Nato Genel Sekreteri Jaap De Hoop Scheffer tarafından Istanbul’da ifade edilen planlama uyarınca; Türkiye, Afganistan’da görev yapan ISAF işgal gücünün Kabil dışında etkinlik kazanması ve yayılması için kullanılacak. Istanbul’da yapilacak Nato zirvesi oncesine rastlayan gelişmenin, Kıbrıs görüşmeleri ve Büyük Ortadoğu Projesi ile de ‘dolaysız bağlantıları’bulunuyor. Kıbrıs’ta gelinen nokta Kıbrıs müzakerelerinin, Rusya’nın BM Güvenlik Konseyi’nde aldıgı […]
Nato Genel Sekreteri Jaap De Hoop Scheffer tarafından Istanbul’da ifade edilen planlama uyarınca; Türkiye, Afganistan’da görev yapan ISAF işgal gücünün Kabil dışında etkinlik kazanması ve yayılması için kullanılacak. Istanbul’da yapilacak Nato zirvesi oncesine rastlayan gelişmenin, Kıbrıs görüşmeleri ve Büyük Ortadoğu Projesi ile de ‘dolaysız bağlantıları’bulunuyor.
Kıbrıs’ta gelinen nokta Kıbrıs müzakerelerinin, Rusya’nın BM Güvenlik Konseyi’nde aldıgı tutumla birlikte ‘beklenen rotadan uzaklaşmasi’, müzakere sürecine aktif olarak katılan Anglo Sakson emperyalizmin mevzi kazanmasını engellemeye yetmedi. Hatırlanacağı üzere, gelişmelere ‘hep perde gerisinden dahil olmuş’ABD, doğrudan müdahil olmuş ve ‘aleni biçimde’ada halklarının iradesine etkide bulunmuştu. ABD’nin bu olçüde net tavır alması, Türkiye’deki askeri-sivil bürokrasi ve işbirlikçi hükümet ile kurulan anlaşma düzeneğinin çerçevesine dayanıyordu. Nitekim ABD-Ingiltere, AB-Rusya gibi kliklerin nüfuzu altındaki adada ABD’yi başkan düzeyinde sürecin ortasına oturtan ve en büyük emperyaliste ‘sorun çözücü, barış götürücü’pozisyon yükleyen Türkiye egemen sınıfının en milliyetçi kesimlerinin dahi ‘neden referandum sonucunu kabullenmeyi’göze aldıkları bugün açıklık kazanıyor. Meğer yine kapalı kapılar arkasında vaatler verilmiş ve Kıbrıs’taki desteğe karşı”en büyük ticari malımız! (Soros)” yeniden piyasaya sürülmüş.
Kıbrıs sürecinden, Yunanistan ve Rum kesimi dışında kayıpla çıkan bulunmuyor. Yıllarca Nato içinde hafif biçimde Yunanistan’dan yana ağırlık koyan ABD, yeni yapılandırma planlarının ‘merkezine oturtmak’istediği Türkiye’nin tam desteğinin yanı sıra BM gibi meşruluk yapılarının ve genel kamuoyunun da önemli desteğini sahiplenmiş bulunuyor. Adada referanduma karşı mı olalım, destek mi olalım? ikilemi içinde bocalayarak gittikce daha geri mevziye düşen -Türkiye ve Kıbrıs’lı- sosyalist politikanın aksine ABD ve Ingiltere sureçten güçlenerek çıktı. Adadaki işgal pozisyonu ‘tam mutabakatla’ tanınan Ingiltere adada kalmaya devam edecek ve Anglo Sakson çete buradan dinleme ve aktarma faaliyetlerini sürdürecek. Burada daha önemli olan, asıl tartışılması gerekenlerin, tartışan olarak süreçteki pozisyonlarını yeniden üretmeyi başarmalarıdır.
Ada, bir yeni Rusya-ABD hesaplaşmasına tanıklık etmesiyle de önemli olduğunu göstermiş oldu. Olaya uzak olarak düşünülen Rusya’nın BM Güvenlik Konseyi’ndeki vetosuyla Guney Kıbrıs kesiminde oluşan ‘red oylarının’gelişmelere yön verdiği genel kabul durumunda. Rusya’nın tutumunu sadece AKEL’in yapısı ve Rusya ile girdiği ilişkiyle açıklamak yetersiz gorunuyor. BM Genel Sekreteri başta olmak üzere hemen bütün ulusötesi yapı ve devletin müdahil oldugu dengeyi; Rusya’nın “dünya politikasindaki agırlıgını koruma” ve Avrasya’daki paylasim mucadelesiyle bir arada değerlendirmek ve çok boyutlu olarak düşünmek gerekiyor. Türkiye içinde Rusya ile yakın olan çevrelerin ve ABD’nin tek yönlü karar alma mekanizmasından rahatsız Rus savunma çevreleri ve milli burjuvazisinin de etki de bulunduğunu görmek de önemli.
Kıbrıs süreci, artık beş yıl öncesinden farkli bir noktada ve kontrol tamamen ada dışındaki güçlerin eline geçmiş durumda. Bürokratik ve kararsız yapılanması nedeniyle “Annan Planı’nın içeriğini zorlayamayan ve Rum kesimini kontrol ederek süreci götürmeyi amaçlayan” AB karar eliti; bir iç sorun olarak lehine biçimlendirebileceği Kıbrıs’ı ABD ve Rusya’ya havale ederek siyasi yönden ‘ne kadar etkisiz’ bir yapı olduğunu da göstermiş oldu. Verhaugen’in kızgınlığını böyle okumak gerekiyor.
Kıbrıs’taki ABD desteğinin en büyük emperyalistin global yapılandırma planlarıyla da dolaysız bağlantıları bulunuyor. Kıbrıs’taki bir çözümün yararına olacağını bilen ABD karar alıcılarının buradaki gelişmeleri değişik biçimlerde BOP’un unsuru haline getirdikleri son gelişmelerle açıkça izlenebiliyor.
Büyük Ortadoğu projesi nereye oturuyor?
Kıbrıs aslında BOP ile son dönemde ortaklaşan bir çatışma arenası oldu. ABD’nin projesinin uygulanabilirliği ve muhtemel rotası konusunda ipuçları da veren ada, ekonomik vaatlerle toplumlarin nasıl etkilenebilecegini de gösterdi. Adanın kuzeyinin AB’ye girerek sağlayacağı refah artışı ve güneyin bir süre boyunca ekonomik olarak gelişemeyecek olması referandumları etkileyen sonuçlar olmuştu. Sonucu etkilemek için BM, ABD ve AB kredilerinden söz edilmiş ve tam mutabakatla sonuç alınmaya çalısılmıştı.
Benzer ekonomik girişimler Ortadoğu ve Asya’nın bazı ülkelerine de yapılıyor. Geçtiğimiz günlerde “Yeni Marshall Planı” olarak tanıtılan bir proje açıklandı. Aralarında Türkiye ve Israil’in yanısıra bazı Kafkas ve Asya ülkelerinin de bulunduğu 17 ülkenin dişişleri bakanlarına verilen brifinglerde ABD’li senatörler; kurulacak bir fon aracılıgıyla ABD nin yanında olan ülkelere ekonomik krediler açılacağını ve bu fona diğer büyük ülkelerin bağışlarının da! sağlanacağını duyurdular.
“Bitti, bu iş tamam.” denilen Irak’ta bugün Felluce kentine girmekte zorlanan emperyalist saldırganlığın, halkları yardım adı altında parayla satın alma girişimi olarak değerlendirilebilecek tasarı, teröre karşi oluşturulduğu belirtilen planlamalarda yeni bir yönelimi ifade ediyor. Ozellikle tek parti ve Krallık rejimlerinin baskısı altında stabil olarak yaşamlarını sürdüren halkları ‘dışarıdan demokrasi ve para şırıngası’ile kıpırdatmayı amaçlayan yeni taktik, yönetici sınıfı ABD ile iyi ilişkiler kurmuş olan bu ülke yönetimlerinde tedirginlik de yaratıyor. Mısır ve S. Arabistan’ın tepkilerine karşın Libya ve Urdün gibi ülkeler sürece direnmeyecekleri anlaşıldı.
Bu noktada Türkiye’nin pozisyonu özel bir önem kazanmakta. Powel’in, “Ilımlı Islam Cumhuriyeti” olarak nitelediği ve dışarıdan böyle görünen Türkiye, bir süreden beri “temsili demokrasinin nimetleri ve yeniden yapılandırılan ordusu aracılıgıyla” sürece uyumlu hale getiriliyor. Kıbrıs sürecinde Türk ordusunun ses çikarmaması ve ABD’nin, planın orduyu rahatsız etmeyecek biçimde düzenlenmesi için yaptığı müdahaleler bugün “örnek Islam Cumhuriyeti’nin” Afganistan seferine çıkmasına kadar uzanan gelişmeleri doğurdu.
Neden Türkiye?
Nato Genel Sekreteri Scheffer’in, Türkiye’ye Afganistan’da biçilen yeni rolü açıklamasının ardından aslında “-neden Türkiye olmasın ki?” sorusunu yöneltmek gerekiyor. Ulkesindeki “Düşük Yoğunluklu Savaş” uzun sureden beri yoğunluksuz durumda bulunan Ordu ne güne duruyor. Kıbrıs’ta kendisini desteklemiş olan ABD ve NATO yalnız mı bırakılacaktır? ABD olmazsa IMF kredisi nasil alınabilir ki? Ya da bir baska bakışla; “madem dünya yeniden yapılandırılacak, neden yerimizi almayalım ki!” hem biz Nato’nun en kalabalık ikinci ordusuyuz, görev bize düşer…
Burada bir noktayı anımsatmak gerekiyor. Vasıflı Disisleri eski bakanlarından Hikmet Cetin birkaç ay önce “sürpriz biçimde” BM Genel Sekreteri’nin Afganistan’daki sivil temsilcisi yapılmıstı. Herkesin şaşırdığı gelişme; Israil-Türkiye stratejik yakınlaşmasını 1990’li yıllarda ilk başlatan kişi olmasıyla dünya çapında, Kürt kökenli TBMM Baskanı olması ve solcu olup sağcı Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanı Başdanışmanı olarak çalışması nedeniyle de ülke içinde tanınan Çetin’in ‘gelişi güzel bir se