Günümüzün Yedek Sanayi Ordusu FRED MAGDOFF & HARRY MAGDOFF (MONTHLY REVIEW/NİSAN 2004) Çeviren:Sendika.org Ama fazladan emekçi nüfus, birikimin ya da zenginliğin kapitalist temelde gelişiminin zorunlu ürünüyse, bunun tersi de doğrudur, bu artık nüfus, kapitalist birikimin kaldıracı, yani, kapitalist üretim tarzının varoluşunun bir koşulu haline gelir. İhtiyaca göre göreve çağırılıp sonra terhis edilebilen bir yedek sanayi […]
Günümüzün Yedek Sanayi Ordusu
FRED MAGDOFF & HARRY MAGDOFF
(MONTHLY REVIEW/NİSAN 2004)
Çeviren:Sendika.org
Ama fazladan emekçi nüfus, birikimin ya da zenginliğin kapitalist temelde gelişiminin zorunlu ürünüyse, bunun tersi de doğrudur, bu artık nüfus, kapitalist birikimin kaldıracı, yani, kapitalist üretim tarzının varoluşunun bir koşulu haline gelir. İhtiyaca göre göreve çağırılıp sonra terhis edilebilen bir yedek sanayi ordusu oluşturur ve bu ordu, sanki masraflarını kendi cebinden karşılayarak kendisini oluşturmuş gibi, sermayeye aittir.
-Karl Marx, Kapital, I. Cilt
Bu günler, işçiler için zor günler. Kapitalizmin merkezindeki varlıklı ülkelerde, emek cephesi şirketlerin ve hükümetlerin ortak saldırısına karşı mevcut ücret ve sosyal haklarını koruma mücadelesi verirken, çevre ülkelerin işçilerinin koşulları daha da zorlaşmış bulunuyor. Sermayenin gündeminin – “serbest piyasa”, emekle ilgili daha “esnek” düzenlemeler ve sosyal güvenlik hizmetlerinin azaltılması – yaygın biçimde kabul edilip benimsenmesinden tek bir kesim gerçekten kazançlı çıkmıştır. Ulus-aşırı şirketler (ve bu şirketlerin sahipleriyle üst düzey yöneticileri) bugün, ücretlerin ve diğer maliyetlerin daha düşük yerlerde üretim yapmakta, patent haklarını korumaya aldırmakta ve keyiflerine göre o ülkeden bu ülkeye sermaye aktarmakta daha büyük özgürlük kazanmışlardır. Ne yazık ki, gittikçe daha fazla işçi yaşam koşullarının giderek daha güvensizleştiğine tanık olmaktadır.
ABD ekonomisinde meydana gelen – emek üzerindeki baskının artmasına yol açanlar da dahil – pek çok değişikliğin kökeni 1970’lerin sonuna ve 1980’lerin başına dayanır ( bu konuda bkz. “The New Face of Capitalism: Slow Growth, Excess Capital, and a Mountain of Debt”, Nisan 2002 Monthly Review). Bu değişiklikler, merkez ekonomilerinde İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki hızlı büyüme döneminin ardından gelen durgunluğa sermayenin verdiği karşılığı oluşturur. Yeni teknolojiler ya da ekonomiyi canlandıracak başka türlü itkiler geliştiremeyince, sermaye, daha fazla karlar sızdırmanın yeni yollarını bulmaya acil ihtiyaç duymuştur. ABD’nin öncülüğünde sermayenin önündeki uluslararası engelleri parçalamaya yönelik bugünkü hareket – yaygın olarak ‘küreselleşme’ diye adlandırılan gelişmeler – dış ülkelerde yeni karlı yatırım fırsatları yönünde saldırgan bir arayıştan başka bir şey değildir. Çevre ülkelerde yabancı sermayeye getirilmiş sayısız sınırlama sermayenin küresel saldırısının nedenlerinden biri olmuştur. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sömürgecilikten kurtulan (Hindistan gibi) önemli sayıda ülke bağımsız kalkınma çabalarının bir parçası olarak, yabancı sermayeye önemli engeller ve kısıtlamalar getirmişti.
Sermayenin merkez ülkelerdeki yatırımların karlılığını artırma baskısı iş güvenliğinin ve sosyal hakların düşmesi sonucunu vermiştir. Bu yazıda ABD üzerine odaklanacak olmamıza rağmen, Avrupa da benzer bir durumdadır. Örneğin, özelleştirme trendi ve sendikaların gücünü kırmak için yürütülen iyi hesaplanmış siyaset, bir zamanlar öylesine güçlü olan İngiltere işçi sınıfı hareketini yenilgiye uğratmıştır.
Almanya’da – sermayenin kârlılığını artırmaya çalışan – şirketler ve devlet, emeğin İkinci Dünya Savaşı’ndan beri elinde tuttuğu ayrıcalıklı konumu değiştirmektedir. Başbakan Gerhard Schröder “biz emek piyasasını esnekliğini artıracak şekilde yeniden yapılandırdık… Ülkenin sosyal güvenlik sisteminde öncelikle de sağlık sisteminde yaptığımız radikal reformlarla ücret dışı emek maliyetini azaltmanın yolunu açtık” diye övünmektedir (Wall Street Journal, 30 Aralık 2003). Bir başka deyişle, Alman sermayesi işten çıkarmaları kolaylaştırıp aynı zamanda sosyal hakları da azaltarak, işçi haklarını zayıflatmaktadır. Çevre ülkelerdeki devlet politikaları uluslararası sermayenin yatırım baskısıyla el ele vererek bu ülkelerdeki işçi sınıfı için son derece zor koşullar yaratmıştır. Çin’de kırsal kesimden gelen işçiler aşırı kalabalık ve sağlıksız yatakhanelere tıkılıp çok az ücret karşılığında uzun saatler boyunca çalışmakta ve neredeyse hiçbir haktan yararlanamamaktadır. Latin Amerika’da sendika kurmaya çalışan işçiler daimi bir tehlike içindedir (örneğin, Coca Cola şişeleme fabrikalarındaki sendika örgütçüleri cinayetlere kurban gitmektedir). Güney Afrika’da Afrika Ulusal Kongresi önderliğindeki hükümetin neo liberalizmi benimsemesi , bu hareketin ortaklarından ve en baştaki destekçilerinden olan sendika hareketinde moral çöküntüsü yaratmıştır. Özelleştirme planları ve işçilerin zararına yasalar yürürlüğe konmuştur. Hindistan’daki bilgisayar programcıları gibi bazı işçilerin koşulları iyileşmiş de olsa, dünya emekçilerinin geneline bakıldığında koşullar kötüdür ve gittikçe daha da kötüleşecek gibi gözükmektedir.
Kapitalizmin periferisinde giderek ağırlaşan (çiftçilere ve topraksız yoksullara yönelen şiddeti de içeren) yaşam koşulları karşısında Üçüncü Dünya ülkelerinde kırsal nüfus yeni gelenleri emecek iş olanaklarına sahip bulunmayan aşırı kalabalık kentsel merkezlere yığılmaktadır. Bunun sonucu varoşlarda günü gününe yaşamını sürdüren yoksul nüfustaki muazzam artıştır. Kendi ülkelerinin yedek işçi ordusuna katılan bu yeni neferler uluslararası sermayenin kullanımına da açıktır.
Sermayenin yeni rotasının genel amacı, – işçileri alıp kovmak, düşük maliyetli emek elde etmek, işçi ve vatandaş haklarını budamak, uluslararası pazarda yatırım yapmak ve mal satmak, karları ülkeden ülkeye aktarmak ve ihtiyaç duyulan hammaddelere erişmek için – bütün cephelerde esnekliği güçlendirip karları artırmaktır. İçerde ve dışarıda yatırımların karlılığını artırmak için gösterilen bu gayretler güvensiz güvencesiz koşullarda yaşayıp çalışan işçilerin sayısını daha da artırmıştır. Bununla birlikte, son derece güvensiz bir şekilde yaşayan büyük bir işçi kaynağının varlığı yeni bir şey değildir. Bu, kapitalizmin, Marx’ın yedek işçi ordusu diye tanımladığı temel karakteristiklerinden biridir. Yedek işçi ordusu, kapitalizmin temel özelliklerinden biri olmanın ötesinde, – piyasa sisteminin karlı bir şekilde işlemesini sağlayacak şekilde – maliyetleri düşük tutmaya yardımcı olur ve işçilere karşı sürekli ve etkili bir silâh olarak iş görür.
Yedek Emek Ordusu
Kapitalizmin merkezi özelliklerinden biri emek arzının fazlalığı, sermayenin ihtiyaçlarına göre emek gücüne katılan ve ayrılan geniş insan kitlesidir. İş çevriminin yükselişe geçtiği esnada iş dünyasını tam kapasitede işletebilmek için fazladan emek gereklidir. Arkadan gelen durgunluk dönemindeyse artık kendilerine ihtiyaç kalmayan işçiler işten çıkarılır. Yedek emek ordusu – kısa ve son derece olağandışı istisnalar dışında – daima mevcuttur. İkinci Dünya Savaşı’nın istisnai koşullarında, savaşın ihtiyaçlarını karşılamak için işgücü arzını artırmak zorunlu olduğundan, ABD’de tam istihdam sağlanmıştı. Bu, kısmen emek gücüne daha fazla kadının çekilmesiyle başarılmıştı. Yani, 11 milyon insanın silâh altına alındığı ve bu yüzden emek gücü içinde yer almadığı bir dönemde tam istihdam söz konusu olabilmişti.
Yedek emek ordusu şekildeki işçi fazlasını ele alırken, daima iki husus göz önünde tutulmalıdır. Birincisi, mutlak artık nüfus (nüfus fazlası) diye bir şeyin olmadığı, söz konusu olanın, kâ
r güdüsüyle ve birikim aşkına birikimin altın kuralıyla yönetilen bir toplum bağlamındaki nüfus (işgücü) fazlalığı olduğudur. İkincisi, herkesin yeterliği yiyeceği, yaşayacağı sağlıklı bir mekanı olsa, herkes yeterli sağlık ve eğitim hizmetinden yararlansa ve bütün işçiler daha kısa çalışma saatlerine ve daha uzun tatil olanağına sahip olsaydı artı emek (emek fazlalığı) diye bir şeyin görülemeyeceğidir.
İşletme sahipleri ve en üst yöneticiler, yetersiz talep yüzünden tümüyle kullanılmadıklarında bile işletmelerinin fiziki ve mekanik kısmını koruyup devam ettirirler. Kapitalistler, – fabrika, büro ve dükkanlar gibi – binalarıyla, makine ve donanımın gerekli parçalarının bakım ve korunmasına iş hayatının şartları ne olursa olsun özen gösterirler. Oysa, işçiler işin rahatlıkla elden çıkarılabilen unsurlarıdır. Sermaye emeği ihtiyaç duyduğunda tedarik edip, ihtiyacı kalmadığında işçilere kapıyı göstermeyi ister. Emeğe üretim sürecinin kullanıp atılabilen ve/ya da kolayca yerine yenisi konabilen bir parçası olarak muamele etmek kapitalizmin esas itici gücünü – durmak bilmez zenginlik biriktirme dürtüsünü – geliştirir. Kapitalizmin bir sistem olarak işlev görmesi kritik önemdedir, çünkü ancak bu şekilde tek tek kapitalistlere değişen ekonomik koşullar karşısında faaliyetlerini çabucak değiştirebilme olanağı sağlar.
Durgunluk döneminde ya hiç ya çok az çalıştırdığı bir işgücünün ücretini ödemenin bir kapitalist açısından ne ekonomik mantığı vardır? Sadece kısa hasat döneminde fazladan işgücüne ihtiyaç duyan bir çiftçinin bir çalışana bütün bir yıl ücret ödemesi işletme mantığı açısından ne derece isabetlidir? İşverenlerin özel yetenek ve deneyimlere sahip bazı kişilere ya da elemanlara, işler yeniden açıldığında bunları elde hazır bulabilmek için durgunluk zamanlarında da ücret ödemekten kaçınmayacağı gerekçesiyle buna karşı çıkılabilir. Bir dereceye kadar bu doğrudur, ama, yedek emek ordusu teknik işçileri de içerir. İşsizler arasında bilgisayar uzmanları, mühendisler ve teknisyenler de vardır, bu yüzden, vazgeçilmez gibi gözüken işçilerin bile yeri rahatça doldurulabilir.
Güvensiz ve gelecek korkusu içinde yaşayan bir insan kitlesi olan yedek ordunun üyelerinin şu kategorilerden birine ait olduğu düşünülebilir:
a- işsizler (bu kategori, iş aradıkları için işsiz oldukları resmen kabul edilenler gibi iş bulamadıkları için artık aramayı bırakmış olanları da kapsar);
b- tam zamanlı çalışmak isteyen part-taym (Yarı Zamanlı) işçiler;
c- tam zamanlı işlerde çalışmak istedikleri halde alışılmadık işler yaparak ya da ara sıra kısa dönemli işler bularak bağımsız para kazananlar (kendileri için çalışanlar);
d- tam zamanlı bir işte çalıştıkları halde (ekonomik kriz, küçülme, özelleştirme, mekanizasyonun artması ya da çalıştıkları işin ücretlerin daha düşük olduğu yabancı ülkelere aktarılacak olması gibi nedenlerle) kısa bir süre sonra işini yitirme ihtimali bulunanlar. Bu insanlar işsiz olmadıkları halde kaderlerinin pamuk ipliğine bağlı olduğunu bilir ve ona göre davranırlar. Merkez kapitalist ülkelerde tarımda üretkenliğin artması sonucunda işlerinden olan tarımsal işgücü artık yedek emek ordusunun önemli bir kaynağını oluşturmaz. Buna karşılık çevre (periferi) ülkelerde tarımda işsiz kalan kırsal nüfus gerek kendi ülkeleri gerekse de (göçmen olarak) merkez ülkeler için büyük bir potansiyel yedek emek kaynağıdır;
e – ekonomik olarak aktif nüfus içinde sayılmayan ancak farklı koşullarda istihdam edilmeleri mümkün olan kişiler (mahkumlar ve özürlüler gibi).
ABD tarihinin büyük bir bölümünde işverenler çalıştırdıkları kişileri istedikleri anda işten çıkarma hakkına sahipti. Sermaye için bu en arzu edilebilir durumdur, çünkü emeği ve emek maliyetlerini denetlemek için olası en büyük esnekliği sağlar. Tennessee Yüksek Mahkemesi’nin 1884 tarihli bir kararı sermayenin bu dönemde sahip olduğu hakların nereye kadar uzandığının açık bir göstergesidir:
İnsanlar müdahaleyle karşılaşmaksızın canlarının istediği yerde alıp satmakta ve istedikleri zaman adam çalıştırıp, istedikleri zaman çalıştırdıklarının işine son vermekte serbest olmalıdır. İşten çıkarma bir iyi bir sebebe dayanabilir, hiçbir sebebe dayanmayabilir ve hatta kötü bir sebebe dayansa bile, bu kendi başına bir yasa ihlali oluşturmaz. (Western & Atlantic Railroads’a karşı Payne davası, Tennessee, 1884)
Keyfince işten çıkarma izni, sendika sözleşmeleriyle sınırlanmadığı sürece, pek çok durumda uygulandı. Bununla birlikte, sermayeye tanınmış bu hak, pek çok eyalette eyalet yasaları ve mahkeme kararlarıyla yavaş yavaş törpülendi. Bu durum, arkasından uzun hukuki mücadeleler ve/ya da tazminat ödemeleri gerektirdiğinden, sözleşmelerinden sürekli olarak istihdam edildiği anlaşılan işçilerin – mali zorunluluktan olmadıkça – işten çıkarılmasını bayağı masraflı kıldı. Sermaye bu engelin üstesinden gelmek için mevsimlik, part-taym (yarı zamanlı) ve geçici sözleşmeli işçi kullanımını artırmak, kamu hizmetlerini özelleştirmek, bazı sınai ya da servis operasyonlarını ülke içinde ya da dışında fason ya da taşeron şirketlere vermek gibi teknikler geliştirdi. Bütün bu rastlantısal ya da standart dışı çalışma düzenlemeleri, sermayeye işçilere karşı zaten zayıf olan yükümlülüklerini daha da zayıflatma avantajı sağladı
Yedek Orduya İşçi Arzı
Yedek ordu yıllar içinde aynı büyüklükte kalmamıştır. Bileşiminin ve üye kaynağının ayrıntıları, yerel koşullara ve kapitalizmin merkeziyle çevresi arasındaki ekonomik ilişkilere bağlı olarak tarih boyunca değişikliklere uğramıştır. Yedek orduya üye arzını genel olarak kapitalizmin gelişiminin normal işleyişi sağlamıştır. İşçi ihtiyacı, pek nadiren nüfus artışının ve emek üretkenliğinin artması sonucunda işinden olanların yarattığı işçi ihtiyacını tümüyle emecek kadar büyük olmuştur. Kimi zaman kalkınma gerekleri – barajlar, yollar, fabrikalar – için toprağa el konur, yerinden edilen çiftçiler iş bulmak için kentlere göç etmek zorunda kalır. Akademik iktisatçıların besmele gibi dillerinden düşürmediği üretkenlik artışının hem sermaye hem de emeğin yararına olduğu varsayılır. Üretkenlik arttıkça sermaye sahipleri daha fazla kar ettiği gibi, işçilerin de daha yüksek ücret imkanına sahip olabileceği söylenir. Ne var ki, kapitalizm koşullarında emek üretkenliğinin artması çoğunlukla tümüyle farklı sonuç vermiştir.
Batı Avrupa’da daha az emekle üretimi artırmak için yeni teknolojileri kullanmakla, oldukça erken bir tarihte kapitalist tarım işletmeciliği ortakçı çiftçilerden rant almaktan daha karlı hale gelmiştir. Bunun sonucunda, ortakçı çiftçiler ve bunların çalıştırdıkları tarım işçileri topraktan ayrılmak zorunda bırakılmış, böylece, emek güçlerini satmaktan ve kapitalizmin doğuşunda kentlere yönelen büyük göç hareketine katılmaktan başka çaresi olmayan insan sayısında büyük bir artış yaşanmıştır. Gelişiminin ilk aşamalarında, ABD, Batı Avrupa’daki gibi böyle bir iç emek yedeğine sahip değildi. 19. Yüzyılın ortalarına kadar Avrupa’dan gelen yeni göçmenlerin büyük çoğunluğu çiftçi ya da zanaatkar olmuştu. Sanayi çok küçük kaldığından, hatırı sayılır büyüklükte bir yedek emek ordusuna ihtiyaç yoktu. Çok miktarda emeğe ihtiyaç duyulan iş kollarında – Güneydeki tütün ve pamuk çiftlikleri – bu ihtiyaç kö
lelerden sağlanıyordu. Bu durumda, emekçiler, işsizlik korkusuyla değil, köle sahiplerinin kırbacıyla işe koşuluyordu.
Kuzeyde sanayi geliştikçe, dışardan büyük bir emek akımı çekildi. Her yeni göç dalgası yedek emek ordusunun saflarını güçlendirdi – 1850’lerde İrlandalılar, batı eyaletlerinde 1870’lerde Çinliler, 1900’lerin başlarında İtalyanlar ve Doğu Avrupalılar ve son yarım yüzyıl içinde ”kayıt dışı” Latin Amerikalılar, mevcut işçilerin yüreklerinde işsizlik korkusu uyandırmaya, sınıf bilinci ve dayanışmasını ırkçılık zehriyle çarpıtmaya hizmet ettiler. İki dünya savaşı sırasında ve arasında Kuzeye göç eden siyahlarla, Büyük Bunalımın ve İkinci Dünya Savaşı’nın ardından topraklarından ayrılan çiftçiler ABD’nin yedek işçi ordusu için yeni kaynaklar sağladılar.
ABD’de İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından gelen dönem için, artan üretkenlik ücretlerdeki artışla birlikte yürüdü. 1950’lerden 1970’lerin ilk yıllarına dek hızlı ekonomik büyüme sırasında imalat sanayiinde saat ücretlerindeki artışlar genellikle üretkenlikteki artışlarla paralel gitti. Ne var ki, 1980’lerdeki yavaş büyüme döneminde ve 1990’ların büyük bölümünde gerçek saat ücretleri yerinde sayarken üretkenlik büyük ölçüde arttı. Üretkenlikteki artıştan gelen mali mali kazançların bir kısmı emeğin payına düşerse, bu, ancak işçilerin daha iyi ücret ve daha fazla sosyal haklar için kavgaya girip bunda da başarılı olmaları şartıyla olur. Kapitalist dünya ekonomisinin merkezindeki ülkelerin çoğunda emek hareketinin konumunun zayıflaması ve çevre ülkelerin büyük çoğunluğunda işçilerin acınası ölçüde az güç sahibi olmasından ötürü, şu anda, üretkenlikteki artıştan sağlanan gelir artışının son derece küçük bir bölümü emeğin payına düşmektedir.
Artan üretkenlikle yaratılan gelirin bir kısmının işçilerin payına düşme potansiyelinden bağımsız olarak, daha etkili üretim emek için problemler doğurur. İster yeni makinelerle üretilsin, ister emeği denetlemek için daha etkili yönetim teknikleri kullanmak (bugünlerde dendiği gibi “daha az ile daha çoğunu yapmak”) yoluyla sağlansın, üretkenlik arttıkça belirli bir ürün miktarını üretmek için daha az sayıda ya da daha az kalifiye işçiye ihtiyaç duyulur. Bu yüzden, üretkenlik artışı, özellikle de toplam ürünün hızlı büyümediği olgunlaşmış sanayilerdeki yüksek ücretli işler için olmak üzere, iş güvenliğine yönelik daimi bir tehdittir. Bu nedenledir ki, üretkenlik artışından kaynaklanan işten çıkarmalar yedek işçi ordusunun arz kaynaklarından birini oluşturur. Grafik 1’de ABD imalat sanayilerinde emek verimliliğinde önemli artış olduğu görülmektedir. 1955 yılından 2000 yılına mamul madde üretimi yüzde 400’e yakın büyümüşken, istihdamdaki artış yüzde 10 civarında kalmıştır. Üretim artışının bir kısmı başka ülkelerde üretilmiş girdileri içerse de, büyümedeki esas etken emeğin verimliliğinin artmasıdır, buna karşılık işçi sayısındaki artış son derece sınırlı kalmaktadır.
ABD’de imalat sanayiindeki istihdam sayısının – hem mutlak sayı hem genel iş gücü içindeki göreli payı olarak – azalışı üzerine çok şey söylenmiştir. İmalat sanayiinde çalışan işçi sayısı 21 milyon ile 1979 yılında doruğa çıkmış, ardından 2000 yılına dek yüzde 10’luk bir gerileme göstermiş (ama bu dönem boyunca üretkenlik artmıştır), 2001 – 2002 yıllarındaki durgunluk ve “işsiz toparlanma” dönemlerinde de tekrar bir yüzde 10 daha azalmıştır. Oysa, artan üretkenlik ve küresel kapasite fazlasından kaynaklanan bir olgu olarak imalat sanayiindeki işçi sayısının azalmasının tüm dünya çapında geçerli bir eğilim olduğu gerçeğine pek az dikkat gösterilmiştir. Dünyanın 20 büyük ekonomisini kapsayan bir araştırma, 1995 ile 2002 yılları arasında imalat sanayiindeki işgücünün yüzde 11 azaldığını – bu tam tamına 22 milyon kişi demektir – göstermiştir (Wall Street Journal, 20 Ekim 2003). İstihdam, diğer merkez ülkeler (Japonya’da yüzde 16) olduğu gibi, çevre ülkelerde de (Brezilya’da yüzde 20) azalmıştır. Çin’de bile küçülen devlet işletmelerinden çıkarılan işçilerin sayısı hızla büyüyen ihracat sanayilerinde iş bulan işçilerin sayısından daha fazla olduğundan, genel toplamda fabrika işçilerinin sayısının azaldığı görülüyor.
ABD yedek işçi ordusu için başka bir eleman kaynağı sosyal yardım ve hakların azalışından gelmektedir. Reagan yönetimi zamanında, hükümetin gözünde zenginlerin yeterince zengin olmadığı (bu yüzden daha çok yatırım yapabilmeleri için vergilerinin azaltılmasına “ihtiyaç” bulunduğu) yetmiyormuş gibi yoksulların da yeterince yoksul olmadığı açıktı. Başkan Clinton tarafından hayata geçirile n sosyal güvenlik “reformunun” amaçlarından biri de devlet yardımıyla geçinenleri işgücüne katılıp istenmeyen ya da çok düşük ücretli işleri kabul etmeye zorlamaktı. Emek arzını teşvik etmek için bu tür önlemler getirilirken daha büyük bir emek talebi yani daha fazla iş yaratmak için hiçbir şey yapılmamıştı.
Emperyalizmin şu an girdiği evreyle birlikte yedek emek ordusu yeni özellikler kazanmıştır. Finansın daha fazla uluslararasılaşması ve sermayenin ülkeden ülkeye daha etkin akışıyla dev şirketlerin bağlı varlıkları küresel olarak yayılmıştır. Bu sayede, merkez sermayesi çevre ülkelerin yedek işçi ordusuna doğrudan ulaşma olanağı bulmuştur. Bu gelişme ABD’de ve diğer gelişmiş merkez ülkelerde göreli artık nüfusun artmasına yol açmıştır. Patronlar çevre ülkelerde düşük maliyetli üretim tesisleri arar ve doğrudan doğruya bu ülkelerdeki yedek işçi ordusunun emeğini kullanırken, merkez ülkelerdeki üretim tesisleri kapanmakta ve burada çalışan işçiler işlerinden olmaktadır. Yukarıda değinildiği gibi, bir yandan da, çevrenin göçmen işçileri, çoğu kırsal kesimdeki evlerini terk ederek merkez ülkelere akmakta ve doğrudan doğruya ABD ve Avrupa’nın yerel yedek işçi ordularının saflarını doldurmaktadır.
İşçiler, kimi zaman iş bularak kimi zaman işlerini yitirerek yedek ordunun bir kesiminden öbürüne geçebilirler, kimi zaman emek pazarının elverişsiz durumundan umutsuzluğa kapılarak iş aramaktan vazgeçip, işlerin açılmasıyla yeniden iş aramaya başlayabilirler. Geçenlerde çıkan bir gazete haberi, çalışma akışı içindeki bir kişinin hayatındaki önceden kestirilemeyen değişiklikleri çok güzel anlatıyor. Haberde konu edilen kişi, önce işinden olur, bir süre iş aradıktan sonra umudunu kesip aramayı bırakır (bu yüzden artık resmen işsiz sayılmamaktadır), sonra onu bunu yaparak azıcık bir para kazanır, ardından kaybettiği işinden çok daha düşük bir ücretle “ücretli tatil günü, hastalık izni, emeklilik sigortası, sağlık sigortası ve geleceği olmayan” geçici bir iş bulur (Los Angeles Times, 29 Aralık 2003). Kuşkusuz, – kamu idarelerinde, belediyelerde ve okullardaki gibi – görece daha garantili bir çok iş vardır. Fakat çalışma hayatında artan taşeronlaştırma, kamu hizmetlerinin özelleştirilmesinin yaygınlaştırılması ve devlet bütçelerinin giderek kısılmasıyla bu tür işler bile tehlikeye düşmektedir.
Sermayenin elinde bir silâh
Yedek ordu sermayeye pek çok fayda sağlar. Bunlardan en önemlisi, yedek ordunun varlığının kapitalistlere sadece emeklerinden kar etmek mümkün olduğunda işçi çalıştırma olanağı sağlamasıdır. Bunun yanı sıra emeği denetim altında tutmanın da bir aracıdır. Çalışan işçilerin yerini almaya hazır büyük bir işsiz emek kaynağı
nı el altında tutmak ücretlerin hızlı yükselmesini önlemeye yardımcı olur. İşçilerin, bir durgunluk döneminde, ya da üretim tesislerinin ücretlerin daha düşük olduğu bir yabancı ülkeye kaydırılması durumunda işlerini kolayca kaybedeceklerini bilmeleri uysal bir işgücü yaratmaya yardım eder. Pek çok insan işlerinin ne kadar tehlike altında olduğunu kişisel deneyimleriyle öğrenmiştir. Örneğin, 2000 baharıyla 2003 yılı baharı arasındaki 3 yıllık dönemde, bütün Amerikan işçilerinin neredeyse yüzde 20’si – ve yıllık geliri 40 bin doların altında kalan işçilerin yaklaşık dörtte biri – işlerini yitirdiklerini görmüştür. Yıllık bazda 30 milyondan fazla istihdam kaybı olmuş ve kabaca aynı sayıda yeni istihdam olanağı yaratılmıştır. Bu, devri daim, bütün işlerin neredeyse yüzde 20’sine denk düşmektedir! Bu devri daim düzeyinde işlerini kaybetmeyen işçiler de işten olma korkusunu iliklerinde hissederler. Aileden ya da arkadaşlardan birinin işsiz kalması, hala iş sahibi olanları da yıldırır ve daha az militan kılar.
Ayrıca, aynı iş yerinde bir yandan işe adam alınırken bir yandan işçi çıkarmalar yapılması görülmemiş şeyler değildir. Bu işçilerin “şımarmasını” önlemek için baş vurulan bir uygulamadır. Mevsimlik işlerde sendika örgütçülerinin kökünün kazınması kolay bir uygulamadır, çünkü bu tür işlerde işçiler her yıl belli dönemler için işe alınır ve iş bitince işlerine son verilir. Ve bütün işçiler bilirler ki çalışma koşullarına ya da ücretlere karşı sesini yükselten militan bir lider ya da sendika örgütçüsü gelecek mevsim işe alınmayacaktır.
Part-taym (yarı zamanlı) ya da geçici işçilerin çalıştırılması – pek çok insan tam zamanlı iş bulamadığından bunları temin etmek güç değildir – ya da işlerin taşerona verilmesi, emeği denetim altında tutmanın ve tam zamanlı çalışanların pazarlık güçlerini zayıflatmanın diğer yollarıdır. Part-taym (yarı zamanlı), geçici ya da taşeron işçiler çoğunlukla tam zamanlı işçilerden daha düşük ücretle çalışır ve ücretli tatil, emeklilik ve sağlık sigortasından yararlanamaz. Part-taym (yarı zamanlı) işler bedensel işlerle sınırlı değildir, üniversitelerin emek maliyetlerini kısmak için gitgide daha çok “yardımcı” profesörlerden yararlanmalarıyla, bu uygulama yüksek öğrenimde giderek yaygınlaşmaktadır. Profesyonel işletmecilerin, bilgisayar programcılarının ve çeşitli uzmanların da part-taym (yarı zamanlı) ve/ya da geçici olarak çalıştırılmaları mümkündür.
Geçici işçi aracıları tarafından sağlanan emek, emek gücünün hızla büyüyen bir kesimidir ve 4 milyon işçiyle ABD’nin tarım dışı özel sektöründe çalışan toplam işçi sayısının yüzde 3’ünü oluşturmaktadır (bkz. 2. grafik). Geçici emeğin artan kullanımı işçileri işe alıp çıkarmayı kolaylaştırmaktadır.
Düzenli tam-zamanlı ya da “daimi” işlerin ABD çalışma hayatındaki payı giderek küçülmektedir. Şimdi Amerikan işçilerinin dörtte birinden fazlası tesadüfi ya da standart dışı işlerde çalışmaktadır. Bu işlerin çoğu da part-taym (yarı zamanlı) ya da geçici niteliktedir (bkz. Ken Hudson “The Disposable Worker”, Monthly Review, Nisan 2001).
Taşeron işçi (şirketlere iş yapan bağımsız taşeronlar tarafından ücret ödenen ve çalıştırılan işçiler) kullanımı işçileri özellikle güvensiz bir konuma koymakta ve aynı zamanda nihai işveren çalışma koşullarından doğan her türlü yükümlülükten kaçınma imkanı sağlamaktadır. Taşeronlaşma özellikle tarım emekçileri ve kaçak işçiler için giderek yaygınlaşmaktadır. Taşeron işçiler mevsimlik sanayilerde çalıştırılabilecekleri gibi uzun dönemli işler için de istihdam edilebilirler. Taşeronluk yoluyla kaçak işçi çalıştırmanın bir örneği geçen güz Wal-Mart mağazalarına (ABD’nin en büyük mağaza zinciri -ç.n.) yapılan baskınlarda ortaya çıktı. Baskınlarda, mağazalarda çalışan pek çok işçinin kaçak olduğu (gerekli belgelere sahip bulunmadığı) görüldü. Wal-Mart sözcüleri taşeronun çalışma yasasının bir çok maddesini ihlal ettiğini öğrendiklerinde şoke olduklarını iddia ettiler. Bu tür işlerde çalışan emekçiler taşeronun insafına kalmıştır. Taşeronun işi, işverenler için uysal ve düşük ücretli işgücü temin etmektir. Bu amaçla, kaçak ya da yasal yollarla olsun, haklarının ne olduğunu bilmeyen, sahip oldukları azıcık hakkı da kullanmaktan çekinen göçmen işçiler kullanmak en kolayıdır. Taşeron işçilerin çoğu İngilizce bilmez. Bu da taşerona bağımlılıklarını daha da artırır. Wall-Mart mağazalarında çalıştırılan taşeron işçilerin çoğu uzun saatler çalışmalarına rağmen fazla mesai alamıyor, haftada yedi gün çalışmaya zorlanıyor, ama hak ettikleri tam ücreti ve tatil günü haklarını almanın yolunu bilmiyorlardı.
Emek maliyetini düşürmenin bir başka yolu, işin bazı bölümlerin fason üretime verilmesidir. Fason iş yaptırmak için ülke içinde sendikalaşmanın olmadığı ucuz işgücü bölgelerine baş, vurulabildiği gibi, daha da çok, yabancı ülkeler seçilmektedir. Fason üretim, daha önce görece güvenceli, sendikalı ve genellikle yüksek ücretli işlerde çalışan işgücünün bir bölümünü daha, daha alt düzeydeki yedek emek ordusunun üyelerine dönüştürmeye hizmet etmektedir. “Fasona vermekle, eskiden şirketten ayrılmaz sayılan her türlü işlem şirket dışına çıkmakta, işçi tazminatlarının, sosyal haklarının, finansmanının hatta muhasebesinin her çeşidinden kurtulunmaktadır” (New York Times 3 Ocak 2003). Bilgisayar programlama ve diğer büro işlerini fasona vermek de yaygınlaşmaktadır. İnternet üzerinden kurslar üniversite düzeyinde eğitimi bile fasona verme olanağı sunulmaktadır. Yazarların bir meslektaşı geçenlerde İnternet üzerinden bir kursa katılmıştı, eğitmenlerinden biri California’dan, diğeri Yunanistan’dan ders veriyordu. Bu tür gelişmeler, yüksek öğrenimdeki öğretmenlerin işlerine yönelik açık bir tehdittir.
Yedek ordunun varlığı işçilerin yaşam koşullarına karşı her zaman bir tehdit oluşturmuşsa da, tehlike günümüzde özellikle büyüktür. ABD’de örgütlü emeğe karşı doğrudan saldırı, 1980’lerde Reagan yönetiminin Profesyonel Hava Trafik Denetçileri Birliği’nin (PATCO) grevini kırmasıyla başladı. Başkan Reagan, havacılık sanayiine ve uçuş güvenliğine getireceği riskleri hiçe sayarak bütün grevcilerin işten atılması emrini verdi. Bu uygulama bütün şirketlere işçilerle ilişkilerinde sertleşme cesareti verdi. Çalışma Yasası’nın uygulamada es geçilmesi, fasona verme ve taşeronlaşmanın yaygınlaşmasıyla işçilerin işlerini yitirme korkusunun şiddetlenmesi ve emekçilere karşı işveren cephesinin benimsediği saldırgan tavır, hep birlikte daha uysal ve korkak bir emek gücü yarattı. Emek cephesinin işletme yönetimleri karşısındaki korkak tutumu, 3.Tablo ile gösterilen (işçilerin giriştiği resmi ya da fiili grevler kadar işverenlerin uyguladığı lokavtları da içeren) iş durdurma eylemlerine katılan işçi sayısındaki sürekli düşüşte görülebilir. 1978-2001 yıllarını kapsayan aynı dönemde, iş durdurmalar sonucundaki yıllık ortalama işgünü kaybı yüzde 65 azalarak 20 milyondan 7 milyona gerilemiştir. Bunun sonucu, önceden kazanılmış işçi haklarının yitirilmesi ve ücretlerde uzun dönemli durgunluk olmuştur. 1973 ile 2000 arasındaki dönemde “ABD’li vergi mükelleflerinin düşük gelir grubunda sayılan yüzde 90’ının reel gelirleri filen yüzde 7 oranında azalmıştır” (Paul Krugman, The Nation, 5 Ocak 2004).
Tablo 1: İş Durdurmala
rına Katılan ABD’li İşçilerin Yıllık Ortalama Sayısı
5 yıllık dönemler işçi sayısı
1978 – 1982 704.000
1983 – 1987 485.000
1988 – 1992 314.000
1993 – 1997 267.000
1998 – 2002 202.000
Kaynak: Çalışma İstatistikleri Bürosu (Bureau of Labor Statistic)
ABD iş dünyası ve hükümetinin yarattığı emek karşıtı mevcut atmosferde – Çalışma Bakanlığı’nın işverenlere düşük ücretli işçilere fazla mesai ödemekten kurtulmaları için tiyo verdiği bir ortamdan söz ediyoruz – ABD Çalışma Yasası’nın şöyle bir hüküm içerdiğine inanmak zordur:
ABD’nin ilan edilmiş… politikası… toplu sözleşme uygulamasını ve prosedürünü teşvik etmek ve… işçilerin çalışma koşullarını ve hükümlerini ya da diğer karşılıklı yardımlaşma ve korunma şartlarını müzakere etmek için tam bir toplanma, öz-örgütlenme, kendi seçilmiş temsilcilerini görevlendirme özgürlüğünü güvence altına almaktır.
Çalışma Yasası ABD tarihinin istisnai bir döneminde, büyük bunalımın toplumsal güçler arasında alışılmamış bir uzlaşma doğurduğu, sistemin geleceğinden endişe duyan kapitalistlerin militan bir işçi hareketinin taleplerini dikkate almak zorunluluğunu hissettikleri bir anda kabul edilmişti. Yasa hala yürürlükte olsa da hükümet ve patronlar tarafından tekrar tekrar delinmiştir.
Gizli ve Açık Yedek Ordu
Kapitalist ülkeler arasında birinci sırada olsa bile ABD büyük bir yedek emekçi ordusuna sahiptir (işin gerçeği böyle bir ordunun varlığına bağımlıdır). ABD ya da başka bir ülkede yedek ordunun toplam büyüklüğünü belirlemek güç olsa da bazı bölümlerinin statüsü hakkında bilgi mevcuttur. İlk olarak işsizler ve az istihdam edilenler vardır. Şu anda (Şubat 2004) ABD’de aktif şekilde iş arayan (bunun ölçütü son dört hafta boyunca iş aramış olmaktır) 8 milyondan fazla insan vardır ve bunlar resmen işsiz kabul edilmektedir. “Resmi” işsiz oranı 2003 Kasımıyla 2004 Ocak ayı arasında yüzde 5.9’dan yüzde 5.6’ya düşmüştür. Ama bu azalışın esas nedeni insanların iş bulmuş olması değildir. Dönem içinde sadece 33 bin kişi yeni işler bulabilmiştir. Azalışın esas nedeni 200 binden faza insanın iş aramayı bırakmış olmasıdır. Çalışmak isteyen ama iş aramayı bırakmış olup bu yüzden resmen işsiz sayılmayan 2 milyondan fazla insan vardır. Ayrıca part-taym (yarı zamanlı) çalışıp da tam zamanlı işlerde çalışmak isteyen 4 milyonun üzerinde insan vardır. ABD’de part-taym (yarı zamanlı) işler bulmuş ya da hiç iş bulamamış insan sayısı 14 milyon civarındadır ve bu sayı potansiyel işgücünün yüzde 10’una yakındır.
İşsiz ya da tam zamanlı çalışmayanlar kategorisinde gösterilmeyen çok sayıda insan vardır. Örneğin, 2 milyon civarındaki mahkûmun büyük bölümü üretken çalışmanın dışındadır. Bundan başka, iş bulmaktan umudunu kesmiş bazı işçilerin özürlü sigortalarından yararlanmanın yolunu bulduklarını gösteren kanıtlar vardır. Kimi işçiler de beklentilerini yitirip iş aramayı tümden bırakmaktadır. Bundan başka küçülen şirketlerin erken emeklilik teşvikiyle aktif işgücünün dışına çıkan işçiler de bulunmaktadır. Örneğin, Verizon şirketi geçenlerde, toplam işgücünün yüzde 10’unu oluşturan 21 bin çalışanını çeşitli mali ödüllerle erken emekliliğe teşvik etmiştir (New York Times, 11 Ocak 2004). Bunlar, 62 yaşından sonra hak kazanacakları Sosyal Sigorta emekliliğinin yanı sıra özel emeklilik programlarından da yararlanabilirler ve bu yüzden artık “iş bulma ümidini yitirmiş işçiler” kategorisinde bile sayılmayacaklardır. Bu grup pek çok araştırmada dikkate alınmamaktadır, fakat, 25 ile 54 yaş arasındaki ABD’li erkeklerden emekli oldukları için artık iş aramadıklarını söyleyenlerin oranı 1991’de yüzde 6’nın altında iken bu oranın 2001 yılında yüzde 10’u geçtiğini gösteren işaretler vardır (Issues in Labor Statistics, Çalışma Bakanlığı, Çalışma İstatistikleri Bürosu, Özet 03-03) Eylül 2003). Almanya’da rahatsızlık verecek ölçüde yüksek resmi işsizlik sayısını düşük göstermek için 58 ve daha üstündeki yaşlarda işçilere alışılmamış bir teklif getirilmiştir. Bunların, artık iş aramadıklarını beyan eden resmi bir belge imzalama karşılığında emekliliğe hak kazanıncaya dek işsizlik yardımına eşit bir aylığa bağlanacaklardır (Wall Street Journal, 22 Aralık 2003). Bu, resmi işsizlik düzeyini az ve ekonomiyi daha iyi durumda göstermek için düşünülmüş gerçekten zekice bir yöntemdir!
Olası Sonuçlar
Eğer bir şekilde ulaşmak mümkün olmuşsa, tam istihdamı sürdürmenin tek yolu, her yıl üretkenlikte ve nüfustaki artışa karşılık düşen miktarda yeni iş yaratmaktır. ABD’de mevcut nüfus artış oranını karşılamak için her ay 140 bin, yıllık olarak da yaklaşık 1.7 milyon iş yaratılmalıdır (Başkanın Ekonomik Raporu, 2004, 35. Tablo verilerine dayanarak hesaplanmıştır). Ne var ki, sistem normal işleyişinde, asla tam istihdam için gereken miktarda iş yaratmaz. İşin doğrusu, gerek devlet politikası, gerek tek tek kapitalistlerin ve temsilcilerinin stratejileri, ekonominin işverenlerin istekleri doğrultusunda işlemesi için yeterli bir yedek ordunun varlığının sürmesini amaçlar.
– İşsiz, part-taym (yarı zamanlı) çalışıp tam zamanlı iş arayan, iş sahibi olup da taşeronlaşma ya da fasona verme sonucu bunu yitirebileceğini bilen, ya da geçici ve güvensiz nitelikte işlerde çalışan işçilerden oluşan – Bir işçi havuzunun daimi varlığı sermayenin hareket yasalarının zorunlu sonucudur. Bu, sermayeye birikiminin en önemli ön koşulunu ve sermayenin hakimiyetindeki toplumlarda işçi sınıfının ağır koşullarının başlıca nedenini oluşturur.
İşini yitirme korkusu, sessiz ve uysal bir işgücü yaratıp sürdürmeye yardım ettiği gibi, ırkçılık ve yabancı düşmanlığının gelişmesine katkıda bulunur. Herkes için yeterince iş bulunmadığı zaman, iş için rekabet belli azınlıklara karşı düşmanlık biçimini alabilir. Yedek ordu ücretler üzerinde aşağıya doğru baskı yaratır, iş güvensizliğini artırır ve işçilerin mücadele gücünü zayıflatır.
İşverenin bir grevi kırmak gerektiğinde sırf militan örgütçülerin değil, tüm işgücünün yerini almaya hazır emek fazlası bulabildiği durumlarda sendika kurmak ve örgütlemek zordur. Bir çok işyerinde, işçiler ücret artışı isteklerinde ya da işverenlerin isteklerine karşı direnmekte fazla cesur davrandıkları takdirde, işverenin fabrikayı Meksika’ya ya da Çin’e taşıyabileceğini çok iyi bilmektedir. Bu yüzden, son onyıllar içinde devletin ve medyanın emekçilere karşı genellikle düşmanca olan tavrıyla da birleşince, işten atılmak korkusu işçi militanlığını zayıflatmakta önemli rol oynamıştır. ABD’de sendika üye sayısı son yirmi yılda dikkate değer bir azalış göstermiştir ve şu anda toplam ücretli işçilerin sadece yüzde 13’ü sendikalıdır.
Yedek ordu kapsamlı bir sosyal güvenlik sistemini zorunlu kılar, Çünkü kapitalizm koşullarında işçilerin yaşamak için işgüçlerini satmaktan başka çaresi olmadığından, yedek ordu, işsizlerin ya da sefalet ücretleriyle çalışanların hayatta kalabilmesi ve sermaye gerek duyduğu anda çalışmaya hazır bulunabilmesi için bazı düzenlemeleri zorunlu kılar. Kapitalistin bakış açısından, devletin işsizlik yardımını ve sosyal güvenlik harcamaları mümkün olduğu
nca asgari düzeyde tutması gerekir, çünkü, bunlara ayrılan kaynak ne kadar az olursa kendi şirket paraları ve vergilerinden o kadar azı kullanılacaktır. Elbette, sosyal güvenlik maliyetlerini toplumsal kesimler arasında olabildiğince dağıtmak ve bu harcamaların yükünü olabildiğince ilkyardım kuruluşlarının ve işçilerin kendilerinin sırtına yıkmak da sermayenin avantajınadır. Halk mücadeleleri, 1960’lardaki Büyük Toplum refah programlarının yürürlüğe sokulması örneğinde olduğu gibi bazı başarılar kazanabilir, ama, (son onyıllarda olduğu gibi) koşullar her ne zaman bu kazanımların geri alınmasını mümkün kılsa, sermaye toplumsal programları azaltmak ya da tümüyle ortadan kaldırmak için harekete geçmeye hazırdır.
Yedek ordu kesimindeki insanlar, doğal olarak ve kesinlikle kendi kabahatlerinin sonucu olmayarak, yaşamak için – işsizlik parası, devlet destekli sosyal güvenlik, hayır kuruluşlarının desteği vb. şekilde – yardıma ihtiyaç duyar. Part-taym (yarı zamanlı) çalışanlar ve hatta tam zamanlı olmakla birlikte çok düşük ücretli işlerde çalışanlar bile kiralarını, temel ihtiyaçlarını, gıda ve çocuk bakımı harcamalarını karşılayabilmek için yardıma ihtiyaç duyar. ABD’de, bugün yaklaşık 7 milyon işçinin aldığı ve diğer milyonlarca düşük ücretli işçinin de gelir düzeylerini belirlemekte temel alınan asgari ücret, enflasyonun hızına ayak uyduramamıştır. Sabit fiyatlarla bakıldığında asgari ücret, 1970’lere kıyasla 1980’lerin sonundan itibaren saat başına 1.5 dolar azalmıştır (bkz. grafik 3). Eskiden işçilerin temel ihtiyaçlarını büyük ölçüde karşılamaya yeterken artık yatmamaktadır. Bugün (cari fiyatlarla) saatte 5.15 dolar asgari ücret alan bir işçinin haftada 40 saatten yılda 52 hafta çalıştığı kabil edilse, yıllık kazancı 10.712 dolara gelir. Bu rakam, üç kişilik bir aile için resmî yoksulluk sınırı olarak kabul edilen 14.300 dolarlık yıllık gelirin ancak üçte ikisine ulaşmaktadır.
Kapitalist sistemin yedek emekçi ordusunun saflarına ittiği bu insanlara yetersiz desteklenmesinin nedeni kısmen, ABD toplumuna derinden kök salmış ideolojiyle açıklanabilir. Bu ideolojiye göre, yoksulluk yoksulların kendi suçudur, öyle ki, yoksullar ya tembel oldukları için yoksuldurlar, ya zamanında okuyup öğrenim görmenin önemini anlamamışlardır, yahut çok genç yaşta çocuk sahibi olmuşlardır. Ekonomik sistemin tamamlayıcı bir parçası olan (ve kapitalizm tarafından durmadan yeniden üretilen – bu çarpık mantık, yoksulların kendileri tarafından da kabullenilmektedir. Bu efsane doğru bile olsaydı, bu tür “arızalı” ana – babaların çocuklarını ya da böyle “başarısız” insanların kendilerini yeterli barınak, yiyecek ve sağlık hizmetlerinden yoksun bırakmak yine de ahlaksızlık olurdu. Bir başka etken, ırkçılıktır, pek çok beyaz Amerikalı’da sosyal güvenlik sisteminin esas olarak azınlıkların işine yaradığına ilişkin yanlış bin zihniyet hâkimdir.
Sermayenin gelecekteki emek ihtiyacının büyük bölümü için yedek ordunun az eğitimli kesimleri yeterli olacağından, herkese açık bir eğitim sistemi de zorunlu değildir. Bush yönetiminin kamu okullarına müdahalesi, kamu okullarına yardım bahanesiyle genel eğitim hakkına indirilmiş ağır bir darbedir.
Yedek Ordunun Geleceği
ABD ve Avrupa’daki yedek ordu, asıl ağırlıklı bölümünün yer aldığı 3. Dünya’daki kaderdaşlarıyla karşılaştırıldığında yine de ayrıcalıklı bir konumdadır. Bu durum, uzun yıllar önce ve uzun yıllar boyu merkez ülkelerde verilmiş tarihi ve çoğunlukla acılı işçi mücadelelerinin sonucudur. Bu mücadelelerin sonunda, işçi sınıfı daha iyi çalışma koşulları, düzenli biçimde artan ücretler (ve ne kadar yetersiz olursa olsun bir asgari ücret hakkı), keyfi işten çıkarmalara karşı korunma, ücretli tatil, daha iyi sosyal güvenlik, düşük gelirli ailelerin okula giden çocukları için sübvansiyonlu beslenme, emekli ücretleri ve sağlık hizmetleri kazanmıştı. Bu kazanımların bir bölümü, hızlı ekonomik büyüme dönemlerinde elde edilmiş ve bu durum daha fazla ücret ödemek zorunda kalan kapitalistlerin bundan duydukları ızdırabı hafifletmişti. Ayrıca, Soğuk Savaş sırasında, genel hava işçilerden yana olmasa bile işçilerin ihtiyaçlarının karşılanmasına izin verme yönündeydi. Sermaye Sovyetler Birliği’ne karşı mücadelesinde ve Kore ve Vietnam gibi yerlerde girdiği sıcak savaşlarda işçilerin desteğine ihtiyaç duyuyordu.
Sermayenin gerek merkezde gerek çevrede esnekliğini güçlendirmek için giriştiği mevcut hamle, emek cephesine yönelik muazzam bir tehdittir. Ekonomik durgunluk ve emperyalizmin bu yeni evresinde güçlü ve militan bir sendika hareketinin bulunmayışı ve ABD’deki iş kayıpları son derece evcil ve gözü korkmuş bir iş gücü yaratmıştır, bu durum bir çok kazanımın yitirilmesine yol açmıştır. Tarihi kazanımların daha köklü olduğu Avrupa’da da mevcut durumda emek cephesi çalışma koşullarında ve toplumsal haklarındaki olumsuz değişikliklere karşı direnme gücünden yoksun gibi gözükmektedir. Çevre ülkelerde ise emek cephesi genel olarak zayıf olup kendisini hedef alan güçlere karşı tepkisini göstermek için pek az çareye sahiptir.
Mevcut durum ve yukarıda genel çizgileriyle verilen eğilimler büyük ihtimalle emek üzerinde daha büyük baskılar yaratmaya devam edecektir. İşsizlik oranları iş çevrimlerine (Büyüme – Durgunluk Toparlanma) göre değişecek olsa da – emek arzını ve talebini düzenleyen – yedek ordu kapitalizm devam ettikçe var olacaktır. Bugün, çevre ülkelerde biriken yedek ordu kitlesi ve 3. Dünya kentlerine doluşan kırsal emekçilerle, sermaye birikiminin bu genel yasası dünya çapında bir işlerlik kazanmıştır. Aynı zamanda, gelişmiş kapitalist ülkelerde de hiçbir istikrar adası kalmamıştır, artık, küresel sömürü sonucunda kendi koşullarının iyileştiğini gören bir işçi aristokrasisi yoktur. Bu dönemde işçilerin dünya genelinde karşılaştığı zorluklar, sadece, daha geniş bir nüfus kesiminin yedek ordu saflarına katılacağı ve geleceğin daha da zor olacağı anlamına gelmektedir.
Kapitalin yapmakta olduğu ve yapmaya çalışmaya devam edeceği şey açıktır: yatırım karlılığını artırmak için ne mümkünse yapmak. Bu durum, ücretler, çalışma koşulları ve işçi hakları üzerinde baskı yaratmaya devam edecektir. Son çeyrek yüzyılda ABD’de sınıf mücadelesi tek taraflı yürümüştür. Sermaye saldırıya geçmiş zafer üstüne zafer kazanmıştır. Yedek işçi ordusu saflarındaki (ya da bu saflara katılmanın eşiğindeki) işçilerin kalıcı güvenliği toplumun değişmesine bağlı olsa da militan bir işçi hareketi pek çok şeyi değiştirebilir. Sermayenin gelecek planının ne olduğu açıktır. Öyleyse, gerçek sorun şudur, emekçilerin bu plana vereceği karşılık ne olacaktır?
Yazının tamamını grafikleriyle birlikte word dökümanı olarak indirmek için tıklayın.