Felluce, Bağdat, Ramadi, Nasıriye; tüm halk sömürgeci işgal ordusuyla, onun paralı askerleriyle, işbirlikçileriyle karşılaşmak üzere ayakta. Önce kitlesel barışçı gösterilerde, ABD, İngiliz, İspanyol ve Polonya birlikleri tarafından katledildiler: Tanklara ve makineli tüfeklere karşı çıplak eller. Başlangıçta bir azınlık olan silahlı direniş, şimdi milyonlar tarafından desteklenen tartışmasız biçimde en popüler güç. Her bir Iraklıdan korkan sömürgeci […]
Felluce, Bağdat, Ramadi, Nasıriye; tüm halk sömürgeci işgal ordusuyla, onun paralı askerleriyle, işbirlikçileriyle karşılaşmak üzere ayakta. Önce kitlesel barışçı gösterilerde, ABD, İngiliz, İspanyol ve Polonya birlikleri tarafından katledildiler: Tanklara ve makineli tüfeklere karşı çıplak eller. Başlangıçta bir azınlık olan silahlı direniş, şimdi milyonlar tarafından desteklenen tartışmasız biçimde en popüler güç. Her bir Iraklıdan korkan sömürgeci ordular, kalabalıklara vahşice ateş edip geri çekiliyorlar; koca kentleri kuşatıp, kalabalık emekçi sınıf mahallelerine füzeler ateşliyorlar, helikopterler evlere, fabrikalara, camilere makineli tüfek ateşleri açıyor… Sömürgeci askerlerin gözlerinde, düşman her yerde. Bu sefer haklılar. Direniş direniyor, her blok, her ev, her depo ateşle karşılık veriyor, direniş her yerde. Her ev darbe alıyor, direniş savaşıyor. İnsanlar yaralı savaşçılara yardım ediyor, yaralarını temizliyor. Kurumuş boğazları ıslansın diye susuz kalmışlara su veriyor ve ellerini serinletiyor; otomatik silahlar sıcaktır.
Batılı paralı askerler neredeler? Günde 1000 dolara kiralanan, koyu renk gözlüklü silahlar; onların burnu büyüklükleri ortadan kayboldu. Onlar da ölümün eski ortaklarının parçalanmış bedenlerini gördüler.
Yüzlerce Iraklı öldürüldü, binlercesi yaralandı, daha birçoğu ölecek ama her cenazeden sonra daha on binlerce barışçı, apolitik, “bekle görcüler” silahlarına sarılacaklar.
“Bu bir iç savaş” diye ötüyor burjuva basın. Bu dilek ve temenniden ibaret. Şiiler ve Sünniler burada birlikteler, kız ve erkek kardeşler (evet, kadın sokak savaşçıları) silahlandılar, her biri tanklarla karşılaştıklarında yoldaşlarına sırt veriyor. Ve direniş kazanıyor. “Oranları” boş verin; her bir sömürgeci askere karşı beş ya da on Iraklı. Irak Direnişi politik olarak kazandı: Hiç bir atanmış görevlinin bir geleceği yok: Onlar ABD ordusu kaldığı sürece varolacaklar ama ABD çekilirken patronlarının çatısından uçup gidecekler.
Askeri olarak, ABD ve paralı askerleri binlerce kayıp veriyor; her gün ölen ve yarananların haberleri geliyor. Washington’da, sivil militaristler, Irak’taki yıkımın mimarları panik içindeler. “Daha fazla birlik gönderin!” diyor Rumsfeld, Wolfowitz ve olası başkan Kerry. Bush Teksas’taki çiftliğinden direnişin önderi Mukteda Sadr’ın bir “katil” olduğunu ilan ediyor. Ateşin, mayının, katliamların uzağında, televizyonu suratı ezilmiş çocuğun yüzünü göstermiyor. Bush bir kez daha ölüm tarlalarının uzağında; Vietnam ve şimdi de Irak. Şimdi bir taslak ateşkes ilan edebilir; kendisi resmi olarak Mayıs 2003’de tek taraflı biçimde savaşın sona erdiğini açıklayan Başkan. Şimdi 2004 Nisan’ında, Irak direnişi Bush’un “bana onların kellelerini getirin” biçimindeki meydan okuyuşuna karşı ayağa kalkar ve sokakları sömürgeci ordudan geri alırken, kentleri fethedip burada cesaret ve kararlılıkla kendi zeminlerini savunurken, 600’den fazla ABD askeri öldü.
Aşırı pişkin lahana Şaron sessizliğini sürdürürken, “Araplar” direniyor. Onun bir zamanlar sesleri fazla çıkan Wolfowitz, Feith, Abrambs gibi ajanları da tuhaf biçimde sessizler. ABD’yi ölüme sürüklenen binlerce ABD askeriyle birlikte, İsrail’in Ortadoğu’daki tartışmasız egemenlik iddiasını “korumak” üzere savaşa sokanların pişirdiği verilere karşı kitlesel bir tepkiden mi çekiniyorlar?
2004 baharı başlarında, tam olarak Nisan ayında, yeni bir sömürgeci imparatorluk hayalleri Yeni Dünya Düzeninin, tartışmasız, tek taraflı bir İmparatorluğun fikir babalarının üzerine yıkıldı. Şaron, Wolfowitz, Blair, Cheney’in “Büyük Ortadoğu Ortak-Zenginlik Alanının” sonu. Irak direnişi Rumsfeld-Wolfowitz’in Suriye, Iran, Küba ve Kuzey Kore’ye yönelik savaşlar dizisi hayallerini Felluce’nin ve Bağdat’taki Sadr kentinin her bir bloğunda süren kanlı bir sokak çatışmaları kabusuna dönüştürdü.
Irak halkı kendi kaynaklarına, kendi dayanışmasına, kendi tarihine, ya özgürlüğü elde edeceği ya da ölümüne dövüşerek her bir sömürgeci askeri yere sereceğine olan inancına sarıldıkça, kahramanlık, değer, ilham ve kitlesel direniş yükseliyor. “Patria o Muerte” (Vatan ya da Ölüm) deyimi Irak’ta özel ve çok özgün bir anlam kazanıyor: Bu bir önderin, bir öncünün halkı ayaklandırmak ya da esinlemek için kullandığı bir slogan değil; bu tüm halkın yaşam pratiği. Vatan ya da Ölüm genç sokak savaşçılarının dudaklarından olduğu kadar sokak satıcılarının ya da karalar içindeki dulların dudaklarından da dökülüyor. “Irak Nisanı Günleri” tüm Üçüncü Dünya ve öteki olası emperyal sömürgeciler için bir derstir: Kitlesel silahlı mücadele politik ya da askeri olarak yenilgiye uğratılamaz. Irak direnişinin kahramanlığı korkak Arap önderlerin tarzıyla tam bir tezat oluşturuyor: Ürdün ve Suudi monarkları, çürümüş “hayat boyu Başkan” Mübarek, İranlı Ayetullah işbirlikçiler. Hiçbiri Irak ulusal kurtuluş mücadelesine yardım etmek için parmaklarını bile kıpırdatmadılar. Başarılı Irak direnişinin kendi kurumuş samanlıklarında bir kıvılcım çaktırmasından korkuyorlar.
Ya Batılı entelektüeller? Direnişin başladığı bir yıldan bu yana… düzinelerce ABD’li ilerici, eleştirel düşünürden (“Benim adıma değil”) bir teki bile sömürgecilik karşıtı mücadele ile dayanışmalarını ilan etmeye cüret etmediler. Duyuyorum ki, “Arap fundementalistlerini, teröristleri, anti-Semitleri” desteklemekle ilgili “sorunları” varmış… Nazilere karşı verilen popüler silahlı direnişe de “Komünistler ele geçirdi” gerekçesiyle karşı çıkan…. ya da daha sonradan Cezayir’deki yerleşimcilerin de “Cezayir’de bulunmaya hakkı olduğunu” ileri süren (Albert Camus) gibi Fransız entelektüellerinin yankısı. “Dinle Yankee” isimli kitabında, C. Wright Mills, 1960’ların başında Küba devrimini desteklemekte tereddüt eden ABD’li “ilericilere meydan okumuştu. “Bu kanlı canlı gerçek bir devrim” diyordu. “Bir ayrım yapabilir, çözümün ya da sorunun parçası olabilirsiniz.”
Batılı aydınlar bir sorundurlar. Birliklere emir vermiyor, hatta ne onlar (ne de onların çocukları ya da torunları) Iraklı okul çocuklarını öldüren tetikleri çekmiyorlar. Ellerinin üstüne oturuyorlar. “Ama”, protesto ediyorlar, “savaşa karşıyız”; savaşı destekleyen ve hatta kalabalık mahallere, elbette BM gözetimi altında, füze atmak üzere 40 bin asker daha gönderilmesini isteyen aday Kerry’yi desteklemek üzere yarışıyorlar. Irak halkının ABD askeri aygıtına karşı elde silah dövüştükleri şu günlerde Batılı entelektüeller nerelerdeler? İki taraf var: Sömürgeci bir işgal ordusuna ve ABD emperyalizmine karşı savaşan tüm bir ulus. Ciddi politik entelektüeller bir seçim yapmalıdırlar: Taraf tutmayı reddetmek suça ortak olmakla eşdeğerdir, Irak’ta varolmayan imparatorlukta entelektüel tatminkarlık bir lükstür. sorunlar muğlak ya da karmaşık değildir. Bir taraf özgür seçim, özgür basın ve kendi kaderini tayin hakkı isterken, öteki taraf, sömürgeci memurlar gazeteleri yasaklıyor, kukla yöneticiler atıyor ve muhaliflerini öldürüyor.
ABD’li solcu entelektüelin felç hali, Irak direnişiyle dayanışmasını ifade edebilme becerisini gösterememesi sömürgeci ülkelerdeki tüm “solcu” entelektüelleri zehirleyen bir hastalıktır. Sorundan (sömürgeci savaş) korkmakta ve çözümden (ulusal kurtuluş) korkmaktadırlar. Sonuçta, kullandıkları konfor ve özgürlükler, sömürgeci anayurtta elde ettikleri üniversite onayları ve kabulleri devrimci kurtuluş hareketleri
ne doğrudan desteklerini açıklayarak ödeyecekleri manevi maliyetlerden daha ağır basmaktadır. Savaşa ve “fundemantalistlere”, “teröristlere”, kendi özgürlüğü ile uğraşan ve Batılı Demokratik Değerlerin kendinden menkul bekçilerine yeterince dikkat göstermemiş olan “her kim varsa” ona karşı sahte “ahlaki eşdeğerlere” başvurmaktadırlar. Sömürgeci ülkelerdeki ilerici entelektüeller arasında kurtuluş hareketleriyle dayanışma eksikliğini anlamak zor değildir: kendileri de maddi ve manevi olarak sömürgeleştirilmişlerdir.
Irak’ta binlerce sıradan insan bu burnu büyük entelektüellere pratik bir dayanışma dersi verdiler: 2 Nisan 2004’de, düşman tankları ve helikopterlerinin ateşi altında, binlerce insan Bağdat’tan Felluce’ye yürüyerek her zaman özgürleşmenin beşiği olarak anımsanacak olan bu kentteki kuşatılmış ve saldırıya uğramış insanlara yiyecek ve ilaç taşıdılar. Entelektüellerimiz ders alacaklar mı? En azından “Bizim Adımıza” Irak direnişiyle dayanışmalarını ifade eden bir bildirge kaleme alacaklar mı?
Bu arada, Irak’taki kitlesel popüler direniş karşısındaki iyi beslenmiş, aşırı silahlanmış işgal ordularına karşı elele savaşa giriyor. Komşularının, arkadaşlarının ya da yoldaşlarının Sünni, laik, Şii, Baazcı ya da Komünist olup olmadığını sorgulamıyor, cami, okul ya da evler bombalandığında ya da ateşe tutulduğunda kenara çekilmiyor… istilacıları, petrol hırsızlarını, katilleri kovmak için tek bir ulusal hareket içinde birleşmek, mücadeleye girişmek üzere bir anlaşmaları var. ABD’li ilerici entelektüellerin burada yer almamayı seçmiş ve bir kez daha Üçüncü Dünyanın Kurtuluşu konusundaki anlamsızlıklarını göstermiş olmaları bu tarihsel mücadeleye yapabilecekleri herhangi bir maddi katkıdan çok kendileri için yazıktır.