Psikoloji bilimi, depresyona giren kişilerin uzun süre ne kendilerince ne de çevrelerince bu durumlarının fark edildiğini, depresyonun bir şekilde maskelenebileceğini söyler. Kişiler için geçerli olan depresyon yani bunalım, kriz durumu, toplumlar, toplumların ekonomileri için de geçerli olmalı. Son bir aydır kurlardaki sıçrama ile başlayan sürecin kriz mi değil mi tartışması, depresyonun maskelenmesi kavramını anımsatıyor. 2001’DEN […]
Psikoloji bilimi, depresyona giren kişilerin uzun süre ne kendilerince ne de çevrelerince bu durumlarının fark edildiğini, depresyonun bir şekilde maskelenebileceğini söyler. Kişiler için geçerli olan depresyon yani bunalım, kriz durumu, toplumlar, toplumların ekonomileri için de geçerli olmalı.
Son bir aydır kurlardaki sıçrama ile başlayan sürecin kriz mi değil mi tartışması, depresyonun maskelenmesi kavramını anımsatıyor.
2001’DEN BU YANA EN BÜYÜK…
Bazıları kabul etmeyebilir ama, tarihimizin en büyük krizi sayılan 2001 Şubat krizinin ardından yaşanan “artçı şokların” en büyüğünü yaşadık, yaşıyoruz. Kriz, tabi ki kurdaki sıçrama demek değil ama kurdaki ani sıçramanın ardından reel ekonomide hissedilir bir gerileme getirmesi, reel gelir kayıpları ile işsizliği topyekun yaşamak halidir kriz.
Böyle bakınca, her kur sıçramasını kriz saymak gerekmiyor. Nitekim 2001 krizinden sonra birçok konjonktürde kur sıçramaları yaşandı ama bunların hemen ardından reel ekonomide bir daralma hali yaşanmadı. Nisan ortalarından bu yana yaşanan kur artışlarının ise yakın gelecekte reel ekonomide bir daralmayı getireceğine dair önemli sinyaller veriyor. Bu anlamda, içinden geçtiğimiz durumu “maskelemek” hafife almak yerine ciddiyetle analiz etmek gerekiyor.
Nisan ortasından mayıs ortasına kadar kurlardaki değişme yüzde 15’in üstünde. Bu, haftalık devalüasyonun ise yüzde 3.2’ye yaklaşması demek. 2001 Şubat krizinde ard arda 7 hafta süren kur artışları toplamda yüzde 79’u, haftalık ortalamada yüzde 11.3’ü bulmuştu.
2001 büyük krizini izleyen 5 konjonktürde “kur oynamaları-sıçramalar” yaşandı. Ama hiçbirinin haftalık ortalaması son dönemde yaşadığımız yüzde 3.2’lik büyüklüğe ulaşmadı.
KÜÇÜLMEDEN…
2002 ve 2003 süresince yaşanan kur oynaklıklarında iç ve dış ekonomik ve politik etkenler rol oynadı. 11 Eylül katliamı, Ecevit’in rahatsızlığı, dalgalı kura uyum sorunu, bozulan bekleyişler, IMF ile sürtüşmeler, seçim atmosferi, Irak savaşı, İstanbul’da terörist saldırılar bunlardan bazıları…
Ama, daha önce de belirttiğimiz gibi, 2001 krizi ile son yaşadığımız konjonktür arasındaki 5 konjonktürde yaşanan kur artışları, bir küçülmeye neden olmadı. O nedenle de o konjonktürleri bir krize açılan kapı olarak görmek doğru değildi.
Bu son yaşadığımız konjonktürdeki ortalama kur artışları hem önceki dönemden yüksek hem artma trendinin önü açık, arkasından da reel ekonomide küçülme vaadediyor.
Bu konjonktürde ABD faiz oranları, petrol fiyat artışları gibi değişkenlerin yanı sıra, içeride ekonomide cari açığın büyümesi, sıcak para “vur-kaç”ına maruz kalmanın getirdiği travma ve siyasi düzeyde laik-anti/laik çatışmasının etkileri yaşanıyor.
BU KEZ FARKLI
Türkiye ekonomisinin her geçen yıl daha fazla dünya ekonomisi ile bütünleşmesi, bu anlamda “kur riski” altına girmesi , bir ayda yüzde 15’in üstündeki devalüasyonun etkisini daha önemli kılıyor. Merkez Bankası verilerinden aktaralım: Ülkemizde yabancı para işlemlerinin toplam ekonomik aktivite içindeki payı hızla büyümektedir. Toplamı 115 milyar doları bulan dış ticaretin milli gelirdeki payı yüzde 60’a yaklaşmıştır. Dış borç stoku milli gelirin yüzde 62’sinin üstüne çıkmıştır. Bankacılık sektöründe yabancı para pasifleri, toplam pasiflerin yüzde 43’üne ulaşmıştır.
Dolayısıyla ekonomide yabancı para kullanımının boyutlarının yüksekliği, kur artışlarına ve riske karşı duyarlılığı artırmış durumda, yaşadığımız son konjonktürde de öyle olacak. Yabancı para varlık ve yükümlülüklerini dengeme konusunda bazı dersler alınmış olmakla beraber, bu dengeyi kuramayanlar son kur artışlarından önemli ölçüde etkilenecekler.
“Kur düzelmesi” şeklinde maskelenen son kur tırmanışının reel üretimi etkilemesi ise kaçınılmaz. ABD’nin artıracağı faizlerin olumsuz etkilerinin yanı sıra, fırlamış kurlarla, ihracat ve turizm gibi döviz kazandırıcı faaliyetler bir rüzgar alsalar bile, ithalatın pahalılaşacağı açık. İhracat sektörü, ithalatın üçte birini ihraç ürünleri için yapıyor. Dolayısıyla, ihracat sektörü pahalılaşmış girdilerle rekabet gücü bulmaya çalışacak.
İç ve dış borç stoku kur artışlarından yeni maliyetler üstlenecekler, faiz ödemeleri , faiz oranları artacak.
Cari açıktaki büyümenin Nisan sonunda ulaştığı boyutların açıklanması, küçülme komutlarını daha da artıracak, özellikle IMF, Faiz Dışı Fazla hedefini sembolize ederek, kamudan başlayan özelde sürecek bir küçülmeyi dayatacaktır.
Artan faizler , hem yatırımları hem özel harcamaları, hem de faiz ödemelerinin payının büyümesi ile kamu harcamalarını daraltacak. Yani iç talep yeniden daralacak.
Görece canlanmış iç talebin geriletilmesi ile, son 6 aydır iç talepten kaynaklanan büyümenin ilgili bölümü büzülecek. İhracata dönük üretimin de artmış ve daha da artması muhtemel kurlarla maliyet kalemleri büyüyecek ve hedeflenen ihracat, dampingli satışlara karşın , dış talepteki olası değişmelerin de etkisiyle, gerçekleşemeyebilecek.
Özetle, son bir ayda hızlanan kur artışlarının ardından yaşanabilecek olası gelişmeler, bu yıl yüzde 5 olarak hedeflenen büyümenin maddi şartlarını azaltmış, ekonomi hızla bir küçülme patikasına sürüklenmiş görünüyor. Bu, yeni bir krize sürüklenmek demektir.
Yaşananları maskelemek ya da “beklentileri bozmamak” adına çarpıtmak yerine, soğukkanlılıkla tartışmak ve yaklaşan tehlikenin yoksulluk ve artmış işsizlik şeklindeki toplumsal maliyetini en aza indirmede, maliyetin hiç olmazsa bu kez daha adilce dağıtılmasını gerçekleştirmede geç kalınmamalıdır.