Genelkurmayın etkinlik alanındaki Milli Savunma Bakanlığı’nı bir yana bırakırsak, Türkiye’nin dış politika ilişkilerini planlayan ve yöneten Dışişleri Bakanlığı’ndaki politika belirleme süreçlerinde geleneksel, laik CHP çizgisinin etkin olduğu genel kabul durumunda. Bu geleneksel yapının AKP hükümeti eliyle değiştirilme çabalarına karşı hükümet ile laik dışileri bürokrasi arasında -bir yılı aşkın süredir devam eden- çatışmanın su yüzüne çıkması […]
Genelkurmayın etkinlik alanındaki Milli Savunma Bakanlığı’nı bir yana bırakırsak, Türkiye’nin dış politika ilişkilerini planlayan ve yöneten Dışişleri Bakanlığı’ndaki politika belirleme süreçlerinde geleneksel, laik CHP çizgisinin etkin olduğu genel kabul durumunda. Bu geleneksel yapının AKP hükümeti eliyle değiştirilme çabalarına karşı hükümet ile laik dışileri bürokrasi arasında -bir yılı aşkın süredir devam eden- çatışmanın su yüzüne çıkması önemli görünmekte. Açıkça, bilgi ve belgelerle gerçekleşen çatışmanın arka planında dış siyaset kurumuna hakim olmak isteyen kliklerin hesaplaşmasının olduğu görülüyor.
Tezkere ve Kıbrıs
AKP hükümetinin ilk dışişleri bakanı Yaşar Yakış’ın, doğrudan ABD politikalarını destekleyen (Genel ABD politikalarından rahatsızlık duymayan dışişleri, bu politiklara temkinli ve müzakereye dönük yaklaşmayı tercih etmekte) tutumu ve etkisiz yönetim profili, dışişleri bürokrasisi içinde rahatsızlık yarattıysa da kadrolarda önemli değişim yapmayan Yakış’a karşı bir ‘iç reaksiyon’ da gelişmemişti. Dönemin Başbakanı Abdullah Gül’ün Erdoğan hükümetinde dışişleri bakanı olmasıyla başlayan süreç ise öncekinden farklı boyutta gelişim gösterdi.
Bakanlığa atandıktan bir süre sonra sözcüyü ve bazı idari kadroları değiştiren Gül’ün bakanlığı yapılandırma çabasında, -adeta- ABD elçisi görünümünde müzakere yapan müsteşar Uğur Ziyal’in önemli katkısı oldu. Kıbrıs konusuna ilişkin çalışma yapmak üzere kapalı devre bir ekip oluşturan Gül, ABD’nin Irak operasyonuna katkı yapacak dış politika manevralarını da geleneksel dış politika karar alma mekanizmasının dışına taşırdı. Bakanlık içinde başlayan huzursuzluğun bir süre sonra İslamcı-ABD eksenine karşı laik-ulusalcı karakter kazanması nedeniyle zor durumda kalan Gül, bazı kuvvet komutanlarının bakanlık üzerine doğrudan etki yapmasına da engel olamadı. Laik-geleneksel dışişleri kliğinin Cumhuriyet gazetesine sızdırdığı “Gizli Kıbrıs Planı” ve “Türkiye üzerinden Irak’a Operasyon” gibi haberlerle moral üstünlüğünü yitiren Gül bu aşamadan sonra dışişleri personelinde değişikliklere giderek etkinliğini güçlendirmeye çalıştı.
Dışişleri Kökenli CHP’lilerin Etkisi
Dışişlerinde yerinden oynayan taşlarla birlikte bilgi ve belgelerin yayımlanması da hız kazandı. Bu bilgi transferinde uzun yıllar bakanlıkta müsteşarlık yapmış olan Onur Öymen’in açıklamaları da önemli rol oynamaktaydı. Öymen geçen bir yıl içinde ‘bakanlık prsonelinin yolluk kesintilerinden, diplomatların erken emekliliğine kadar’ hariciyeyi ilgilendiren pek çok -hassas- noktayı Meclis gündemine taşıdı ve oldukça sert açıklamalarda bulundu. Alevlenen ve açıkça izlenebilen huzursuzluk, geçtiğimiz haftalarda Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan belgelerle birlikte doruk noktasına çıktı.
Geçtiğimiz aylarda A.Gül’ün AİHM Dairesine “kamuda türban kullanımını açıkça destekleyen” DoçDr. Hasan Nuri Yaşar’ı ataması Cumhuriyet diplomasi muhabiri Ayhan Şimşek tarafından haberleştirilmişti. İzleyen günlerde Yaşar’ın Dışişlerinde -resmi görevi olmamasına karşın- yolluklu (1000 Euro) görevlendirmesini gündeme taşıyan Cumhuriyet, konuyu bazı yazarları eliyle de defalarca dile getirdi. Bu topyekün taarruz karşısında dayanamayan Yaşar birkaç gün önce görevinden istifa etmek durumunda kaldı (İbrahim Yıldız, 19 Temmuz).
Bardağı taşıran son gelişme ise yine Cumhuriyet’in, AB’nin genişlemeden sorumlu üyesi Gunter Verheugen’in Abdullah Gül’e gönderdiği bir resmi belgeyi yayımlamasıyla yaşandı. Belgede Verheugen’in, Gül’den açık şekilde Ruhban Okulu’nun açılmasını istediği iddia edilmekteydi. Bugüne kadar “Ruhban Oklu’nun ilerleme raporuyla ilgisi yok” türünden açıklamalar yapan Gül’ü zor durumda bırakan belgeyle ilgili sorulara karşılık Gül şu ilginç yanıtı verdi: “…Bize karşı da kimse kullanılmasın, başkalarına karşı da kimse kullanılmasın. Kimin imzası varmış onun altında, hangi başlıklı kağıttaymış. Bunlar gazetecilik de değildir açıkçası. Onun için hepinizi uyarırım: Bize karşı da dikkatli olun, başkalarına karşı da dikkatli olun”.
Çatışma Artarak Sürebilir
Önümüzdeki aylarda, Dışişleri içindeki kilit noktalara atama yapmak istediği bilinen Gül’e karşı reaksiyonların artması ve tartışmalara Genelkurmay ve Cumhurbaşkanlığı’nın katılması da beklenebilecektir. Nitekim Nuri Yaşar’ı istifaya sürükleyen süreçte Yaşar’ın çok önceleri yaptığı; “Cumhurbaşkanı Sezer bürokrasideki başörtü savunucularına karşı istihbarat yaptırıyor” açıklamasının Cumhuriyet’te yayımlanmasının da etkili olduğu belirtiliyor.
Çatışmaların ‘klik savaşı’ karakterinde olması ve halkın beklentilerinden öte devlet içindeki güç mücadelesinin ürünü olarak gelişmesi, bu çatışmanın sonucunda önemli sonuçlar beklenmemesi gerektiğini gösteriyor. Yine de, geleneksel devlet politikasındaki küçük değişimlerin halka dolaysız etki ettiği gerçeği unutulmadan gelişmelere yakından bakılmasının yararı bulunuyor.
Bülent Tütmez