Bunda şaşılacak bir şey yok. ABD ile AB, her ikisi için de büyük öneme sahip Ortadoğu ve Kuzey Afrika üzerinde eninde sonunda bir anlaşmaya varmak zorundalar. Kapitalist medeniyet 100 yıldır petrol ve gaz enerjisiyle yaşıyor. Bu enerji kaynaklarının yüzde 60’ı Ortadoğu’da. Öyleyse, her hegemonyacı ülke küresel üstünlüğünü korumak ve sürdürmek için bu kaynakları denetlemek zorunda. […]
Bunda şaşılacak bir şey yok. ABD ile AB, her ikisi için de büyük öneme sahip Ortadoğu ve Kuzey Afrika üzerinde eninde sonunda bir anlaşmaya varmak zorundalar.
Kapitalist medeniyet 100 yıldır petrol ve gaz enerjisiyle yaşıyor. Bu enerji kaynaklarının yüzde 60’ı Ortadoğu’da. Öyleyse, her hegemonyacı ülke küresel üstünlüğünü korumak ve sürdürmek için bu kaynakları denetlemek zorunda.
Ama bu bölgenin önemi, salt enerji kaynaklarının varlığıyla sınırlı değil. Bölge, dünya ekonomisinin merkez ülkelerinin karşı karşıya oldukları ekonomik sorunlara (kapasite fazlası, talep yetersizliği, girdi maliyetleri) etkin çözümler sunabilecek özelliklere de sahip. Merkez ülkelerde ekonomik toparlanma yeni yeni yatırım olanakları açamıyor, yüksek ücretli iş yaratamıyor dolayısıyla, enflasyonist baskı, kredi köpükleri yaratmadan talebi güçlendirmek zorlaşıyor. ABD ve Avrupa, özellikle Uzakdoğu’dan gelen, düşük iş gücü maliyetlerine dayalı rekabetle karşı karşıya.
Bunlara karşılık, Arap Kalkınma Raporları (UN Arab Human Development Report, 2002 ve 2003) Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki Arap ülkelerinin, hem yeni yatırım alanları (altyapı, enerji, özelleştirmeler), ucuz işgücü rezervleri hem de krediyle (mali sermaye) canlandırıldığı takdirde bir sıçrama yapabilecek bölge olduğunu gösteriyor. Gerçekten de Bush yönetiminin, bu raporlardan hareketle hazırladığı BOP, bölgenin piyasa ekonomisi temelinde, Batı yanlısı, yaygın İngilizce konuşulan bir kültüre, kitle tüketimi normlarını kabul etmeye, ÇUŞ’lerin etkinliğine açık bir biçimde, ekonomik, kültürel ve siyasi olarak yeniden düzenlenmesini amaçlıyordu. Bu gerçekleştirilebilirse ABD, Batı merkezli dünya ekonomisinin sorunlarını hafifletebilir, hem liderliği restore edilebilir hem de Uzakdoğu’da başlayan Çin merkezli yükselme sınırlanabilirdi.
Evdeki hesap çarşıya uymadı
Ancak Irak’ın işgalini izleyen gelişmeler, ABD’nin bu potansiyelleri tek başına harekete geçiremeyeceğini gösterdi. İkincisi, ABD diplomatik süreci dayanmaya çalıştığı ittifaklar zincirini zayıflatacak yönde yüzüne gözüne bulaştırdı. Aslında şöyle olacaktı, ama olmadı: Önce ABD’nin bölgedeki uydusu, Türkiye, Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün gibi yönetimlerin söyleminde “reform” çağrısı öne çıkmaya başlayacaktı. Bu arada ABD, BOP planı için gereken diplomatik arka planı oluşturacaktı. Sonra G-8 toplantısı, analist Maggie Mitchell Salem’in Arab News’te ironiyle işaret ettiği gibi bu “reform çağrısına” adeta mucize gibi bir planla cevap verecek, ABD-AB NATO zirvesi bu çağrıları yükseltecek (07/04/04), BOP’ye destek verecek bölge ülkelerine dağıtılmak üzere ulufe (pardon, mali kaynak demeliydim) bulunacak, böylece BOP yola çıkacaktı. Ancak ABD’nin projesi Suudi sermayeli EI Hayat gazetesi eliyle 13 Şubat günü basına “sızdırıldı” (*).
Avrupa ve Arap ülkeleri bir oldubittiyle karşılaştıklarını düşündüler ya da böyle gözükmek işlerine geldi. 12-14 Mart tarihlerinde, Tunus zirvesi öncesinde, Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’in sponsorluğunda İskenderiye Kütüphanesi’nde düzenlenen, Arap ülkelerinden temsilcilerin, aydınların ve sivil toplum örgütlerinin katıldığı toplantıdan çıkan deklarasyon, birçok şeyin yanı sıra İsrail-Filistin sorunu çözülmeden BOP’nin kabul edilemeyeceğini ve “reformun” ülkelere dışarıdan dayatılamayacağını, iç süreçlerin belirleyici olduğunu saptadı(**). Bu saptamalar bölgedeki hemen tüm Arap liderlerin paylaştığı iktidarını kaybetme korkusunu (BOP, mantığı gereği yerel yönetici sınıfların tasfiyesini içeriyor) çok iyi yansı tıyordu. Nitekim Tunus, İslam zirvesinden BOP’ye destek çıkamayacağı anlaşılınca,
Bush yönetimi zirveyi iptal ettirdi. Daha sonra Mısır ve Suudi Arabistan G-8 toplantısına da katılmadı. Avrupa da kendi alternatif BOP planını gündeme getirmeye ve ABD ile yeni bir pazarlık alanı açmaya başlamıştı.
Aslında, Avrupa’nın da “Barselona Süreci” adlı ve bölge ülkelerini ekonomik, kültürel ve siyasi olarak, var olan egemen sınıflarla işbirliği içinde etki altına almayı amaçlayan bir projesi vardı. Bu Arap egemen sınıflarının da işine geliyordu. İkincisi bu proje, bölgede herhangi bir gelişmenin, özellikle zamana yayılacak bir biçimde planlanmasını, sürecin başlangıcına da Filistin-İsrail sorununun konulmasını öneriyordu. Buysa, BOP’yi salt İsrail’in güvenliği açısından değerlendiren, bu yüzden de bölgede rejim değişiklikleri öngören ABD yaklaşımından çok farklıydı. Ancak başka önemli farklar da vardı.
Avrupa’nın itirazlarını hep Fransa dile getirdiği için kimi zaman sorun bir ABD-Fransa uyuşmazlığı gibi görünebiliyor. Bu yüzden Almanya Uluslararası İlişkiler ve Güvenlik Sorunları Enstitüsü’nün (Stiftung Wissenchaft un Politik) yayımladığı Volker Perthes imza!ı “Amerika’nın ‘Büyük Ortadoğusu’ ve Avrupa” başlıklı çözümlemeye bakmak aydınlatıcı olabilir (***). Avrupa’nın yaklaşımını anlatmayı amaçladığını söyleyen çözümleme, yukarıdaki iki noktanın yanı sıra dört noktaya daha dikkat çekiyor: 1) Orta Asya ve Kafkas ülkeleri, tarihse ve siyasi edenlerden dolayı BOP’ye sokulamazlar. Çünkü onlar eski SSCB coğrafyasının bir parçası. Böylece AB, Rusya’nın çıkarlarını da tanımış oluyor. 2) Türkiye de bir Ortadoğu ülkesi sayılmamalı, çünkü o NATO üyesi ve AB üyesi olmayı bekliyor. 3) Avrupa’nın geçmiş sömürgecilik deneyimleri, bölgenin yeniden düzenlenmesi yerine bölgesel yapılar kurulmasının daha gerçekçi olacağını gösteriyor. 4) Bölge ülkelerinin her birinin kendi özgün koşulları olduğu için örnek tek bir modelden hareket edilemez.
Uzun bir dönem için uluslararası jeopolitiğin merkezine oturmuş olan Ortadoğu üzerinde, ABD ve Avrupa Birliği arasında sürmekte olan pazarlık ve yaklaşmakta olan ABD seçimleri Türkiye’ye göreli bağımsızlığını güçlendirmek için yeni olanaklar sunuyor. Ancak önce, “Ortadoğu’da rejimlerinin demokratikleştirilmesi” gibi oryantalist fantezilere, BOP gibi sömürgeleştirme planlarına karşı çıkmak gerekiyor. Hem AB’ye girmeye, hem ABD’ye yaranmaya çalışarak, diğer bir deyişle iki sandalyeye birden oturmaya çalışarak bu iş zor?
[Cumhuriyet – 14 Haziran 2004]