MGK’nin oluşumu, yetkileri, sekreterin sivil olması gibi konularda AB kriterlerinin uygulanmasında çok titiz(!) Erdoğan hükümeti, işçi haklarına gelince yan çiziyor. AB kriterlerinin işçi haklarına ilişkin gündemi gündemde bile değil. İş Yasası’nda AB kriterlerine uyum gerekçesiyle yapılan değişiklikleri fırsat bilen Erdoğan hükümeti, hem iş güvencesinde AB kriterleri ile ters yönde olarak kazanılmış hakları geri götürdü, hem […]
MGK’nin oluşumu, yetkileri, sekreterin sivil olması gibi konularda AB kriterlerinin uygulanmasında çok titiz(!) Erdoğan hükümeti, işçi haklarına gelince yan çiziyor. AB kriterlerinin işçi haklarına ilişkin gündemi gündemde bile değil.
İş Yasası’nda AB kriterlerine uyum gerekçesiyle yapılan değişiklikleri fırsat bilen Erdoğan hükümeti, hem iş güvencesinde AB kriterleri ile ters yönde olarak kazanılmış hakları geri götürdü, hem de esnek çalışma başlığı altındaki düzenlemelerle çalışma süreleri, fazla mesailere ilişkin yıllardır uygulanmış hakların gasp edilmesi sonucu elde edildi. Artık işçilerimiz holding çatıları altında esnekleşme adına oynanabilen sayısız oyunun da katkısıyla AB ölçülerinin çok uzağında, eski yüzyılların sömürü düzeninde, üstelik yasaların kılıfına uydurulmuş olarak çalıştırılabiliyorlar.
İşverenlerimize, Erdoğan hükümetine, İş Yasası ile kuralsız düzenin kurallaştırılması, işçi çalıştırmada, eskisinden çok daha fazla AB ölçülerinin altına inilmesi yetmemiş olmalı. Bir yandan sosyal güvenlik haklarından geriye dönüş operasyonları, sosyal güvenlik sisteminin budanması, sağlıkta özelleştirmelerde adım adım yol alınıyor. Diğer yandan yine AB’ye uyum gerekçesiyle sendikal yasalar değişikliği hazırlıklarında AB ilkelerinin dışında çalışmalar yürütülüyor.
Erdoğan hükümeti, AB kriterlerinin izlenmesinde, AB tarafının sadece kendi öncelikleriyle hareket etmesinden, işçi haklarındaki duyarsız denetimden yaralanarak meydanı boş bulmuş olarak, işçi haklarında AB ilkeleri ile ters yönde, kazanılmış hakların gasp edilmesi anlamında kimi adımları atmada hiçbir sakınca görmüyor.
Elbette Türkiye’ye tarih verilirken, aslında ortaklık değil, bal gibi de özel statü, arka bahçede bir yer biçmiş AB’nin, pazarlık masasındaki işçilerimiz aleyhine en temel dayatma maddesinden söz bile açmıyorum. Son günlerde AB’den takvim almak uğruna AKP’nin baştan işçilerimizin serbest dolaşım hakkından vazgeçtiğine, güvence vereceğine ilişkin haberler ekonomi dünyasında çok sık dillendiriliyor. Çünkü AB cephesinde, bırakınız üyelik ve ortaklığı, takvim verirken bile işçilerimizin serbest dolaşım hakkı kabus gibi algılanıp Türkiye aleyhine sürekli gündeme getiriliyor.
Türkiye, ülkemiz işçilerini unutun, AB ülkeleri içinde çalışan ve AB hukukuna göre, bal gibi de serbest dolaşım hakkı doğmuş bulunan, AB ülkelerinde yaşama ve çalışma hakkı elde etmiş işçilerimizin bile AB ülkeleri içinde serbest dolaşım hakkını savunamıyor.
Kamuoyunun dikkatine bile sunulmayan, aslında AB üyelik hesaplarında Türkiye’ye sadece artı puan getirebilecek, zaten AB’ye uyum gerekçesiyle hazırlanan sendikal yasalardan söz açmak istiyorum: 2821-22 sayılı yasalar üzerindeki makyaj çalışmaları son aşamasına getirildi. AB’ye uyum, ILO ilkeleri, Türkiye’nin altına imza atmış olduğu ve uyması olmazsa olmaz sözleşme hükümlerine aykırılıklar hiç değilse ayıklanacaktı.
Grev yasaklarının adam gibi kaldırılabileceğinden zaten umudum yoktu. Erdoğan hükümeti, iktidara geldiğinden bugüne, Türkiye’nin en çok eleştiri aldığı AB ülkelerinde söz konusu olamayacak, ILO sözleşmelerine kesin aykırı hükümetin grev yasaklama yetkisi, yasadaki amacına da aykırı olarak kötü niyetli olarak kullanıldı. Özel sektörün cam, lastik işkollarındaki sıradan grevlerini “milli güvenliği ve halkın sağlığını tehdit ediyorsa” ancak kullanabileceği hallerdeki yasa yetkisine dayanarak, yasa hükmü, hukuku açıkça çiğneyerek yasakladı. Tabii sendikaların açtığı davalarla da, Erdoğan hükümetinin yetkisini kötü niyetle yasaya aykırı kullandığı da yargı kararıyla kanıtlandı.
Lafa gelince AB’ciliği ağzından düşürmeyen Erdoğan hükümeti, işverenlerimiz, büyük medyamız, hiç değilse işçilerin doğrudan kendilerine dokunmayan kimi sendikal hak ve özgürlüklerinde duyarlı davransalar.. Örneğin yine ILO’da işçinin sendikal hak ve özgürlüklerini gasp etmekten sürekli hesap verdiğimiz bir yetki sorunu, barajlar var. AB ülkelerinde zaten böyle bir düzenlemenin lafı bile olmaz. ILO, bizdeki sendikal sözleşme ehliyet ve yetkisinde kullanılan barajların, işçinin sendikalaşma hakkı, özgürlüğü, toplu pazarlık hakkı önünde çok önemli bir engel oluşturduğunun altını çiziyor. AB’ye uyum yasasında bu yasağın, barajın kalkmaması akıl alacak bir iş mi?
Ya işkolları dağılımının dünya standartları, AB, ILO normlarıyla çelişmesine ne demeli? Hazırlanan taslak bu haliyle yasalaşırsa başta gazetecilik, bankacılık pek çok işkolunda yıllardır var olan, sözleşme yapan sendikalar kapanacak. Hükümet, Türk-İş, işverenler, bilim insanları, hepsi kafa kafaya vermiş ne yapıyorlar dersiniz? Sonuçları ortaya çıkınca, keskin AB’ciler, var olan sendikaların kapısına kilit vurmanın hesabını nasıl verecekler?
13 temmuz 2004 – Cumhuriyet Gazetesi