“Hazır cevapların” olduğu bir dönem kapanmış, cevaplar yerine soruların ön plana çıktığı, doğru soru sormanın ve cevap arayışının yön tespitinde belirleyici olduğu bir dönem yaşanmaya başlamıştır. Bu dönemde soru sorma cesaretini göstermek yerine artık derde deva olmayan cevaplara sarılanlara, sorularını kapitalizmi yıkmak için değil aşındırmak mikro alanlarda yaşam alanları yaratmak için yönelten farklı eğilimler ortaya […]
“Hazır cevapların” olduğu bir dönem kapanmış, cevaplar yerine soruların ön plana çıktığı, doğru soru sormanın ve cevap arayışının yön tespitinde belirleyici olduğu bir dönem yaşanmaya başlamıştır. Bu dönemde soru sorma cesaretini göstermek yerine artık derde deva olmayan cevaplara sarılanlara, sorularını kapitalizmi yıkmak için değil aşındırmak mikro alanlarda yaşam alanları yaratmak için yönelten farklı eğilimler ortaya çıkmıştır. Bu yazının konusunu, soruların çapını küçültenler, toplumsal kurtuluş yerine birey kurtuluşunu ön plana çıkartanları kapsamaktadır.
Genel olarak postmodern sol olarak adlandırılabilecek bu çevrelerin eleştirisinin temelini Sovyetler Birliği’nde özgürlüğün yeterince geliştirilmemiş olması oluşturmaktadır. “Sovyetler Birliği’ndeki, Çin’deki veya başka yerlerdeki “komünist” hükümetler, kendi kaderini tayin edebilen bir toplum yaratmak veya komünizmin her zaman için en temel tutkusu olan özgürlüğün hüküm sürmesini temin etmek adına bir şey yapamamışlardır” Sosyalizmin farklı bir anlayışı olan “iktidar partiye” anlayışının eleştirisinden yola çıkan postmodern sol, bu anlayışı sosyalizm ile özdeşleştirmektedir. Sosyalizmi tarihte yer alan bir sayfa olarak zaten posmodemler, iktidar mücadelesini dışlayarak, devrim ile iktidar arasındaki bağın koparılması gerektiğini savunmaktadır. “Önemli olan iktidarın kimde olduğu değil, nasıl kullanıldığı değil, iktidarın kendisidir. Muhalif güçler iktidardan uzak durmalıdır.”
“İktidarın kendisi bir kez mücadelenin içine sızdığında, iktidarın mantığı, devrimci sürecin mantığı haline getirildiğinde, isyanın negatifliği, iktidarın yapıcılığını pasifliğine dönüştüğünde mücadele kaybedilmiştir.” Artık devrimin tasavvur edilebileceği tek yol iktidarın fethi değil, çözülüp yok olmasıdır. Bu da devrimle iktidara gelmek arasındaki bağlantının artık koparılması gerektiği anlamına gelir.”
Bu tespitler iki temel karşıtlık üzerine kurulmaktadır; İktidar-devrim ve günlük hayat-iktidar mücadelesi. Devrimin iktidar ile bağlantısı koparılmakta, mücadele günlük hayatta gerçekleştirilecek olan “devrimlere” odaklanmasıdır. Devrim-iktidar arasındaki bağ koparıldığında “devrimin anlamı silikleşmekte ve odaklandığı noktayı ambalajlamak, süslemek için kullanılan bir kelime haline gelmektedir. İktidar olmadan devrim nasıl yapılabilir? Bu kendisine dönük yıkıcı ve ortadan kaldırıcı bir sorudur. Cevabı verildiğinde tuz buz olacak, dünyanın herhangi bir yerinde ya da bu yazının içinde bir soru olmaktan çıkacaktır. İktidar olmadan devrim yapılabileceğini savunanlar, kendilerine “dans edebilecekleri bir bölge” edinirler, eylemlerine gerçekleştireceği, eğleneceği bir alanı geçici olarak zapt edebilirler. Ancak bunları yapınca “devrim” yapmış olmazlar. Onların devrim dediğine birkaç örnek; “Belçika’da, Brüksel’de bir sgvat. “Sgvat İşgal Evleri” diye Türkçe’ye çevriliyor. Gençler kullanılmayan boş evlere yerleşiyor, oraları boyuyor, düzenliyor ve bir çeşit kültür merkezine, komünal hayat alanlarına çeviriyorlar. Sgvatlar kesim olarak ulus sınırını aşıyor ve farklı ülkelerden gelen insanlar sgvatlarda kalıyor, konser veriyor, etkinliklere katılıyor, hatta orada yaşamaya başlıyor.” Ya da güçlüler iktidarını uygulayabilecekleri mekanlar (kentler, alışveriş merkezleri, okullar, işyerleri) inşa ederler. Zayıflar “Bu mekanlar içinde kendi uzamlarını kurarlar; bu mekanlarda dolaşırken geçici olarak buraları kendi mekanları haline getirirler; buraları ihtiyaçları olduğu ya da ihtiyaçları gerektirdiği sürece işgal ederler.”
Kapitalizmin düzenlediği günlük hayatın ritmine, rutinine kapılmak, yaşamı bu alanların ve onların anlamlarının dışında yaşamak, alternatifler üretmek, direniş göstermek önemlidir ancak bütün bunlar iktidar mücadelesinin bir parçası olarak ele alınmalıdır. Hayatta verilen mücadelede, yaratılan alternatifler ideolojinin yaşama karışması, inandırıcılığının sağlanması, tahayyül edilenin belli oranda gösterilmesi anlamında iktidar mücadelesinin bir parçasıdır. Postmodern teori, iktidarı ve mücadeleyi mikro alana hapsetme, kaynağı belirsiz heryerdeliğe vurgu yapan bir iktidar tanımı yapmaktadır.
İKTİDAR HER YERDE DİRENİŞ DE…
Postmodern solun iktidar kavrayışının temelini Faucoult’nun iktidar tanımı oluşturmaktadır. Foucault, bilgi-iktidar, bioiktidar, panoptican kavramlarıyla modern iktidarı ve işleyişini tanımlamıştır. Foucolt, ideoloji yerine söylem üzerinde durmaktadır. Söylem bir şey hakkında ne söylenebileceğini belirleyen ve sınırlayan bilgidir. Bir dönemde bazı bilgileri geçerli bazı bilgileri geçersiz kılan iktidarın kurumalrı ve iktidarın yarattığı özneler tarafından oluşturulan söylemdir. Bu yapıda da geçerli bilgiye (uzmanlığa) sahip olan, iktidara sahip olmaktadır. Örneğin; doktorun hastadan polisin sanıktan, öğretmenin öğrenciden daha fazla söz sahibi olmasıdır. Foucolt, bilgi-iktidar kavramsallaştırması ile iktidarı tanımlarken, bioiktidar ve ponoptican kavramları ile de iktidarın bedenler üzerinden, belirli tarzda vatandaşlar ve özneler üreterek işleyişini tanımlamıştır.
Foucolt, modern iktidarı, kurumlarını, işleyişini, mantığını ayrıntılı bir şekilde ortaya koymuştur. “Modern iktidar büyük gözaltıdır” Ancak, Foucolt, buradan hareketle sorunlu bir iktidar tanımı yapmaktadır. Foucolt’a ve tüm postmodemlere göre kapitalizm nihai form olarak kurulmuştur. Kapitalizm, iktidar mantığını, aygıtlarını, işleyişini yerleştirmiş ve bu yapı “genel iktidar” yapısı/işleyişi haline gelmiştir. Bu nedenle iktidarda kimin olduğu, iktidarı nasıl kullandığı önemli değildir, iktidara şeklini verecek olan bu mantık ve bu aygıtlardır. Yani iktidarın sınıfsal yapısı, iktidarın işleyişini değiştirmeyecektir. O halde devrimin yapılabileceği tek alan kalmıştır, o da günlük hayattaki iktidarı devirmek. Foucolt, ayrıca bilgi-iktidar kavramı ile de iktidarın sınıfsal içeriğini ortadan kaldırıp, öğretmen-öğrenci ilişkisi gibi mikro alanlardaki iktidar üzerinden , iktidarı tanımlamaktadır.
Postmodernler için iktidarın sınıfsal içeriği yoktur. İktidarı, günlük hayattta kurulan ilişkilerde bilgi/uzmanlık gibi nedenlerle ortaya çıkan tahakkumun adıdır. İktidar tüm ilişkilere yansımıştır ve her yerdedir. Direnişte her yerdedir ve iktidar ağının tüm alanlarında mevcuttur.
Postmodernler iktidar ve direniş her yerde derken yanlış demiyorlar ancak bu tespiti iktidar ağını yaratan, iktidarı her yerde kılan sınıf yapısının ve maddi koşulların yarattığı iktidarı yok sayarak yapmaktadırlar. Üretim araçlarını ele geçirip iktidarını kuran sınıf, meşruiyetini ve yeniden üretimi gerçekleştirmek için günlük hayatı düzenlemekte ve günlük hayatı düzenleyecek siluetlerini yaratmaktadır. Bu anlamda iktidar ve direniş her yerdedir ve yaygındır. İktidar kavramsallaştırması, üretim araçları sahipliğinden merkeze alarak yaygın ve her yerde olarak iktidarın merkezinin fethi üzerine yönelecek yıkıcı etkisini ancak böyle açığa vuracaktır.
ASLINDA İKTİDAR ÇOK…
“İktidar her yerde” diye başlayan postmodemler aslında “iktidar hiçbir yerde” diye sözlerini bitirmektedir. Ağ üzerinden gelişen bir iktidar, buna karşılık ağ şeklinde geliştirilen, farklılık, çeşitlilik, çoklukla tanımlanan, iktidarın fethi için değil, “anti-iktidarı” yaratmayı hedefleyen bir direniş önerilmektedir. “Dünyayı değştirmek adına, devlete odaklanmayan ve iktidar mevkilerine gelmeyi hedeflemeyen gen
iş bir eylem alanı mevcut. Zapatista çağrısının yankılandığı anti-iktidarın geliştiği karmaşık alandır bu. Zapatistaların başlattığı mücadele, devrimi, devlet-iktidar yanılsamasının yıkımlarından kurtarma mücadelesidir.”
Postmodernlere göre, dünya iktidarın görünmez kılındığı bir değişim yaşamaktadır. Artı devlet ortadan kalkmakta, iktidar, sermaye dolaşımı gibi ağ üzerinden hızlı ve akışkan bir niteliğe kavuşmaktadır. İktidar hiç olmadığı kadar yaygınlaşmakta, güçlenmekte ve görünmez olmaktadır. İktidar, kaynaksız, tanımsız, temsilsiz ve görünmez olarak tüm hayatı kaplayarak, kendisi için bir “dışarısını” bırakmamıştır. İktidar, “her şeye kadir” tanımlandıkça elbette muhalefete de ununu eleyip eleğini asmak düşmektedir. “Sistemin gücünün her şeye yettiği düşünüldüğü takdirde muhalefetin kaynağı ancak sistemin dışında bulunabilir demktir. Ama sistemin gücü gerçekleşen her şeye yetiyorsa, tanı gereği sistemin dışında hiçbir şey olamayacağı gibi, kozmik uzayın sonsuz kavisinin dışında da hiçbir şey olamaz zaten. Sistem her yerde ise, o vakit tıpkı Kadir-i Mutlak’ın kendisini hiçbir noktada özellikle göstermemesi gibi, sistemde görünmezdir ve böylece aslında hiç de bir sistem olmadığı söylenebilir”
SONUÇ YERİNE…
“İktidar olmadan dünyayı değiştirmek” tezi, iktidarın “devlet” ve “sınıf” ile bağlantısını kopararak, mücadeleyi toplumsal ilişkilere odaaklamaktadır. İktidarın, devletle bağlantısı ortadan kaldırıldığında, devriminde iktidarla bağlantısı koparılarak “devrime” günlük hayatın değiştirilmesi anlamı yüklenmektedir.
“Punk rock’tan, öte anlatımlarının ölümüne ve ondan Foucoult hayranlarına kadar her şeyi kapsayan” postmodernizm, büyük anlatılarının yerine mikro alanlar üzerinden geliştirilen teorilerle dünyayı açıklamaya çalışmaktadır. Terry Eagleton, postmodern solun, sistemin ve geleneksel solun dışladığı milyonlarca insanı teorinin merkezine oturttuğunu, dil ve cinsellik gibi “dibine kadar politik” konuları açıkladığını belirtmiştir. Bu tespitle postmodernizmin sola katkısını ortaya koyan Eagleten, postmodernizmi, sınıf yapısını ve maddi koşulları dikkate almadığı için eleştirmiştir. Eaglaten’e göre dil ve cinsellik gibi konuları öne çıkarmanın ötesinde merkeze alınmış, bunlarla birlikte insanların çoğunluğunun niçin yeterince beslenmediği sorusu tamamen gündemden atılmıştır.
“Toplumsal cinsiyet veya kolonyalizm üzerine yapılan tartışmalarda sınıf yapısının ve maddi koşulların ihmal edilmesinin yarattığı acıklı sonuçları gözlemlemiş olan herhangi biri, burada söz konusu olan vahim kayıpları küçümseyemez. Bugün hemen her cephesiyle var oluşumuzu belirleyen, kendi aralarındaki yıkıcı çatışmalarla birlikte ulusların kaderlerini büyük ölçüde tayin eden ve bizzat gündelik hayatımızın rengi olan iktidar karşısında kayıtsız ya da mahcuphane sessizliğini koruyan maskaralaşmış bir sol ile kaşı karşıyayız.”
Postmodern sol ile devrimciler arasındaki çizgi, yaratılan mücadelenin amacı ve hedefi ile ilgilidir. Devrimciler “iktidarı” ele geçirmek için mücadele ederken, postmodernler “haz” almak için mücadele etmektedir. Postmodernler, günlük hayatın -geceleri otoyolları boyayarak alışveriş merkezlerinin bir köşesini işgal ederek, sguat alanda komün yaşam kurarak, futbolu halı saha yerine mahalle aralarında oynayarak- değiştirileceğini ve böylece de dünyanın değişeceğini savunmaktadırlar. Günlük hayatın kapitalizmin kontrolünden kurtarılması, sisteme zarar veren “gerilla” hareketlerinin geliştirilmesi mücadelenin gereğidir, burada yanlış olan, tek başına bunlara büyük önem atfedilmesi, iktidar mücadelesinin yerine günlük hayatta verilecek bu tip direnişlerin konulmasıdır. Bir diğer yanlış da “devrimin” kullanıldığı bağlamla ilgilidir. Günlük hayatta yaratılan değişimler, sistemin aşındırılması, tahrip edilmesi, sarsılması olarak adlandırılabilir. Devrim, boş bir evi işgal edip komün yaşam kurmak değil, “devrim, halkın devrimci girişimi ile-aşağıdan yukarı-mevcut devlet cihazının parçalanarak, politik iktidarın ele geçirilmesi ve bu iktidar aracıyla -yukarıdan aşağı- daha ileri bir üretim düzeninin örgütlenmesidir.”
Postmodernizm, kapitalizmin üretim araçlarından kaynaklanan iktidarını yok saymakta, bunun yerine üretim ilişkilerinin ortaya çıkarıldığı yabancılaşma, nesnelleşme üzerinde durmaktadır. Sorunu üretimden kopararak salt “yeniden üretim” mekanizmalarına kilitlemektedir. Oysa üretim ve yeniden üretim birbirinden koparılamaz. Birbirinden koparıldığında ya salt iktidar mücadelesine (üretim araçları sahipliğine) ya da salt yeniden üretime odaklanan eğilimler ortaya çıkmaktadır. İktidar ve iktidarın yarattığı ilişkile birbirinden koparılarak mücadele edilemez, mücadele iktidar perspektifi ile her iki alanda birden, birlikte yaratılmalıdır. Ancak o zaman mücadelenin başladığı günden, siyasi iktidarın fethini ve sonrasını kapsayan devrim süreci örülebilir.
Kaynakça:
-John Holloway (2003) -“İktidar Olmadan Dünyayı Değiştirmek” İstanbul, Ayrıntı Yayınları
-Süreyya Evren, Rahmi G. Öğdül (2002) Bağbozumları. İst. Everest Yayınları
– John Fiske (1999) “Popüler Kültürü Anlamak” Ankara. Ark Yayınları
– Terry Eagleton (1999) “Postmodernizmin Yanılsamaları” İst. Ayrıntı Yayınları
ÖNDER İŞLEYEN
Gazi Ünv. Yüksek Lisans Öğrencisi