“Sendikacıların bu sene davranışları ilginç” diyor Sürek ve “Sendikacılar bütün güçleri birleştirip işçi sınıfına moral verecek, umut aşılayacak, örgütlenme ve mücadele azmi kazandıracak yaygın işçi mitingleri yapacaklarına birbirleriyle dalaşıyorlar” sözleriyle öfke püskürüyor. “Miting yapılacak alan konusunda anlaşamıyorlar. Sanki, en kötü alanda birlikte miting yapmak, üç ayrı alanda miting yapmaktan daha kötü imiş gibi. Daha fazla […]
“Sendikacıların bu sene davranışları ilginç” diyor Sürek ve “Sendikacılar bütün güçleri birleştirip işçi sınıfına moral verecek, umut aşılayacak, örgütlenme ve mücadele azmi kazandıracak yaygın işçi mitingleri yapacaklarına birbirleriyle dalaşıyorlar” sözleriyle öfke püskürüyor.
“Miting yapılacak alan konusunda anlaşamıyorlar. Sanki, en kötü alanda birlikte miting yapmak, üç ayrı alanda miting yapmaktan daha kötü imiş gibi. Daha fazla işçiyi örgütlemek, işçiler için daha fazla hak kazanmak için rekabet edeceklerine; işçilerin gücünü bölmek için yarışıyorlar. 1 Mayıs’a layığı ile hazırlanmak bu sendikalar için artık geçtir, ama en azından işçileri bölmemek ve birlikte mitingler yapmak için henüz geç değildir. Dar çıkarlar için didişerek, bugünü herkesin kendi reklamını yaptığı bir güne dönüştürmeyelim.” (abç.)
K. Tekin Sürek, hangi sendikaları eleştiriyor? Niçin eleştiriyor? Mesela, 1 Mayıs’ı Şişli Abide-i Hürriyet’e ve icazetli bir içeriğe hapsetmeye çalışan Türk-İş yönetimini mi eleştiriyor? Hayır. Aksine o, mücadeleci bir 1 Mayıs için Taksim’de kutlama yapma kararı alan DİSK ve KESK’i eleştiriyor.
Yani EMEP yöneticisi Sürek, bu iki emek örgütünün ileriye doğru atmaya çalıştığı adımı mahkum ediyor. DİSK ve KESK’in, 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak için ortaya koydukları iradeyi “işçileri bölme yarışı”, “dalaş”, “dar çıkarlar için didişme” olarak niteliyor. Hayır, sermaye iktidarının “icazetli 1 Mayıs” politikasının uygulayıcısı Türk-İş’le, mücadeleci 1 Mayıs için Taksim iradesini ortaya koyan DİSK-KESK arasındaki miting alanı tartışması, hiçbir biçimde bir “dalaş” olarak görülemez, gösterilemez. Devletin dayattığı Çağlayan statükosunu sürdürmek isteyenlerle, bu statükoyu emekçiler lehine kırmak isteyenler arasındaki bir mücadeledir bu. Hal böyleyken, faşizmin dayatmasını boşa çıkaranlar nasıl “dar çıkarlar için didişmek”le suçlanabiliyor; EMEP Çağlayan statükosunun esiri olmuşken, nasıl hala bu sendikalara “1 Mayıs’a layığı ile hazırlanma” dersi verebiliyor, anlamak mümkün değil!
Sürek, DİSK ve KESK’i “Birlik, birleşik mücadele” kavramlarıyla eleştiriyor. Evet, bizce de birleşmeli işçi sınıfı; ama, hangi zeminde, hangi politikalar etrafında birlik? Örneğin “birleşik mücadele”nin görüş açısından, çok sayıda sendika, meslek örgütü ve siyasi çevrenin ortaya koyduğu Taksim iradesini bölerek Şişli’ye başvuru yapan Türk-İş de eleştirilebilir. Ama Sürek, açıktan söyleme cesareti olmasa da, eleştiri oklarını KESK ve DİSK’e yöneltiyor. Onların 1 Mayıs’ı Abide-i Hürriyet kapanından kurtarmak için Türk-İş’ten kopuşmalarını eleştiriyor.
Sürek’in, en kötü alanda birlikte miting yapmanın, iki ayrı alanda miting yapılmasından daha iyi olduğu fikri ise, düpedüz ve açık bir oportünizmdir. Ayrışmanın hangi sorun üzerinde yaşandığı atlanarak yapılacak böylesi bir koşulsuz “birlik” savunusu, işçi sınıfının ileri kesimlerini, geri kesimlerinin çizgisine ve dolayısıyla sendika ağalığının egemenliğine mahkum etmenin teorisinden başka nedir? İşçi sınıfının mücadeleci ve militan bir çizgide birleştirilmesi ve sınıfın ileri kesimlerinin mücadele enerjisinin açığa çıkarılabilmesi için, bazen ayrışmalar kaçınılmaz hale gelebilir.
EMEP’in Taksim’e en önemli itiraz gerekçesi “kitlelerden kopmamak” ve “kitleselliği korumak”tır. Sürek’in “birlikte miting” çağrısının ucu da kitlesellik vurgusuna bağlanıyor. Fakat, sormak gerekiyor, “kitle” kavramından anladığınız nedir? İşçi, emekçi yığınlarının ileri, mücadeleci bölükleriyle mi buluşmak istiyorsunuz, yoksa en geri kesimleriyle mi? En geri işçi kesimiyle buluşmak isteyen, Türk-İş ağalarıyla birlikte Şişli’ye gitsin, işçi sınıfının ve emekçilerin mücadeleci dinamikleriyle buluşmak isteyen de Taksim’e gelsin, Taksim’e katılım örgütlesin! Gerçek denklem budur!
Sürek, tartışmasını siyasal süreçten tümüyle kopartarak, genç işçilerin örgütsüz geniş yığınlarının eyleme çekilmesi zeminine oturtuyor. Örgütsüz genç işçi yığınları için Çağlayan’da yapılacak icazetli bir mitingin nasıl bir “umut, moral ve mücadele azmi” yaratacağını ise anlamak mümkün değil.
Ancak, sorunu salt bu zeminde tartışmak, oldukça dar ve ekonomist bir anlayışa hapsolmak olur. 2004 1 Mayıs’ının en temel özgünlüğü, Haziran’daki NATO Zirvesi’ni öncelemesi ve AKP hükümetinin yeni saldırı yasalarının hemen öncesine denk gelmesidir. 2004 1 Mayıs’ı, ancak emekçi, ezilen kitlelerin, egemenlere verdiği bir kararlılık mesajı olabilirse siyasal süreçteki rolünü oynar. Şişli’de icazetli 1 Mayıs için toplanacak bir kitle, niceliğinden bağımsız olarak, hiçbir biçimde bu mesajı veremez.
Aslında 2004 1 Mayıs tartışmaları, “sınıf partisi” olma iddiasındaki EMEP’in, gelinen noktada, politik tutumları açısından artık kimi sendikaların dahi gerisine düştüğünü gösteriyor. EMEP Genel Başkan Yardımcısı Kılıçarslan’ın 27 Nisan’da Özgür Radyo’ya yaptığı açıklamada sarf ettiği “1 Mayıs bu zamana kadar Şişli Abide-i Hürriyet’te yapıldı. Sendikalar, halkımızın güçleri burada birleşecek. Emniyet, ya Şişli Abide-i Hürriyet ya da Beykoz Çayırlığı diyor. Yasal miting yapılacaksa Şişli’de olunacak” sözleri de bu gerçeğin yeni bir görünümü oldu. Faşist rejimin emekçilere dayattığı sınırlar karşısında EMEP’in tavrı, açık ki, KESK ve DİSK’in gerisindedir. Bu, EMEP’in kuyrukçuluğunun ulaştığı düzeyi göstermesi açısından, seçimlerdeki “Güçbirliği” siyasetinin ardından ikinci bir temel veri oluyor.
5 Mayıs 2004 (www.istanbul.indymedia.org)