• Giriş • Dünyadaki Değişim • Değişimin Türkiye’ye Yansıması • Sendikalar, Emek ve Türkiye • Devrimciler ve Yeni İşçi Hareketi Giriş Dünyada son 25 yıldır yeni toplumsal hareketler gelişiyor. Uluslararası bir merkezi olmayan bu hareketler, birçok başarı kazandığı gibi birçok sapmaya da uğramıştır. Ülkemizde 80’lerin sonunda Dinazorların Krizi ve Devrim Hemen Şimdi! Makaleleriyle başlayan bu […]
• Giriş
• Dünyadaki Değişim
• Değişimin Türkiye’ye Yansıması
• Sendikalar, Emek ve Türkiye
• Devrimciler ve Yeni İşçi Hareketi
Giriş
Dünyada son 25 yıldır yeni toplumsal hareketler gelişiyor. Uluslararası bir merkezi olmayan bu hareketler, birçok başarı kazandığı gibi birçok sapmaya da uğramıştır. Ülkemizde 80’lerin sonunda Dinazorların Krizi ve Devrim Hemen Şimdi! Makaleleriyle başlayan bu tartışma 95 sonrası daha bir netlik kazanmaya başlamıştır. Teorik ve pratik düzeyde bu tartışmayı derinleştirmek 2000’li yılların tarzını yakalamak açısından zorunludur.
Dünyadaki Değişim
1970’li yılların sonu ile başlayan emperyalist politikalar iki yönlüdür: neo-liberalizm ve kontr-gerilla siyaseti (Thatcher-Reagan). Bu politikalar 21.yy.ı şekillendirecek önemli noktalar içermektedir ve iki temel etmen üzerinden şekillendirilmiştir.
1-Kapitalist üretim sosyal sınırlarına dayanmış ve Keynesçi politikalar iflas etmiştir.
2- Sömürgeler sisteme kafa tutmuş ve önemli gedikler açılmıştır.
Sistemin günümüzdeki temel hedefi, toplumsal üretimin metalaştırılması ve pazarda kıran kırana rekabetidir. Böylece girdi azalacak ve piyasalarda uluslararası eşitlik! gerçekleşecektir.
İktisatta kuraldır. Dünya kapitalizmi 40-50 yılda bir krize girer. Bu süreçte işçileştirme ve metalaştırma bakımından genişleme olur. İhtiyaç konusu olan, meta üretimine tabi olmayan alanlar metalaşır ve yeni alanlar açılır. İşçileştirme süreci ise tarihte ilk kez dünya çapında bu boyutta (azami) yaşanmaktadır. Geçimlik geleneksel ekonomi devreden çıkarılmaktadır. Çünkü tarıma destek sanayinin tarıma aktardığı kaynak olarak gözükür.
Bu gelişmelerden hareketle toplumu emek-sermaye olarak ikiye bölebilmenin mümkün olduğu gözükmektedir. Çünkü ulusal sermaye birikimi önemli değildir (yerel sermaye). 21.yy.da işçileştirme için yerel sermaye gereksizdir. Ruanda, Uganda, Somali vb. ülkeler hariç.
Sömürgelere iç savaşla müdahale planı gerçekleştirilmiştir. Bu plan iki yönlüdür. Birincisi Schultz planı, ikincisi ise sömürge ülkeye özel politika uygulamaktır. Birincisine örnek Bolivya’da Banzer diktası yerine normal-sivil yönetimin geçmesi verilebilir. Esasen diğer Latin Amerika ülkelerinde de benzer bir süreç yaşanmıştır. İkincisine ise El Salvador’da en uç faşist darbenin Duarte yönetiminin iktidara gelmesi örnek verilebilir. Yani aynı coğrafyada biçimsel farklı politikalar sürdürülebiliyor.
Son on yıldır bu politika “Büyük Ortadoğu”da yoğunlaştırılmıştır. Adı düşük yoğunlu savaş yerine asimetrik savaş olabilir. Farklı isim ve politikalarla hayata geçirilmeye çalışılabilir (çatışma-içerme birlikte olmaktadır). Fakat şu öz aynıdır: ABD yerel egemen sınıflarla ilişkisini dünya çapında gözden geçirmekte ve olası karşı çıkışları-kopuşları en başından itibaren önlemek istemektedir.
Değişimin Türkiye’ye Yansıması
İşçi sınıfında nicelik olarak yoğun bir artış yaşanmaktadır. 1970’lerde 4-4.5 milyon işçi varken, 2 milyonu sendikalıydı. Sanayi işçisi çok örgütlüydü. Bugün kentlerde yaşayan 12-14 milyon hatta daha fazla işçi var. Ancak bunların sadece 800 bini sendikalı. Yani %6’sı örgütlüdür. Sanayi işçilerinin ise %4’ü. Belediye çalışanlarının bu verilerde çoğunluğu oluşturduğunu unutmamak gerekir.
Ülkemiz nüfusunun %65’i kırlarda %35’i kentlerde yaşarken son 25 yılda bu oranlar tersyüz olmuş, %35’i kırlarda %65’i ise kentlerde yaşamaya başlamıştır. Bu noktaya gelinmesinde tarımın GSMH’den aldığı payın %10’nun altına düşmesi en önemli nedendir. Böylece geçimlik geleneksel ekonomi devre dışı bırakılmaya başlanmıştır (bu süreç özellikle 2001 krizi sonrası çıkarılan yasalarla hızlanmıştır). Sonuç olarak kırdan kente yoğun bir göç yaşanmış, yaşanmaktadır. İkinci bir nokta ise Kürt sorununun alevlenmesidir. Göç edenler işçileşmiş ve kentlerde yeni sanayi dalları açılmaya başlanmıştır. Ancak yeni işçiler 50’li ve 60’lı yıllardaki ilk işçileşme sürecini yaşayanlar gibi nispi refaha ulaşamamıştır.
Bu süreç Türkiye’de Özal’la birlikte başlamıştır. Hayali ihracat furyaları hatırlanmalıdır. Böylece karapara sermayeye çevrilmiştir. İsviçre bankası, yastık altındaki altınlar esprileri vb. Gelinen noktada metalaştırma süreci hızla devam etmektedir. Örneğin eskiden doktorların gerek statüsü gerek bağımsız çalışması vb. süreçler vardı. Şimdiyse Gencay Gürsoy’la sendika.org’un yaptığı söyleşi değişimi gözler önüne sermektedir. İlaveten yeni istihdam biçimlerinin oluşması örnek verilebilir. 1998 sonrası olan toplumsal gerilimle birlikte özel güvenlik birimleri mantar gibi çoğalmaktadır. Bunlara avukat, mimar ve mühendislere yönelik uygulamalarda eklenebilir. Başka bir örnek de belediyelerdir. Dünya Bankası belediye özelleştirmesi için verilen kredilerde 1/3 oranında indirim yapmaktadır. Bunun nedeni ise hizmetler sektöründe meta üretim pratiği oluşturmaktır. Turizm, güvenlik, belediye, ulaşım vs. hepsi metalaştırılmaktadır. Belediyelerde İgdaş, İski vb. ayrımlarıda bu noktadan anlamlandırmak gerekir.
Bir de son zamanlarda kayıtlı ekonomi tartışmaları var. Türkiye’de kayıtdışını kayıtiçi yapmanın yolu, kayıtiçini kayıtdışı koşullara getirmektir. 2004 martında yapılan CEO toplantısında alınan karar kamu-özel-taşeron üretimin aynı koşullarda yapılması isteğidir. Zaten kamu yönetim reformu, personel yasası, yerel yönetim reformu kamu-özel-taşeron üretimin aynı koşullarda yapılması adımıdır. Bu yasalar Gatts’ın Türkiye’deki yüzüdür ve hizmet sektöründe yedek işgücü yaratılması da hedeflenmiştir.
Türkiye’de de toplum, emek-sermaye olarak ikiye bölünebilir. Bu noktada işçi sınıfı hareketinin direkt yabancı sermaye ve onların yöntemleriyle karşılaşacağı unutulmamalıdır.
Sendikalar, Emek ve Türkiye
Türkiye orta büyüklükteki sanayinin geliştiği bir ülkedir. Tekstil, metal ara mamulü ve yedek parçası üretimi çok önemlidir. İplik, kumaş yarı mamul tekstilin kalbidir. Bu üretimin ezici çoğunluğu, taşeron ve fason işyerlerinde yapılmaktadır. Taşeronda örgütlenme oranı binde 1 fasonda ise binde 3’tür. Bu noktadan bakılırsa, Türkiye’nin dünya kapitalizmindeki yerinin fason ve taşeron emeği transfer etmek olduğu anlaşılır. Yani ucuz işçilik transferi. Bir ulusal siyaset olan AB sürecinde ülkemizin rolü de bu kaynak aktarımı etrafında şekillenmektedir.
Orta işletmelerde de ulusal bir siyaset izlenilmektedir. Sabancı fabrikası grevleri birçok kez ertelendi. Şişecam grevine müdahalede bu anlayışla şekillenmektedir. Şişecam grevinin ertelenmesi, CEO toplantısında isteniyor. Toyota CEO’su camın Türkiye dışında başka yerden alınamayacağını söylüyor. Üretimin diğer süreçlerinin ise Polonya ve Çek Cumhuriyeti’nde yapılabileceği vurgulanıyor (bu noktada bu iki ülkeye Mısır’ı da ekleyerek özellikle lastik sektörünün bu alanlara kaydığını belirtmek gerekir).
Bu gelişmelere karşılık ülkemizde Japon tipi ve Avrupa tipi sendikacılık hala etkinliğini korumaktadır. Örneğin DİSK Tekstil Sendikası üyelerinin çoğunluğunu Sabancı fabrikalarında çalışanlar oluşturuyor (%70 üyesini). Böylece işletme verimliliğini artırmak hedef haline geliyor. Aynı durum Lastik-İş için de s