Baştan hangi saiklerle hareket edilirse edilsin, sonuçları önceden bilinir olsun ya da olmasın ortaya çıkan önemli sonuçlar vardır. “Birlik” her zaman ve her koşulda iyi midir? Bunu için Emek Platformu’nun son yıllarda ki durumuna bir bakmakta yarar vardır. Bir yanda, sermayenin ve hükümetin işçi sınıfı içindeki eli niteliğinde ki örgütler, diğer yanda da egemenlerin sözcülüğü […]
Baştan hangi saiklerle hareket edilirse edilsin, sonuçları önceden bilinir olsun ya da olmasın ortaya çıkan önemli sonuçlar vardır.
“Birlik” her zaman ve her koşulda iyi midir? Bunu için Emek Platformu’nun son yıllarda ki durumuna bir bakmakta yarar vardır.
Bir yanda, sermayenin ve hükümetin işçi sınıfı içindeki eli niteliğinde ki örgütler, diğer yanda da egemenlerin sözcülüğü işlevini yüklenen örgütler Platformu etkisizleştirmiştir. Üstelik sayısal olarak çoğunluğu teşkil edenler de bunlardır. Kararların oy birliği ile alınma ilkesi gereği, hemen her öneri karşılıksız kalmaktadır.
Bu nedenledir ki, son yıllarda yapılan bir çok eylem KESK, DİSK, TTB ve TMMOB öncülüğünde yapılır olmuştur. Bu durum, bir tercihin ötesinde zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır.
Türkiye’nin gündemini belirleyen savaş karşıtı 1 Mart Ankara eylemi ve 6 Mart’;ta Kamu Yönetimi Temel Kanunu’;na karşı yapılan eylem bu zorunlu gelişmenin sonucu olarak 4 örgüt tarafından yapılmıştır. Bu eylemlere başta Türk-İş olmak üzere, konfederal düzeyde katılım olmamıştır. Buna rağmen Türk-İş’;e bağlı bir çok sendika alanda yerini almıştır.
Platform, giderek emek hareketini denetim altına alma, hareketsiz hale getirme ve sistemle bütünleştirmenin aracı olmuştur. Emek Platformu’na yapılan her eylem önerisi çeşitli gerekçelerle sürekli karşılıksız kalmıştır. Bu nedenle, Platformun kamuoyunda da bir etkisi kalmamıştır.
Bazen güçlendiren birlik değil, ayrılıktır. İşçi sınıfının tarihi bunun bir çok örneği ile doludur. DİSK’in kuruluşu en bilinenidir. Sermayenin ve devletin sendikalar üzerindeki egemenliğini kırmak için “parçalanma” bir yol ise, kof bir birlik yerine bundan kaçılmamalıdır.
Sermaye ve devlet işçi sınıfının örgütlerini denetim altına almış ise, bu örgütler harekete geçirilemiyor ise ve de ayrılık sendikal hareketin yeniden yapılanmasına yol açacak ise bundan korkulmamalıdır.
Alan üzerinden yapılan tartışma basit bir yer tartışması değildir, olmamalıdır. Saraçhane, fiili ve meşru mücadelede atılan önemli bir adımdır. Emekçilerin kararlılığı ile çıkılmış bir alandır. Statüko kırılmıştır. Bu basite alınacak bir gelişme değildir.
Bu arada gözden kaçan bir başka gelişme de, son yılların geleneği olan ortak bildirinin bu yıl çıkmamasıdır. Çünkü, Türk-İş bildiriye konulmak istenilen NATO ve zirve karşıtı ifadelere karşı çıkmıştır. Birlik adına, bildik laflarla dolu, somut bir hedef gösterilmekten kaçınan bildiriye imza atılmaması doğrudur. Tersi bir tür tasfiyeciliktir.
Saraçhanede saf tutanlar, “kendilerini işçilerden ayırmış” mıdır? İşçi sınıfı yalnızca sendikalarda örgütlü, sanayi işçileri midir? Türk-İş üyeleri işçidir de, DİSK, KESK üyeleri işçi sınıfı içinde değil midir? Siyasal örgütlerin kortejlerinde yer alanların önemli bir kısmı, kent yoksulları, işsizler işçi sınıfının parçaları değil midir?
İstanbul 1 Mayıs’ında yaşananların, sendikal hareketin yeniden yapılanması ve yeni odakların oluşmasına vesile olması durumunda bir anlamı olacaktır. Tartışmanın tarafları sendikal yapılarla birlikte, siyasal yapılar olmak durumundadır.
Tartışmaya Türk-İş’e bağlı ilerici sendikalarda dahil edilmelidir. Bu yapılır ise, yeni bir dinamiğin, en azından yeni ve ciddi bir tartışma zeminin ortaya çıkma olasılığı vardır.
Sermayenin ve devletin hem sendikal hareket üzerinde ki hegemonyasının kırılmasında, hem de mücadele anlayışında, bir adım atılmıştır. Haziran NATO zirvesine karşı duracak ana kuvvet de, eksiğiyle birlikte buradadır.