Hayırlı olsun. İnsanın yaşamakta olduğu şehrinin, sürdürmekte olduğu hayatının zincire vurulmasına böylesine sessiz sedasız boyun eğişi karşısında ne söylense fazla kaçacaktır. Olimpiyat şehri olmaya aday anlı şanlı İstanbul’un yaşamakta olduğu zulme ve sakinlerinin tepkisizliğine bakacak olursak Recep Tayyip Erdoğan’ın son konuşmalarından birindeki hoyratlığının nereden kaynaklandığını da kavrayabiliriz. Yoksa gerçekten aşırıradikalfundamentalist bir tepki midir, insanın bu […]
Hayırlı olsun. İnsanın yaşamakta olduğu şehrinin, sürdürmekte olduğu hayatının zincire vurulmasına böylesine sessiz sedasız boyun eğişi karşısında ne söylense fazla kaçacaktır. Olimpiyat şehri olmaya aday anlı şanlı İstanbul’un yaşamakta olduğu zulme ve sakinlerinin tepkisizliğine bakacak olursak Recep Tayyip Erdoğan’ın son konuşmalarından birindeki hoyratlığının nereden kaynaklandığını da kavrayabiliriz. Yoksa gerçekten aşırıradikalfundamentalist bir tepki midir, insanın bu durum karşısında midesinde bir kıyıntı, ruhunda ince bir sızı, göğsünde öfkeli bir sıkışma hissetmesi? Ey şehrimizi bize kapatıverenler, bizi hayattan tecrit edenler; şu çok sevdiğiniz, ikide bir hainlerinin listesini çıkardığınız vatanınız, Türkiye’niz meğer böylesine kolay açılır kapanır, böylesine kullanışlı bir portatif çadırmış da bu durum sizi şu kadarcık olsun incitmezmiş. Ne kadar işkenceci olduğu iddia edilen korumanızı kolunuza takıp artık demokrasiyi tesis ettiğimizi haykırma yollarında ülke ülke gezseniz de şu görüntüyü dünyaya unutturmanız mümkün olmayacaktır.
İşte yorgun ve sindirilmiş bir milletin başındaki afisi denetimsiz, kaba saba bir üçüncü dünya liderisiniz. Demokrasi geleneği saygı gören hangi ülke yönetimi, ağasını karşılayan maraba misali şehirlerinin sokaklarını yepyeni taşlar ve çiçeklerle tefriş edip halkına da kendi başının çaresine bakmasını salık verir? Kendi milletinin hayatını bunca zora sokabilir? Tanıkları bir bir ortadan kaldırmak ister gibisiniz. Şehri bize kapattınız.
İtiraz edenler, meydanlarda toplanıp Bush’u ve NATO’yu protesto edenler başbakanımız efendimiz tarafından marjinal ilan edildi.
Bu marjinal kelimesi Türkçe’nin bağrında bir yara olarak belirdiğinden itibaren etrafında çok sorunlu bir alan oluşmuştur. Önceleri ‘farklı cinsel yönelim’ sahibi insanları paketlemeye yarayan bir yurtdışı kargo işlevi görürken yabancı tınısıyla onları dilimizden sınır dışı etmeye yarıyordu. Sonradan bu serüveninden edinmiş olduğu yükle istenmeyen, bünye dışına atılması farz görülen bütün insan gruplarına yönelik bir yafta halini aldı.
Şu dünyada temsil ettiği siyasi duruşu bir kenara bırakalım, Recep Tayyip Erdoğan’la tanıştıkça onda başından beri bizi rahatsız eden şeyin birkaç dil sürçmesi ile açıklanamayacak bir çiğlik olduğunu fark ediyoruz. Çiğlik derken yalnız bildiğimiz hamlıktan, sonradan görmelikten, ikbale hazırlıksız yakalanmışlığından dem vuruyor değilim. Aynı zamanda onun vahşileşebilme hızına, güç kazanıp yerini sağlamlaştırdıkça karşısındakilere yönelik gözü dönmüş bir nefreti fütursuzca dışa vurabilme eğilimine de dikkat çekmek istiyorum.
Monden Tayyip
Suratında ‘talihsiz’ bir sırıtmayla, “30 yıl öncesinde kalmayalım. O zaman ‘Go home’ diyen zihniyet ne ise bunların zihniyeti de aynı. Artık bunları aşmak lazım” derken daha birkaç yıl öncesine kadar geçmişini bağışlatmak için çırpınan delikanlıdan kıyıcı bir hoppalığa, sözünün nereye gideceğini tartmayan bir kaygısızlığa yuvarlandığını görüyoruz.
Recep Tayyip Erdoğan’ın engellenemeyen yükselişi, farklı çevrelerde farklı tercümelerle izlendi. Sözgelimi, yükselişi karşısında çaresiz kalan neo-liberal ‘kanaat liderleri’nin aceleye getirdikleri ‘Kasımpaşa Oratoryosu’nda Delikanlı bu alanda alışık olmadığımız, enikonu şehvetli bir dille kutsanıyordu. Bir omzunun raconunca ‘hafif aşağı kaymış’ olması, Roosevelt Salonu’na aynı bıçkın edayla girmesi ve kendisini bir ay gibi kısa bir zaman içinde ‘seçkinler kulübüne kabul ettirmesi’ üstüne kurulan romans, en ufak bir mizah kırıntısı içermediği gibi maçoluğun dayanılmaz cazibesine boyun eğiş tadında bir cinsellik alıştırmasından izler taşıyordu. Onca küçük görülen adam, en kostak yürüyüşüyle iktidara yanaşırken bir acele Kasımpaşalılığın erdemleri keşfedildi. Yoksul taraftarlarının onda göregeldiği yakışık, apansız güçlü çıkar çevrelerine de aşikâr oldu. O da bunun tadını çıkarıyordu hani. Bu imge, bu eda ‘Şimdilik idare eder’ diyordu besbelli.
‘Lider olunmaz, lider doğulur’ buyurmuştu ya. Aynı yola baş koymuş hırsı kavi, genleri namüsait lider adayı iktidar süprüntüleri tarafından hırpalandıkça, haksızlığa uğradıkça iyice keskinleşmiş, şahin edalı bir bakış. Kendine sonsuz güvenen bir savaşçının her an her şeye meydan okuyan bakışları.
Kendine soru yöneltme cüretini gösteren hadsizlere lisenin alikıranbaşkeseni edasıyla itişerek kısa cevaplar vermeler. Her an herkes tarafından sorgulanıyorum paranoyasıyla ilmek ilmek örülmüş bir kendini savunma nadanlığı.
Sendikalara, “Sokağa dökülürseniz dökülün kardeşim” diyordu. Bazı holdinglere para kaptıran vatandaşlara, ‘Bize mi sordunuz? Kaptırmasaydınız’ı yapıştırıyor, Erzurum’da iş isteyen işsize, “Devlet, iş dağıtma yeri değil. burada Başbakan konuşuyor, biraz saygılı ol” diyor, hızını alamayıp, “İşte devlet böyle battı”yı da ekliyordu. Fındık taban fiyatının yükseltilmesini isteyen üreticiye “Hazırlopçu” diyor, oturduğu bölgede su bulunmamasından yakınan vatandaşa, “Siz de her şeyi bedava istiyorsunuz” cevabını veriyordu. Toplu konut atağından söz ederken, ‘Paramız yok, nasıl alalım?’ diyen vatandaşa “Yastık altında çok vardır. Sende olmasa bile başkalarında vardır” diyordu. Bingöl depremzedelerinin gösterisini masum bulmuyor, provokatörlerin işi diyor, protestocu bir genç kızı, kendi siciline bakmadan, ‘sicili lekeli’ ilan ediyordu.
O, hata yapmayan adamdı. Siciline gelince, şiirden hüküm giymişti.
Başına iş açan kusturucu manzumenin şiirle alakası tartışmalı olsa da bu, böyleydi. Rakiplerinin gözü kara zulmü, ondan olmadığı bir yiğit yaratmıştı işte. Keşanlı Ali Destanı gibi onun hikâyesi de bir gün Kasımpaşalı Tayyip Destanı diye yazılabilirdi pekâlâ.
Nato mermer
Şimdi neredeyse Özal’ın mondenliğiyle 30 yıl öncesinin ‘Go home’cularını küçük görüp ‘Ulan hâlâ bıraktığım yerde otluyorsunuz’ edasını yakışıklı buluyor besbelli. Bu tür sloganlarla gürültü yapanları ‘cool’ bulmadığını belirtmekten çekinmiyor. Kendisine 30 yıl önce Amerika’ya ‘go home’ diye haykıran kitlelerin muradını hatırlatmak neye yarar? Vietnam’ı hatırlıyor mu bakalım. Amerika’nın Vietnam’da yaşattığı acıların karşısına o sloganla dikilen milyonlarca dünyalının sonunda kazandığını unutmuş mu? Tüccar terazisiyle tarttığı dünyanın kendisini oturtmuş olduğu posta sonsuz güveni var, sayın başbakanımızın. Gözümüzün üstünde olduğunu bilmek onu öfkeden deliye döndürüyor.
Katillerle saf tutarken bizden misafirperverlik bekliyor. Darbelerin ve Susurluk örgütlenmelerinin de faillerinden olan ABD ve NATO’ya kucak açmamız, kendi hükümeti kadar geniş ve monden olmamızı bekliyor bizden.
En önemlisi, kendi hükümetinin ve Türkiye’nin son zamanlarda kazanmış olduğu en büyük itibarın ardında 2. Tezkere’nin reddinin yattığını unutmuş görünüyor. Şimdi marjinal yaftasıyla tiye aldığı kitlelerin çıkardığı yakışıksız gürültü sonucu reddedilmişti o Tezkere. Türkiye’nin demokrasi yolunda gerçekten adım atmış olduğuna inanmak isteyenler, hükümetin onca gayretine karşın Meclis’ten geçirtemediği Tezkere’yi örnek gösteriyor.
Sokak er geç kazanacaktır. Bu sindirilmiş millet de marjinal ilan edilmiş kitlelerin ateşiyle şimdi kapattığınız sokakları dolduracak; katiller, işkenceci
ler ve silah tüccarlarıyla rahat rahat el sıkışmanıza izin vermeyecektir. Sonunda sokak kazanacaktır. Mutlaka kazanır.
Kaynak:Radikal