YAŞADIĞIMIZ DOĞAL ÇEVREYE SAHİP ÇIKALIM; KİRLETİLİP KATLEDİLMESİNE İZİN VERMEYELİM Her alanda yaratılan kirlilik doğal çevrenin de olumsuz yönde etkilenmesine, kar hırsı ve yağma politikaları insan yaşamının çekilmez hale gelmesine neden olmaktadır. Doğal felaket diye adlandırılan sel ve depremler ciddi kayıplara neden olurken, ozon tabakasının tahribatı küresel ısınma ve iklim değişikliklerini, yoğun bir şekilde devam eden […]
YAŞADIĞIMIZ DOĞAL ÇEVREYE SAHİP ÇIKALIM;
KİRLETİLİP KATLEDİLMESİNE İZİN VERMEYELİM
Her alanda yaratılan kirlilik doğal çevrenin de olumsuz yönde etkilenmesine, kar hırsı ve yağma politikaları insan yaşamının çekilmez hale gelmesine neden olmaktadır. Doğal felaket diye adlandırılan sel ve depremler ciddi kayıplara neden olurken, ozon tabakasının tahribatı küresel ısınma ve iklim değişikliklerini, yoğun bir şekilde devam eden erozyon tarım alanlarının ortadan kalkmasını, hava ve su kirliliği beraberinde bitki ve canlı türlerinin her geçen gün tükenmesine işaret etmektedir. Yargı kararları by-pass yapılarak Bakanlar Kurulu Kararıyla ulusötesi sermayenin siyanürle altın çıkarmasına olanak tanındığı ülkemizde, bizzat ülkeyi yönetenler tarafından nasıl bir felakete sürüklendiğimiz gözden kaçırılmamalıdır. Bunun en son örneğini 26 Mayıs 2004 günü TBMM’de kabul edilen Maden Yasası oluşturmaktadır. Sanayiinin kalkınmadaki önceliği bir yana bırakılarak yer altı zenginliklerimiz salt bir ihraç kalemi olarak görülmektedir. Çevre, insan sağlığı ve doğanın korunmasının gözardı edilerek, yasanın çıkmasını bekleyen çok uluslu şirketlerin talan ve yıkımına nasıl kapı açıldığını ibretle izliyoruz.
Emekçilerin insani taleplerini duymazlıktan gelenler, ulusötesi sermayenin istediği güvenceleri hızla yasallaştırmakta ve ulusal hukukun denetimi ortadan kaldırılmaktadır. Siyasiler özellikle son yıllarda, çevrenin korunmasına dönük uluslararası ve ulusal çevre mevzuatıyla ilgili yasaları ihlal etmeyi alışkanlık haline getirmişlerdir. Yaşanabilir doğal çevrenin korunmasıyla ilgili yasalar ya uygulanmamakta ya da komik cezalarla geçiştirilerek çevrenin katledilmesine göz yumulmaktadır. Ne yazık ki toplumda olması gereken çevre bilinci ise, konu ciddiye alınmadığı için hobi olarak kalmaktadır.
Bugün kutlamaya çalıştığımız Dünya Çevre Günü’nde, ne acıdır ki soruna yeteri kadar sahip çıkılmadığı için, gittikçe yaşanılmaz kılınan çevremizi endişeyle izlemeye devam ediyoruz. Oysa yapılması gereken insanca yaşanacak bir çevre için müdahale etmek ve geleceğimiz üzerindeki ipoteği parçalamaktır.
Çevre bilincinin gelişip yaygınlaşması için tüm demokratik kurum, kuruluş ve sivil toplum örgütleri, çabalarını daha fazla yoğunlaştırmalı ve doğal çevremizin kirletilmesine karşı ortak tutum alınmalıdır. 4 Haziran 2004
DİSK/DEV.MADEN-SEN BASIN-YAYIN DAİRESİ