve islamcılar’ın ise esamesinin bile okunmadığı kaydını düşmek zorundayız.
NATO’DA ÇATLAK SÜRÜYOR
Zirve kararlarına gelirsek, ABD ile Fransa ve Almanya’nın başını çektiği ‘eski Avrupa’ arasındaki çatlak ne onarıldı, ne de kırığa dönüştü. Bush eskisi kadar küstah, Amerikan kartalından başka kuş tanımayan tavrından uzaktı. Belli ki neo-conlardan öte, eski üstad Brezinski’nin rotasına girmişti. Ama, ‘Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi’ne usulden start vermeyi başardı. Fransa ve Almanya cephesi ise Irak’a asker göndermeyi reddetme tavrını sürdürerek zevahiri kurtarsalarda, NATO’ya Irak’ta misyon biçilmesine cepheden muhalefet edemediler. Avrupa’nın ABD’nin askeri tutsaklığından kurtulması zamanının geldiğini söyleyecek cesaretleri zaten olmadığı için Bush’a yol verdiler.
Bush’un ”Türkiye’yi AB’den uzak tutmayın” çağrısını birliğin iç işlerine müdahale olarak gördüğünü söyleyen Fransa Cumhurbaşkanı Chirac ise, Türkiye üzerinden rüştünü ispata kalkıştı. Böylelikle AB’den tarih almayı beklerken, iki muhtemel senaryo belirginleşti. Ya AB’ye, ABD’nin Truva atı şüphesiyle duhul edilecek; ya da yüzgeri edilince tek çare ABD’ye daha sıkı sarılmak gibi görünecek. Geniş Ortadoğu’da Geniş Kafkaslar’da Amerikan fedailiğine soyunulacak.
TÜRKİYE BOP’A BATIYOR
Türkiye zaten Afganistan’da Uluslararası Güvenlik Yardım Gücü’nün başkanlığına tekrar talip olarak, kendi ayağıyla bataklığa koşuyor. Halbuki Tayyip Erdoğan yürekli bir politikacı olsaydı ve Bush’a ”Madem Afganistan’da 20 bin askerin var. Bırak şu Bin Ladin’i avlama sevdasını, güvenliği sen sağla” diyebilseydi, sorun hallolurdu.
AKP hükümeti ordunun, olmadı polisin eğitimi derken suça ortak olmak için can atıyor. Keşke Türkiye’nin insan hakları sicili parlak olsaydı da, biz de bir yüzle, ”Irak’taki ABD askerlerine insan hakları dersleri verelim” diye öneri götürebilseydik.
Bush’un prokonsülü Paul Bremer görevi devrederken, Irak’taki kamu mülkiyetindeki fabrikaların acilen özelleştirilmesi gereğinden söz ediyor. Arkasından da başarılarını, vergi oranlarının indirilmesi, gümrük tarifelerinin aşağı çekilmesi ve yabancı sermaye kanununun liberalleşmesi olarak sıralıyor. Kısaca emperyalist güçler, militarist hamlelerin ardından hemen neo-liberal ekonomi politikaları monte ediyorlar. Onların işgal ettikleri ülkeyi serbest piyasa söylemiyle yağma etmekten yüzlerinin kızarmadığını biliyoruz.
ŞİMDİ SOSYAL TALEPLER ZAMANI
Kıssadan hisse: Barış hareketi de militarizim karşıtı mücadelesini sosyal taleplerle birleştirerek yoluna devam etmelidir. İşsizlik ,yoksulluk, açlığın ortadan kaldırılması için mücadele hem etik bir sorumluluktur. Hem de kör terörün can damarını kesmek anlamında çok önemlidir.
Şimdi ‘Başka Bir Dünya’ talebinin uluslararası dayanışmayı güçlendirerek yinelemek zamanı. Savaşın, sömürünün olmadığı; paranın, gücün, özellikle fuzelerin, tankların, nükleer silahların borusunun ötmediği; paylaşmanın, dayanışmanın, eşitliğin, özgürlüğün öne çıktığı bir dünya.
Bakın Pazar günü Kadıköy’den bir haykırdık, bu sayede üç yurttaşımızın hayatının kurtulduğu gerçeğini Abdullah Gül bile teslim etti. Düşünün bir kez, bizim istediğimiz bir dünya kurulsa neler olmaz…
Kaynak: Birgün , 2 Temmuz 2004